Herkesin malumu, Türkiye zor bir dönemden geçiyor. Bu zor dönemin geçmişi 10-15 günlük de değil. Uzun zamandır zor günler geçiriyor Türkiye. Biz, zor günler geçiriyoruz. Ancak özellikle son 10-15 gündür oldukça fazla olaya, olguya, bilgiye, düşünceye, karamsarlığa ve umutsuzluğa maruz kaldık, konu olduk. Bu sebeple ben, bu ayki yazımda, karmaşık çözümlemeler yapmak, karanlık tablolar sunmak, yakın tarihten alıntılar yapmak, yazılarımızı okuyanları bilgi yağmuruna tutmak istemiyorum. Daha ziyade, silikleşen umutları nasıl canlandırabileceğimizi en azından kendi adıma silikleşen umutlarımı nasıl canlandırdığımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Sanılmasın ki, tüm bu karmaşayı görmezden gelip boş hayallere dalıyorum, sizleri de boş hayallere sürüklemek niyetindeyim. Bunu asla istemem. Kaldı ki istesem bile ne mümkün? Niyetim, kendim için açtığım nefes alma alanlarını size de açmak, sizinle paylaşmak aldığım nefesleri. Amacım, bir an olsun unutturabilmek karanlığı ve umutsuzluğu…
O uzun hafta sonunun ardından, içinde bulunduğum korkunç ruh halinden sıyrılmaya başlamam, olayları takip eden pazartesi oldu. Ben Çengelköy’de yaşıyorum. Tüm olayların yaşandığı Boğaziçi Köprüsü (yeni adı 15 Temmuz Şehitler Köprüsü) ile Kuleli Askeri Lisesi arasında, ikisine neredeyse eşit uzaklıkta… Çengelköy’de sivil ölümler olmuştu. Korku içerisindeydim. Her gün yürüdüğüm güzel yollar, her gün baktığım enfes manzaraya kan bulaşmış gibi geliyordu. Muhabbet duyduğum güzel semtim, artık asla eskisi gibi olmayacak gibi geliyordu. Ama o pazartesi, işe gitmek zorundaydım. Kaçış yoktu. Kaçacak yeriniz kalmayınca yüzleşmekten başka çareniz de kalmıyor. Sabah kalktım ve “hiçbir şey olmamış gibi” hazırlanıp yola koyuldum. Biz artık eski biz değildik ama yollar işte önümdeki, o eski yollardı. Sokaklar “hiçbir şey olmamış gibi” şirindi ve manzaram en az eskisi kadar nefes kesiciydi. Çok şey olmuştu aslında. Ama ben hayattaydım. Sevdiklerim hayattaydı ve hayat devam ediyordu. İşte buydu sihirli ifade. Hayat devam ediyordu. Her şeye rağmen… Bir anlığına da olsa, her şeyi unutmama neden olan ilk kuvvetli duygu buydu. Hayat devam ediyordu ve ben yaşamak zorundaydım, işe gitmek, akşam yemek yapmak, tezime çalışmak zorundaydım. İşte, yaşamak zorunluluğu ve hayatın hala devam ediyor oluşu, o anki bıkkınlığa yılgınlığa ve karamsarlığa rağmen ruhumu kavradı. Mücadele bitmemişti. Mücadele sürdükçe umut var olacaktı.
