Özgür Bir Yaşam Yolunda Eski Bilgelikle Bilimi Buluşturmak (Köklerimizden Öğrenmek!)
İnsanlık tarihinde insanlığın edindiği bilgiler doğru da olsa yanlış da olsa kültürün içerisine siner. Çoğu zaman bu bilgilerin doğrulukları sağlam ölçütlere dayanmazlar. Günlük deneyimlerin toplamı içerisinde anlamlı sonuçlar verdiği düşünülenler kültürel anlamda «doğruluk” kazanıp kültürün temel dogmalarının arasında yerlerini alırlar. Bu yazıda, önceki yazılarımızdaki tartışmalarımız doğrultusunda insanlığın kazara (rastlantısal olarak) edindiği bazı doğruları bilimle uyuştukları ölçüde ele alıp «özgür bir yaşam yolu” çerçevesinde sunmaya çalışacağız.
1- Çalışmayan beyin kötülük düşünür / İşleyen demir ışıldar
Burada «kötülük”ten çok «kaygı” söz konusudur. Çalışmayan, bir işin izini sürmeyen, bir işi kovalamayan, uzun erimli üretken bir sürecin içerisinde yer almayan kişi genelde varoluşuyla, sahip oldukları ve olmadıklarıyla ilgili kaygılara sürüklenir. Başarıyı, zaferi düşünenler, düşleyenler şimdiden mücadele içinde olanlardır. Bu düşünce rahatlıkla gözlemlenebilir bir düzenekte sunulabilir.
Hali hazırda bir değişim, üretim sürecinde olmayıp durağanlığa, atalete hapsolanlar değişenleri dışarıdan gözlemler ve değişim karşısında kendilerini çaresiz hissederler. Bunun yanı sıra değişimi öznesiz bir süreç, başa gelen bir olay gibi algılarlar zira kendilerinin özneliğini üstlendikleri bir süreç onlara görünür olmadığından tüm süreçleri öznesiz algılamaya eğilimlidirler. Bu eğilim esasında insanlığın belleğinde çok derin izler taşır. Öznesiz bir süreç düşüncesi çok tutmadığı halde başa gelen olayların her türlüsünün ardında bir özne aranmıştır. Rüzgar tanrısı, Güneş tanrısı, Toprak tanrısı vs. bu tür öznelerdir. Kendisini bu türden özneler ve/veya öznesiz süreçler karşısında güçsüz, çaresiz hisseden insan, çaresizliğe, sorumsuzluğa ve nihayet kaderciliğe sürüklenir.
İşleyen demir ise işlenebileceğinin, işleyebileceğinin ve değişimin öznesi olabileceğinin farkındadır. İşten korkmaz, ataletten ve erteleme hastalığından diğerlerine göre daha bağışıktır. Enerjiktir, pozitiftir. İşleyen demir olmak içinse nasıl işlenebileceğini hayal etmek, kafada canlandırmak ve işleme hedefine odaklanmak gereklidir. Yazılarımızın esas amacı ise «işleyen demir olma”nın kodlarını deşifre etmektir.
2- Nefsi Yenmek Gerek
Nefis denen esasında düşünsel süreçlerimizin ardına saklanarak, canlılığımızı sürdürmek için bizleri motive etme işlevini kazanmış belirli yapıların bizim üzerimizdeki etkilerinden yaptığımız bir soyutlamadır. Nefisin işlevinin sonucu olarak çoğu zaman düşünsel süreçlerle vardığımız sonuçların esasında birer rasyonelleştirme sürecinin ürünü oldukları halde bu özelliklerinin bize görülmemesidir. Nefis kazandıkça düşünsel yanımız bu durumu bir mağlubiyet yerine «karakterimizin”, «kararlarımızın”, «kişiliğimizin”, vs. sonucu olarak tanımlar. Bu düşünsel yanımızın var olma iddiasıdır, bir başkasının yönlendirmelerine tabi olduğu gerçeğine dayanamaz. Kimi zaman da «nefis” kontrolümüzün bütünüyle dışındaki bir kendilik olarak düşünülüp düşünsel yanımızın kendini kötü kararların sorumluluğundan kurtarmasına yarar görünmektedir. İşin gerçeği, düşünsel yanımızla «nefis” arasında bu denli büyük bir ayrım bulunmadığıdır. Esasında, odaklanmamız gereken şey rasyonelleştirme ile rasyonel karar alma arasında gerçek bir ayrım yapabilmektir. Ancak böylelikle varmak istediğimiz uzun erimli hedefler bize daha yakın bir hal alacaktır.
