Başbakan’ın İstanbul’da yaptığı bir konuşmada «Osmanlı düzenini, adaletini getireceğiz. Çevremizdeki ateş çemberinin içinden barışla, istikrarla, kalkınmayla çıkacağız” sözlerinden üç gün sonra Suruç’ta bombalı bir saldırı, katliam gerçekleşti. Buradaki acı ironiyi görmemek olanaksız.
Başbakan’ın katliamdan sonra yaptığı konuşma da ilginçti. Diğer siyasi partilere, teröre karşı birlik çağrısı yaptı. Fransa’daki saldırıların ardından oluşan birlik havasını örnek gösterdi. Fransa hükümetinin terörist örgütlerin çalışmalarını kolaylaştırdığına ilişkin iddiaların hedefi olmadığını unuttu.
AKP’yi eleştirecek olanları önceden adeta suçlu ilan etti. HDP’yi özellikle uyardı, eleştirilerden kurtulmak için sürekli her türlü terör genellemesine sığındı. AKP hükümetinin Suriye iç savaşıyla bağlantısı, tırlar dolusu silah haberleri, isyancılara ev sahipliği yapmaya devam etmesi varken, bu katliamların ardından milli birlik adına eleştirilerden kaçılabilir miydi?
Daha önce bu ülkeyi, jeopolitik farkındalığı bu kadar zayıf, kafasındaki dünya resmi realiteden bu kadar uzak bir başbakan, böyle bir siyasi kadro yönetti mi? Acaba hiç bu kadar çirkef, vicdansız bir yandaş medya oluşmuş muydu?
AKP’nin 12 yıldır izlediği politikalar, bunların arkasındaki fantastik dünya görüşü, tam anlamıyla iflas etmiştir. Cilvegözü, Reyhanlı, Ulukışla, Diyarbakır nihayet Suruç bu iflasın yarattığı ortamın sonucudur.
AKP’nin fantastik dünya görüşü olan Osmanlı düzenini, Arap dünyasının nasıl bir nefretle anımsandığının, Türkiye’nin Sünni İslam geleneğinin ve pratiğinin, yükselmekte olan Selefi akımlarca küçümsendiğinin, hatta hedef olarak görüldüğünün hala farkında değiller. Jeopolitikte böyle yetersizliklerin faturası her zaman kanla ödenir, ödenmektedir de. Bu fantastik dünya görüşünün ürünü Suriye politikası önce, Türkiye’nin çok yönlü bir iç savaşa taraf olmasına yol açtı. Liderlik hevesi, diplomatik acemilik, megalomani trajik bir yalnızlık üretti. Türkiye fiziki, ekonomik, kültürel olarak ve güvenlikle ilgili alanlarda kaldıramayacağı bir göçmen dalgasının ev sahibi, bu dalgayla gelen dinci militanların çalışma alanı, savaşa giden cihatçıların transfer koridoru oldu.
Bir diğer iflas Kürt sorunuyla ilgilidir. Kürtleri çözüm süreci fantezileriyle yıllarca oyaladıktan sonra hükümet gerçek yüzünü, Kobani savaşındaki düştü düşecek tutumuyla, genel seçimlerde Kürt sorunu yoktur saçmalığıyla açığa vurdu. Maskenin böyle aniden, şiddetle sıyrılması Kürt halkında öfkeye dönüşmeye başlayan muazzam bir belirsizlik, düş kırıklığı yarattı.
Suruç katliamı, işte bu iki fiyaskonun kesişme noktasındadır.
Kobani’nin yeniden inşasına, «bir başka dünya mümkündür ve yapabiliriz” umudu, iyimserliği ve cesaretiyle katılmaya giden sosyalist gençlere, İslamın kendi yorumundan başkasını tanımayan, tüm uygarlığı yok etmeye kararlı bir el «hayır yaşayamazsınız” dedi.
Bu karanlık elin isminin IŞID veya başka bir şey olması önemli değildir. Önemli olan bu taşeron örgütleri kullanan kurum ve ülkelerin açığa çıkmasıdır.
Tüm yüreğimle inanarak yazıyorum kanlı emperyalizme karşın başka türlü, onurlu ve insanca bir yaşam mümkündür.
Yitik coğrafyalardaki hüzün gözyaşları artık son bulmalı.
Aydınlık bir ay dileklerimle.