Bıkmadınız mı artık Davutoğlu’nun, Kılıçdaroğlu’nun, Bahçeli’nin, Demirtaş’ın sesinden?
Özellikle de Erdoğan’ın?..
Bıkmadınız mı?
Hiç özlemiyor mu benim kuşağım The Animals’dan «The house of the rising sun”ı?
Four Tops’tan «Reach out I’ll be there”i?
Joan Baez’den «We shall over come”ı?
Frank Sinatra’dan «I did it my way”i, Sony and Cher’den «Little Man”i…
Çocukluğum muhteşem bir yerde, Zonguldak’ın Fener mahallesinde geçti. Bir sabah uyandığımda başucumda babamın İstanbul’dan getirdiği gitar duruyordu. O sıralar dünyanın en iyi ve en pahalı gitarı sandığım gitarın üzerinde bir palmiye ağacının yaprakları vardı ve öylesine parlak, öylesine alımlıydı ki, uzun süre dokunamamıştım. Ucuz bir gitardı, ama yeri doldurulamazdı.
Re minör, do majör, sol majör, fa majör, re minör, mi majör…
The house of the rising sun”ın aklımda kalan akorları..
Üç yüz metre kadar öteden beni hiç tanımamış, görmemiş, farkına bile varmamış sevgilim geçiyor ve ben taş basamaklardan birine oturmuş Donna Donna’yı çalmaya çalışıyorum… Sesimi alabildiğine incelterek Joan Baez’i taklit ediyorum aklım sıra.
Yıllar, yıllar sonra Nusaybin’in Demirtepe karakolunda cep radyoundan Neşet Ertaş’ın, «Ayağımda Kundura” türküsünü İbrahim Tatlıses’ten dinlerken, niyeyse aklıma Eric Burton ve «The house of the rising sun” geliyor.
Gözlerim doluyor, zira birazdan silahlı çatışmaya gireceğim. Çocukluğumu özlüyorum…
Sesine aşık olduğum Işın Yenersu’nun, «Çocuk Saati” tiyatrosundaki sesi aklıma geliyor: «İki Sene Mektep Tatili”… Jules Verne…
Biz bunlarla büyümüştük…
Bıkmadınız mı hala Davutoğlu’nun, Kılıçdaroğlu’nun, Bahçeli’nin, Demirtaş’ın, özellikle de Erdoğan’ın sesinden?
Bıkmadınız mı kırk yıldır aynı şeyi yazan köşe yazarlarından?
Bıkmadınız mı hala köşeleri tutmuş bırakmayan gatecilerden, bürokratlardan?
Ve torunlarıyla aynı sınıfta okuduğunuz siyasetçilerden?
Bıkmadınız mı şarkı diye kulağımıza dürtülen trampet takımı müziğinden?
Tiyatro diye sunulan müsamerelerden?
Bıkmadınız mı?
Tango vardı, anımsar mısınız? Hani şu Arjantin’deki genelevlerde sıra bekleyen erkeklerin dans ettiği tango?
Sonra Arjantin’i kurtaran o devrimci müzik? Dinlemeyi denediniz mi hiç? O üçüncü sayfaları süsleyen kadın vahşetini bir de tangoda izlemeye çalıştınız mı? Hayranlığınızdan bir daha elinizi bile süremeyeceğinizi düşüneceğiniz o muhteşem estetiğe şöyle bir baktınız mı?
Carlos Sahura’nın «Tango” filmini izlediniz mi mesela?
Costa Gavras’ın «Zorba”sını? Alan Bates ile Antony Quinn’in kumsaldaki dansını?
Bir kadına yekten ve kabaca «seni seviyorum” demek yerine, karşısına geçip «Kalinka” oynamaya kalktınız mı? Leylak ya da sümbülden söz ettiniz mi hiç, kokladığınızda solan manolyadan?
Size sevdiğini söyleyen bir erkeğe, «bir takla at da sevdiğini görelim,” demek yerine, gözlerinin en derinine bakıp da, tek kelime etmeden «nasıl,” diye sordunuz mu hiç kadınlar?
51 yıl 9 ay 4 gün sonra karşısına çıkıp da, «seni bekledim,” diyebildiniz mi?
Kolera Günlerinde Aşk’ı yaşadınız mı yani?
Bıkmadınız mı size on derste neyi sevip sevmediğini anlatan yazarlardan, her yazısının altına dip not düşüp de «soruyorum,” diyen ama sormayanlardan, içinde yaşadığı toplumla alay etmeyi üslup haline getirenlerden, koltuğuna oturduğunda ilk işi ayakkabılarını hizmetlisine boyamaya gönderen bürokratlardan, kalitesi kendinden menkul yöneticilerden, yönetmenlerden, «sanatçılardan”… Bıkmadınız mı?
Ben bıktım ve çocukluğumu özlüyorum. Cumhuriyet balosuna gitmek için bir hafta önceden hazırlığa başlayan annemi babamı özlüyorum, köşe başında beni beklediğinden emin olduğum kaktüs saçlı sevgilimi, saçlarını at kuyruğu yapan sıra arkadaşımı, Kurtuluş Parkı’nda dans ettiğim dostlarımı, Kordonboyu’nda sabahı beklediğim yalnızlığımı, Beatles’in «Michell” şarkısını…
Özlüyorum…
Bıkmadınız mı sizi bir kutu diazem içmiş gibi derin uykulara salan fısıltılı yalanlardan?
Bıkmadınız mı hâlâ kendini horoz sanıp da sizi sabahın köründe uyandıran yozlaşmadan?
Ben bıktım… Ama ben yaşadığım güzeliklerden sonra bıktım. Benimki eskiye özlem.
Orson Wells’in şarkıda söylediği gibi: «Ben gençliğin ne olduğunu bilirim, ama siz yaşlılığın ne olduğunu bilmezsiniz.”