3- «Kendini Tanı / Kendini Bil” (Sokrates)
Sokrates’in bu sözü, «haddini bil” olarak anlaşılabileceği gibi bir yaşam düsturu kurmada kendi eksilerini, artılarını bil, hangi durumda ne yapacağını bil, gerçek arzularını ve seni çeldiren dürtülerini bil ve bunları bilerek kendini yönet olarak da anlaşılabilir. Hatta bu ikinci yorum, Sokrates’in ünlendiği ortama ve bağlama daha uygundur. Anlamlı bir yaşam düsturu arayışına daha uygun olan bu yorum, esasında, kendimize ait bir kullanım kılavuzuna sahip olmamıza bir çağrıdır. Kendini Tanı çağrısı bugün artık her zamankinden çok daha anlamlı. Özellikle de beyin araştırmalarının, fizyolojinin, davranış ekonomisinin (behavioral economics) bu denli geliştiği ve kendimize dair birçok keşfin kapısının aralandığı bir çağda.
4- «Yol Ne Kadar Uzun Olursa Olsun İlk Adım Atılmalıdır” (Mao)
En uzun yollar adımlarla arşınlanır. Mao’nun sözü dünyanın tüm coğrafyalarında, özellikle tarım toplumlarında yaşanan bir bilgeliği dile getirmektedir. Koskoca bir tarlayı sürmek zorunda olan bir köylü, çok büyük bir parça işi bitirmek zorunda olan zanaatkar bu bilgeliğe sahiptir. Ataletin bilişsel dayanağı bu bilgeliğin ihmal ettiği «ölümlülük” bilgisidir. Ölümü bekleme lüksü olmayan bir yaşam tarzı, kişileri bu ilk adımı atmaya ve istikrarla yürümeye devam etmeye sevk eder; oysa, yaşadığı her bir anı çok önemseyen ve belki de bu anların her birini dondurmak istercesine önemseyen kişiler, adım atmamaya, her bir anın kendine özgü önemi nedeniyle her birini korumaya ve böylelikle hiç yaşamamaya yönelirler. Atalet bu yönüyle yaşama düşmandır.
5- «Her Canlı Kendi Varlığını Sürdürme Çabasındadır” (Spinoza)
Spinoza’nın bu sözü insanın maddeselliğine bir vurguyu ve bu maddeselliğin tüm amacının kendi varlığını sürdürme çabası olduğunu ifade eder. «Canım şunu istiyor” veya «çok yoruldum”, «çok kızdım”, vb. ifadeleri kontrolümüzde olmayan ve sürekli olarak bize etki eden ama bu ölçüde de bizden farklı bir kendiliğe işaret eder. Oysa gerçek hiç de böyle değildir. Bu kendilik bizizdir, kendine yabancılaşmış, her an kendi varlığını hatırlayamayan, içinde yaşadığı kültürel-psikolojik yaşamda bu kendiliği göremeyen bizlerin gerçek varlığıdır. Öncelikle fark edilmesi gereken bu ifadelerin bizi kendimizden kopardığıdır. Kendimizi fark etmemizin yolu maddi ihtiyaçlarımızı, etkinliklerimizi, durumumuzu görüntüleme deneyleriyle kendimizi yetiştirmemizdir. Duyu organlarımıza etki edebilecek, hatta zamanla kendi duyu organlarımız gibi algılayabileceğimiz araçlarla her anımızı (her anki etkinliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı) bize anbean sunacak şekilde yaşayabilseydik, düşünün hayat nasıl olurdu?
Örneğin, her an beynimizdeki nöral (sinirsel) etkinlikleri fMRI (functional magnetic resonance imaging) ile, beyindeki elektriksel etkinlikleri EEG (Elektroensefalografi) ile, kalbimizdeki etkinlikleri EKG (Eletrokardiyografi) ile ve diğer etkinliklerimizi de benzer ölçüm araçlarıyla her an ölçüp kendimize görüntüleyebilseydik, tıpkı parmağımız sıcaktan yandığında hissettiğimiz acının bu yanma olayına eşlik ettiği gibi, hayat nasıl olurdu?
Örneğimizi derinleştirelim: Tıpkı arabayla hızla ilerlerken keskin bir viraja girdiğimizde olası tehditleri zihnimizde canlandırdığımız gibi, yemekte olduğumuz yüksek kalorili tatlının uzun erimli etkilerini o tatlıyı yeme anımızdan az önce zihnimizde görüntüleyebilseydik, davranışlarımız nasıl olurdu?
Yazı dizimizin esas amacı bu türden bir farkındalığa, ölçüm araçlarımız varmış gibi, erişme yollarını araştırmak ve bazı pratik sonuçlara ulaşmaktır. Bu açıdan, bu madde «kendini tanı” çağrısıyla ve takip eden maddelerle birlikte düşünüldüğünde erişebileceğimiz kendini kontrol etme gücünü hayal etmemiz önemlidir.
Bu güce ulaşabilmek için bazı deneyleri/pratikleri de sunacağımız yazılarımızda rasyonel karar alabilmek için gerekli koşulları ve hangi durumlarda aklımıza gelen kararların «nefsimizin” sonucu olduğunu belirteceğiz. Bir sonraki yazımızın konusu, rasyonel kararları almada takip edilmesini önerdiğimiz ortamın özellikleri olacaktır.
İyi Bayramlar!