Kapitalizm krizde kendini yeniden düzenler.
Bu kez de öyle oluyor. Batı’nın sırasıyla İngiltere, ABD hegemonyaları altında şekillenen 150 yıllık egemenliğine dayalı dengelerde Çin’in yükselmesine bağlı olarak önemli gelişmeler yaşanıyor.
Çin, 1870 yılında dünyanın en büyük ekonomisiydi. Bu yılın başında yayımlanan, satın alma gücü paritesi üzerinden yapılmış bir hesaplama, Çin’in ABD’yi kıl payı da olsa geçerek en büyük ekonomi konumuna geri döndüğünü göstermektedir.
Çin bu noktaya, 1980-2013 arası dönemde, yılda ortalama yüzde 9.8 büyüme hızıyla ulaştı. Aynı dönemde ABD ekonomisinin ortalama büyüme hızı 2.7 düzeyinde gerçekleşti. Genel kanaat, Çin ekonomisinin büyüme hızının azalmaya başlamış olmakla birlikte yüzde 6-7.5 arasında kalacağı yönünde, Dünya ekonomisinin ise bu süreçte yüzde 3-4 arası bir düzeye gerileyebileceği varsayılabilir. Bu bağlamda Çin ile ABD’nin büyüme hızları arasındaki farkın Çin lehine açılmaya devam edeceği söylenebilir. Ancak bu projeksiyonların önemli bir zaafı var.
Bir kapitalist ekonomide büyüme, eninde sonunda kendi sınırlarına, karlı yatırımların azalması, talebin yetersizliği olarak özetlenebilecek engellere takılır. O zaman sermayenin, yeni teknolojileri devreye sokması, işçi sınıfı üzerinde baskıları arttırmaya çalışmanın yanı sıra bulunduğu coğrafyadan dışarı gitmeye, yeni avlanma alanları aramaya başlandığını görüyor, böylece de ekonomik büyüme tartışmasından, uluslar arası rekabet, emperyalizm gibi konulara geçiyoruz.
Yeni avlanma alanlarının açılması, uluslararası rekabetin basıncıyla zorlaştıkça devreye, kredi enstrümanları, spekülatif finansal hareketler, kısacası finansallaşma girmeye başlamaktadır.
Bu dinamikleri Çin’in 1970’lerin sonunda başlayan piyasa kapitalizmine geçme sürecinde de görmek olanaklı. Bu süreçte sermaye birikimi ilk önce az sayıda kıyı kentinde yoğunlaştı. Bu yoğunlaşmayı, ucuz işgücüyle üretilen malların ihracatı, ülkenin batısının piyasa ilişkilerine azalması izledi.
Bu açılma süreci aynı anda hızlı bir kentleşmeyi, inşaat dalgası, bu dalgayı finanse eden kredilerin artması izledi.
2007 mali krizi, dış piyasaları daraltarak Çin üzerine, hem ihracatını hem de ekonomik büyüme kapasitesini olumsuz etki yapan basınçlar getirdi. Çin de uluslararası ticaret fazlasından kaynaklanan 3-4 trilyon dolar rezervlerini ihracatı, dış yatırımları desteklemek, enerji hammadde kaynaklarına ulaşmak için kullandı.
ABD’nin dev şirketlerinin ihracatlarını desteklemek için 1934’te kurduğu Exim Bankası bugüne kadar 590 milyar dolar kredi dağıtmış. Çin’in kurduğu Exim Bank’ın son iki yılda verdiği kredi 670 milyar doları geçmektedir.
Çin’in finansallaşma sürecinde, IMF, Dünya Bankası düzeninden, doların etkisinden kurtulabilmek için yeni bankalara gereksinimi bulunmaktadır.
Burada da karşımıza, Hindistan,Malezya,Singapur, Tayland,Filipinler,Umman gibi ülkelerin yanı sıra tarihi ipek yolu ülkelerinin de katılımıyla, ABD ve Avrupa’nın tüm engelleme çabalarına karşın kurulan Asya Altyapı Yatırımları Bankası ve Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın BRICS Bankası çıkıyor.İkinci adım da Çin parası Yuan’ın kullanım alanını genişletmek amacıyla ticaret yaptığı ülkelerle, dolar yerine yerel parayı ve Yuan’ı kullanmaya olanak veren anlaşmalar yapıyor.
Çin kapitalizmi, kendi kriz eğilimlerini yönetmeye çalışırken uluslararası düzeni de değişmeye zorlamaktadır. Ki uluslararası kapitalist düzen durgunluk, büyüyememe ve deflasyonla mücadele edecek silahların tükenme sorunuyla boğuşmaktadır.
Finansal tarih boyunca kapitalistler ekonomik ilişkileri yalnızca kendileri yönetebilecekleri biçimde düzenlemişlerdir.
Son mali kriz, artık onların da yönetemediğini, yönetmeye çalışırken yarattıkları sorunların altında kalmaya başladıklarını gösteriyor.
Ancak, böyle durumlarda, talep yetersizliği sorunundan etkilenmeyen, sermaye birikimini destekleyecek bir olasılık olarak silah sanayisine, savaş piyasasına yönelme eğilimi ortaya çıkabiliyor. O nedenle coğrafyamızda ve dünyanın değişik yerlerindeki sıcak gelişmeleri çok yönlü olarak düşünmeliyiz.
Bu ekonomik ilişkileri yönetebilecek tek sınıf yönetemediğine, korkutucu seçenekler aramaya başlayabileceğine göre, hem bu sınıftan hem de bu ekonomik ilişkilerden kurtulmak gerekmiyor mu?
Aydınlık bir yıl dileklerimle,