Bu kuvvetli duygunun ruhumda konaklaması kısa sürdü elbette. Haberler, haberler, haberler… Endişe, karamsarlık, korku… Bitmeyecek gibiydi. Bitmeyecek gibi. Ama nefes aldığımız o minicik anlar bizi hayata bağlayan… Önceden almış olduğum bir konser bileti vardı. Kardeşimle çocukluğumuzdan beri çok sevdiğimiz bir müzisyen, İstanbul Caz Festivali kapsamında Türkiye’ye geliyordu. Elbette bileti, tükenmeden almıştık. Biz biletleri alırken, ortalık süt limandı. Konser vakti gelip çattığındaysa, ülke bir bilinmezlikler ülkesine dönüşmüştü. Son güne kadar konsere gidip gitmemek konusunda kararsızdık. Son gün, “her şeye rağmen” dedik ve konser salonunun yolunu tuttuk. İyi ki de yapmışız. Düşünüyorum ki, muhtemelen tamamen dolu olan salondaki insanların büyük çoğunluğu bizimle aynı duyguları paylaşıyordu. Endişe, karamsarlık ve korku… Ama işte oradaydık. Ben, kardeşim ve bir salon dolusu insan. Korkulara set çekip, şarkı söylüyorduk. Ak saçlı adamlar ve kadınlar ritme ayak uyduruyor ve dans ediyordu. Orada Türkiye’nin aydınlık geleceğini gördüm. Müziğin evrenselliği, Türkiye’nin aydınlık geleceğini sıkıca kavramıştı. Bunu duyumsadığım an dudağımda bir tebessüm belirdi. Yine her şeye rağmendi. Her şeye rağmen, hayattaydık, her şeye rağmen müzik vardı, dans vardı. Demek ki umut vardı, mücadele sürecekti. Umut var ve mücadele sürecek…
Korkunç olaylardan sonraki ikinci pazartesi yine işimin başındaydım. Bir haftadır kafamı toparlayıp, tezim için okuma yapamıyordum. Ama çalışmadan, gelecek kurulur mu? Çalışmadan büyünür mü? Çalışmadan umut olunur mu? Hayır! Çalışmak lazımdı. Her zamankinden daha çok, her zamankinden daha iyi, daha doğru, daha doğurgan çalışmalar yapmak lazımdı. Doktora tezim kuramsal olarak Gramsci’den yararlanıyor. Gramsci, Marksist yazına, ekonomi dışı alanları dâhil eden; dinin, eğitimin, diplomasinin, siyasetin, ailenin, dilin toplumsal ilişkilerdeki merkeziliğini vurgulayan oldukça önemli bir düşün insanı. Gramsci okumak, karamsar toplumsal tabloları aydınlatmak için hayli yararlı. Bana iyi geldi Gramsci okumak. Okudukça hem içinde bulunduğumuz karmaşıklığa anlam vermek hem de bu karmaşıklıktan kurtulmak için hangi rotanın doğru olduğunu tayin etmek kolaylaşıyor. Burada sizlere uzun uzadıya Gramsci’nin dediklerini anlatmayacağım. Ancak, Gramsci’nin sivil toplum çözümlemesini, sivil toplumun sistem açısından işlevlerini ele alan ifadelerini ve özellikle de toplumsal mücadelede manevra ve mevzi savaşlarının rolleri hakkındaki çıkarımlarını okumanızı şiddetle öneririm. Gramsci’nin Türkçe’ye de çevrilmiş incecik kitabından başlayabilirsiniz: “Modern Prens”. Özetle, çalışmak bana iyi geliyor. Size de iyi gelecek emin olun. Çalışın, önünüze hedefler koyun, birer birer gerçekleştirin hedeflerinizi. Tezinizi bitirin, kilo verin, sigarayı bırakın, spora başlayın, terfi edin, KPSS’de başarılı olun. Neyse hedefiniz, onu elde etmek için çalışın. Çalışarak inşa edeceğiz geleceğimizi… Ürettikçe özgürleşeceğiz.
Ve Nazım… Beni hayata bağlayan şair… Neyse ki şiir var dedirten şair… Karamsarlığa kapıldığım her an aklıma gelen bir şiiri var Nazım’ın. Burada yazdığım pek çok yazıda paylaştım. Yaptıklarımızı ve yapabileceklerimizi anlatıyor “Nereden Gelip Nereye Gidiyoruz”. “Bu güzelim bu yaşanası dünyada” ,“yıkanın da yaratanın da biz” olduğumuzu anlatıyor. Dünün minicik, masumcuk, bebelerinden, nasıl elleri kanlı katiller yarattığımızı, canileştirdiğimizi bebekleri düşündürtüyor. Ben de Nazım’ın çağrısıyla sonlandıracağım bu yazıyı. Her şeye rağmen ve her şey için…
İnsanlar sizi çağırıyorum,
Kitaplar, ağaçlar ve balıklar için,
Buğday tanesi, pirinç tanesi ve güneşli sokaklar için,
Üzüm karası, saman sarısı saçlar ve çocuklar için.
Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,
Günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların,
Çocukların avuçlarında yeşerecekler.