Geçtiğimiz yaz 9 Ağustos’ta, ABD’nin Missouri eyaletinde 18 yaşında, silahsız, siyah bir gencin (Michael Brown), beyaz bir polis tarafından öldürülmesi olayı ABD’de gergin günlerin yaşanmasına sebep oluyor. 9 Ağustos’ta Ferguson semtinde yaşanan bu olayın ardından, şiddetli eylemler yaşanmış eylemciler ve polis karşı karşıya gelmiş, hatta semte giriş çıkışlara kısıtlamalar getirilmiş ve sıkı yönetim uygulamaları yapılmıştı. Davası görülen bu olayda büyük jüri Brown’u öldüren polis (Darren Wilson) hakkında kararını 24 Kasım’da verdi. 3’ü siyah 9’u beyaz 12 üyeden oluşan jüri, polisin meşru müdafa hakkını kullandığını belirtti ve yargılanmasına gerek olmadığını hükmetti. Polisin yargılanabilmesi için ise, 9 oy gerekiyordu. (habersol.org)
Jürinin karararını açıklamasından sonra, Ferguson’da başlayan eylemler bütün ABD’ye yayıldı. Ferguson’da eylemler kontrol altına alınamadığı için, Missouri Valisi, Ulusal Muhafız Gücü’nü devreye sokmak zorunda kaldı. California, NewYork, Los Angeles, Boston, Washington ve Chicago’da kitlesel eylemler yapılıyor. (cnninternational.com) 2012 yılında Florida’da 17 yaşındaki T. Martin’in yine bir polis tarafından öldürülmesi ve sonrasında polisin aklanması benzer bir öfkeye neden olmuşsa da, Ferguson’da ateşi fitillenen olayların ABD’nin uzun zamandan beri sahne olmadığı şekilde kitleselleşmiş olduğu gözüküyor.
ABD’nin bugün «siyahi” bir başkanın var olduğunu gören çocuk ve gençler için bir şehir efsanesi gibi geliyor olsa da ırkçılık ABD’de hala üzerinde önemle durulması gereken bir konu. Şu günlerde ABD’de yaşananlar, uzun bir birikim ve kurumsallaşmış bir adaletsizliğin yansıması gibi görünse de, halkı sokaklara döken etken, enine boyuna tartışılmayı hak ediyor. Nitekim, ABD’nin «siyah sorunu” oldukça köklü bir geçmişe sahip ne yazık ki….
‘Beyaz’ adamın ‘siyah’ geçmişi
Köleliğin tarihi 1000 yıllarca geriye uzansa da, 14. yy’ın sonlarında Avrupalılar’ın Afrikalıları köleliştirmeleriyle birlikte köleliğin «kurumsallaşmış bir ticarete” dönüştüğü söylenebilir. «Üç taraflı ticaret” olarak bilinen bir sistemde, başta şeker, pamuk, baharat gibi ürünler elde etmek için köle ticareti yapılıyor, Afrikalılar, Karayipler’e ve Amerika’ya götürülüyor, buralarda plantasyonlarda çalışmaları için zorlanıyorlardı. Bu şekilde 30 milyonu aşkın kişinin Afrika’dan alındığı ve köle olarak satıldığı, köleleştirilen Afrikalılar’ın plantasyonlarda, 2 ila 4 sene yaşayabildiği çok kötü koşullarda çalıştırıldıkları, kaçmaya ya da isyan etmeye kalktıklarında ise, öldürüldükleri söylenmektedir. Bu kirli işin meşrulaştırılması için ise «kara propaganda” çoktan işe koyulmuştu. Siyahların «virüslü”, «doğal olarak tembel”, «insanlık dışı (subhuman)”, «beyazlardan daha az zeki” oldukları ve hatta «kuyruklu” oldukları bile uydurulmuştu. (theredcard.ie)
ABD’de Jim Crow yasaları
Amerikan İç Savaşı’nı takiben yaşanan Yeniden Yapılanma sürecinin ardından, Güney Birleşik Devletler’de, siyah Amerikalılar’a, 1890 yılından itibaren «eşit ama ayrı” olarak isimlendirilen bir konum verildi. 1965 yılına kadar devam eden bu süreç Jim Crow tarafından düzenlenen yasalar ile yapılandırıldı. Buna göre, siyah Amerikalılar ile beyaz Amerikalılar arasında toplumsal yaşamın her alanında kati bir ayrım gözetilmekte, siyah Amerikalılar, ikincil konuma itilmekteydi.
