Kadına yönelik cinsel şiddetin boyutlarıyla ilgili en kritik konulardan biri “tahrik”, diğeri ise “rıza”dır. Ancak TC ulusal mevzuatında belirli bir rıza kavramı yoktur; tahrik kavramı kapsamındaki cezai indirimler ise son derece adaletsiz sonuçlar doğurmaktadır.
Rıza kavramı çerçevesinde, katılanlar karşılıklı anlaşmadıkça ve taraflar özgürce rıza göstermedikleri sürece yapılan şeyler cinsel eylem değil, şiddettir ve suçtur. Sessiz kalmak rıza göstermek değildir. Rıza, baskı altında (fiziksel veya duygusal tehditler altında) verildiyse özgürce veya isteyerek rıza gösterilmemiştir, birisiyle baskı altındayken seks yapmak tecavüzdür. Bir kişi alkol veya uyuşturucu yoluyla savunmasız kaldıysa, bu kişinin rıza gösteremeyecek durumda olduğunu kabul etmek gerekir. Bu durumdaki bir kişiyle, savunmasız kişi “evet” dese, hatta ısrar etse bile, yapılan cinsel eylemler cinsel şiddettir. Dahası rıza kavramı “arzu”yla karıştırılmamalıdır. Birinin arzu duyması veya duyduğu arzuyu gizlememesi, o kişinin bir cinsel ilişki veya eyleme rıza gösterdiği anlamına gelmez.
Tahrik ifadesi ise hukukta; bir kimsenin dışarıdan gelen haksız eylemler sonucu kışkırtılarak suç işlemesi ceza hukuku bakımından “haksız tahrik” şeklinde adlandırılmaktadır. Türk mahkemelerinde ise bir kadının dekoltesi, giyimi, gülüşünden tutun da, saati sorma biçiminden yaptığı yemeğin tuzuna kadar hemen her türlü eylemi “haksız tahrik” olarak gerekçelendirilmektedir. Rıza kavramında olduğu gibi tahrikte de, bir kişinin cinsel yönden bir şekilde uyarılmış olması, birinin cinsel ilişkiye rıza gösterdiği anlamına gelmediği gibi, birini cinsel ilişkiye zorlama hakkını da kimseye vermez.
Mahkemelerde mağdur kadınlara cinsel saldırı sırasında bağırıp bağırmadıkları, direnç gösterip göstermedikleri, failin zor kullanıp kullanmadığı sorulmakta; fail zor kullandı ise mağdurun vücudunda darp ve cebrin izlerini görmek istemektedirler. Cinsel ilişkiyi cinsel saldırıdan ayırmak için, failin fiziki cebir kullanmasını bir koşul olarak aramaktadırlar. Mağdurların olayın şoku, korku ve çaresizlik ile tepki ve direnç gösteremedikleri, silahla tehdit edildikleri için direnç gösteremedikleri birçok tecavüz olayı yaşanmaktadır. Bu durumlarda mağdurun bağırmaması rızasının olduğunu göstermeyeceği gibi, vücudunda darp izlerinin olmaması da cinsel saldırının aslında bir cinsel ilişki olduğunu göstermemektedir. Bu koşullarda rıza kavramının temel belirleyici kavram olması birçok güç ilişkisini gizlemeye, zor kullanımını meşrulaştırmaya yaramaktan öte bir anlam ifade etmemektedir.
Feminist, aktivist, hukukçu A.C MacKinnon’a göre;
“Tecavüz yasası kadınları, erkeklerle olan ilişkilerini veri alarak ‘rıza gösterme kategorilerine’ böler. Bir kadının hangi sözde rıza kategorisine gireceği, tercihini belirtmek için ne yaptığına ya da ne söylediğine değil, onu isteyen erkekle olan ilişkisine bağlıdır. Bu kategoriler, erkeklere kadınları nasıl dinleyeceklerini değil, kimleri yasal olarak becerebileceklerini, kimi tavlayacaklarını, kimin erişilmez olduğunu bildirir. Temel örnek oluşturan kategoriler, kendileriyle her türlü cinsel ilişkinin yasaklandığı evdeki bakire kız çocuklar ve öteki genç kızlar ile hiçbir yasağın söz konusu olmadığı orospudan farksız eşler ve fahişelerdir. Kızların rıza gösterdiği düşünülemez; bunun aksine eşler ve fahişelerin kendiliğinden rıza gösterdikleri kabul edilir, başka seçenekleri yoktur. Gerçek rıza yada rızasızlık, hele gerçek arzu oldukça konu dışı kalmış durumdadır. Eğer rıza ile ilgili savunmada ifade edildiği gibi, tecavüz yasaları yalnızca kadınların cinsellikleri üzerindeki denetimlerini güçlendirmek için olsaydı, o zaman “hayır” kelimesi “hayır” anlamına gelecek, evlilik içi tecavüz çok yaygın bir istisna olmayacak ve bir fahişeye tecavüz etmenin yasal dayanakları bulunmayacaktı.”
MacKinnon’un dikkat çektiği diğer bir husus ise tecavüz davası açan kadınların kendilerine iki kez tecavüz edildiğini, ikincisinin duruşma sırasında hissettiklerini söylemesidir. Eril devletin egemenliği altında, kadının mahremiyetinin sınırları aşılarak aşağılanması ve halka açık bir cinsel gösteri haline getirilmesi, benzetmeden öte bir anlam taşır. Günümüzde artan kadına yönelik şiddet ve tecavüz davalarında egemen söylemin hukuku dahi ele geçirdiği görülmektedir. Kadının giyim-kuşamından, eve kaçta geldiğine, kocasının sözünü dinlememesinden, gece saat 3’te dışarıda ne işi olabileceğine kadar mantık dışı nedenlerin ülkemiz hukuk sistemi açısından zanlıda tahrik sayılması adaletsiz sonuçlar doğurmaktadır. Bu nedenle erkek egemen toplum yapısının, devlet politikalarının, hukuksal temelin değiştirilmesi şarttır. Çünkü tecavüz sadece Ayşe’ye, Fatma’ya, Özgecan’a değil; tüm kadınlara yönelik bir algının saldırısıdır. Bu ataerkil algının temeline inilip, ortadan kaldırılmadıkça yaşanan vahşi olayların sonu gelmeyecektir.