İkinci Dünya Savaşı’nın «yenilmez” galibi ABD, «süper güç” olarak, kendisini dünyaya pazarlarken ve demokrasiyi koruma, kollama, yayma misyonunun baş aktörü olma iddiasını taşırken, ülkenin içindeki tablo pek de «demokratik” değildi. Atom’un parçalandığı ve bomba yapıldığı, o bomba ile insanların parçalandığı bir devirde, ABD’de siyahlar, beyazlar ile aynı yerde yemek yiğemiyor, gezemiyor, aynı sokaklarda oturamıyor, aynı yerde çalışamıyor hatta aynı tuvaleti bile kullanamıyordu.
1950’lerde ise, bu insanlık dışı tablonun değişmesi yönünde önemli gelişmeler yaşanmaya başladı. Rosa Parks isimli, siyah bir kadının otobüste «yalnızca beyazlar”a ayrılmış olan yeri, bir beyaza vermemesi, ardından otobüsten atılması ve dövülmesi üzerine bütün ülkede ayrımcılığa karşı büyük bir direniş başladı. Olayın yaşandığı Alabama’da, otobüslerin boykot edilmesiyle başlayan olaylar, farklı şekillere bürünerek ve küçük kazanımlarla beslenerek devam etti. Örneğin, 4 siyah öğrencinin «yalnızca beyazlar” kantinine gidip hizmet alamaması sonrasında başlattıkları, hizmet alana kadar yaptıkları oturma eylemi, siyahların bütün ABD’de oturma eylemleri yapmasına neden oldu.
Mao ne demişti?
ABD’de uyanan bu genç hareket ise, egemenlik tasladığı dünyada geniş yankı uyandırdı. Mao Zedung’un konu ile ilgili söyledikleri, «Siyah sorununun” nasılda sosyo-ekonomik bir sorun olduğunu kanıtlamakta oldukça öğretici. Mao Zedung’un konu ile ilgili sözleri şu şekilde: “Siyahi halkın hızla gelişen mücadelesi, ABD içerisindeki keskinleşen sınıfsal ve ulusal çelişkilerin dışavurumudur ve bu, Amerikan egemen çevrelerinde gittikçe artan bir tedirginlik yaratmıştır. Amerikan yönetimi, bir taraftan siyahi halkı hedef alan ayrımcılığa ve zulme göz yummakta, hatta bizzat kendisi ayrımcılık ve zulüm yapmaktadır. Öte yandan ´insan haklarını´ tanıyormuş ve ´siyahi halkın vatandaşlık haklarını´ koruyormuş gibi poz kesmekte, siyahi halka ´sabırlı olun´ çağrısı yapmakta … dır. … Amerikan emperyalizminin siyahi halka karşı yürüttüğü faşist zulüm, sözde Amerikan demokrasisinin ve özgürlüklerinin maskesini düşürmüş ve ABD hükümetinin gerici iç politikası ile saldırgan dış politikası arasındaki bağlantıyı gözler önüne sermiştir.” (Mao Zedong, “On Diplomacy”, Foreign Languages Press, 1998.)
1964 yılında kabul edilen Medeni Haklar yasası ve 1965 tarihli Oy Hakkı Yasası ile, Jim Crow dönemi son buldu. ABD’de Medeni Haklar Hareketi olarak anılan bu sürecin en çarpıcı ismi ise, meşhur «Benim Bir Hayalim Var” konuşmasının sahibi, Martin Luther King’tir. King bu konuşmasında « … Bir hayalim var benim. Gün gelecek 4 küçük çocuğum derilerinin rengine göre değil, karakterlerine göre değerlendirildikleri bir ülkede yaşayacaklar.” diyordu. Bir hayaldi bu, gerçek oldu mu?
Irkçılığa dayalı derin bir toplumsal sorun
ABD’de elde edilen istatistiklere bakılırsa King’in hayali pek de gerçek olmuş gibi değil. ABD’de ırk temelli derin bir toplumsal sorun yaşandığı ekonomi, sağlık, eğitim, adalet gibi temel insani konulara yönelik yapılan araştırmalarda görülüyor. Bu konuda bazı çarpıcı bilgiler vermek mümkün.
Örneğin, 2008 yılında yayımlanan verilere göre, bebek ölüm oranlarının siyahlarda, beyazlara göre, 2.4 kat; doğum sırasında kadın ölüm oranlarının ise siyahlarda beyazlardan 3.5 kat daha fazla olduğu görülüyor.
Öte yandan, beyazların ortalama ömrü siyahlardan 5 yıl daha fazla.
Beyazların %72’si, siyahların %46’sı kendi evlerine sahip; yoksulluk sınırı altındaki beyaz nüfus %10.6 iken, siyah nüfus ise %24.4.
30-34 yaş erkek nüfus arasında hapse düşme oranı beyazlarda, %1.9 iken, siyahlarda %10.7. (radikal.com.tr «ABD’de Irk Ayrımcılığı Hala Devam Ediyor”, 2008)
Benzer şekilde, 2010 verilerine göre, siyahların işten çıkarılma oranları, beyazlara göre 2 kat fazla iken, bir beyazın kazandığı her dolar karşısında bir siyah yalnızca 4 sent kazanıyor. Ayrıca, siyahların bir beyaz ile aynı ücreti alabilmesi için iki yıl daha fazla eğitim görmüş olması gerekiyor.
Son 5 yıllık veriler dikkate alındığında, beyazlara saldıran siyah sayısı, siyahlara saldıran beyaz sayısından 27 kat fazla.
Benzer şekilde siyahı gasp eden beyaz oranı 100 binde 1.4 iken, beyazı gasp eden siyah sayısı 100 binde 192.4.
ABD’de ırkçılık konusundaki kamuoyu algıları ise oldukça ilginç.
2013’te yapılan bir ankete göre, ülkede toplam nüfusun yalnızca %15’i beyazların ırkçı olduğunu düşünüyor. Siyahların ırkçı olduğunu düşünenler ise toplam nüfusun %37’si. Buna rağmen toplumun %30’u ise ırk ilişkilerinin iyiye gittiği düşüncesinde. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Fatma Yılmaz-Elmas, «ABD’de Siyah İsyan Ferguson Olayları” https://www.academia.edu/9384094/Ferguson_Olaylar%C4%B1_ABDde_Siyah_%C4%B0syan)
Irkçı kısırdöngü
Suçluluk konusunda siyah ve beyaz nüfus oranı arasındaki dramatik fark ırkçılık bağlamında, üzerinde daha dikkatli durulması gereken bir konu. ABD’de siyahların çeşitli suçlara karışma oranın çok yüksek olduğu görülüyor. Bunun, tarihsel olarak kökleri toplumsal kodlara işlemiş olan ırkçı bir mantığı beslediğini söylemek mümkün. Bu mantık bir denklem kadar basit: siyah=uyuşturucu,fuhuş,gasp,hırsızlık,cinayet vb. Bu hasarlı yaklaşımın, siyahların toplumsal yaşamları önünde çok büyük engeller oluşturduğu ve siyahların suça karışma oranlarını olumsuz yönde etkildiği söylenebilir. Bununla birlikte, siyahlar suça daha yoğun olarak karıştıkça da ırkçı önyargılar beslenmektedir.
Sonuç olarak, ırkçılığın ABD’deki köklerini yüzlerce yıl öteye götürmek mümkün olsa da, konunun sömürgeciliğin kara tarihinde gizli olduğunu görmek iş meselesi değil. Şovmen Demokrat ABD’de 1960’ların ortalarına kadar bir siyah ve bir beyaz insan otobüste yanyana oturamıyordu. Bahsettiğimiz tarih, bugünden yalnızca 50-60 yıl ötede. Peki ya bugün ne değişti. İşin özünde değişen şeylerin, ne denli değiştiği tartışmaya açık. ABD’nin siyahları,
Peki bugün ne yapıyor Şovmen Demokrat?
Yargı kurumları katil polisleri aklarken; polisi, göstericilere şiddet uyguluyor. Siyah insanları, açlık, suç, kötü eğitim ve sağlık koşulları ile, basketbol ya da yoz RnB, Rap müzisyenliği arasında sıkışmış durumda. Ama bir taraftan bu devlet Irak’a, Suriye’ye demokrasi götürmek Türkiye’ye soykırımcı yaftası vurmak peşinde. Yani aslına bakarsanız, aynı tas aynı hamam…
Hem suçlu hem güçlü ! Sana «Sen önce kendine bak!” demezler mi?