Yaşadığımız ekonomik krizin, 90’lı yıllarda yükselen piyasa ekonomileri olarak nitelendirilen gelişmekte olan ülkelerde, 1994-1995 Meksika, 1997-1998 Doğu Asya’da yaşanan borç krizine benzer bir olay olduğu gözlemlenmektedir. Borç krizi veya ödemeler dengesi krizi, yabancı sermayenin yani sıcak para olarak nitelendirilen yüksek kar beklentili sermayenin büyük miktarda ülkeye girişinden kaynaklanmaktadır. Yabancı spekülatif sermaye girişi kısa sürede göz alıcı bazı etkiler doğurduğu gibi bazı yanlışlıkları, dengesizlikleri de gizlemektedir.
Sıcak para girişi, banka kredilerini artırmakta, ulusal parayı aşırı değerli hale getirmekte ve yarattığı iyimserlikle de varlık fiyatlarını ve borsaları yükseltmektedir. Gayrimenkul piyasası canlanıyor, ucuz ithalat artışı, enflasyon hızı yavaşlıyor, dış ticaretten alınan vergiler arttığından bütçe açığı azalıyor, ekonomi büyüyor izlenimini uyandırmaktadır.
Öte yandan ucuz ithalat, ülkede ara malı üretimini hemen hemen yok ederek, imalat sanayisinin daha az katma değer yaratan montaj sanayisine dönüşmesine neden olmaktadır.
Ayrıca ülkede iç tasarruf oranı düşmekte, yatırım-tasarruf dengesizliği dış borçlanma yoluyla kapatılmakta, dış borçlar sürekli artmakta, hane halklarının borçluluğu yükselmekte, bazı piyasalarda da balonlar oluşmaya devam etmektedir. Tüm bu olumsuz gelişmeler de ya gizlenmekte ya da gözden kaçırılmaktadır.
Ucuz yabancı para girişinde, durma bir yana, yavaşladığında dahi tüm olumsuz gelişmeler tüm çıplaklığı ile görülmeye hatta yaşanmaya başlamaktadır. İstikrar da kayboluyor, halüsinasyon sona eriyor. Türkiye temel dengesizliğin doğurduğu ödemeler dengesi krizi, borç krizi sürecine girmişse buradan çıkış, sürecin yön değiştirmesi zaman alacaktır.
Bir ekonomide sanayinin yapısının değişmesi, iç tasarruf oranının yükselmesi, bilançoların düzelmesi, özel kesim ve hane halkı borçlarının taşınabilir düzeylere inmesi, hatta güven ortamının oluşması kısa sürede gerçekleştirilebilecek gelişmeler değildir. Hükümet; döviz satma, gizli ve açık zam yapma, faizleri yükseltme gibi bazı önlemlere başvurmuş, fakat sonuç alamamıştır. Geçici önlemlerle temel dengesizlik sorununun çözülemeyeceği aşikardır.
Hükümetin B ve C gibi planları olduğunu sanmıyorum. Olsaydı istikrarsızlık bu düzeyde derinleşmeden başlangıçta bu planlar yürürlüğe konulabilirdi. Türkiye’nin mevcut ekonomik programı, bürokrasinin beceri düzeyi, ortalama işadamı kalitesi ve finans sektörünün yönetim kadrosu ile sorunu çözmesi çok zor, çözüm uzun bir süreç gerektiriyor.
Sıkıntılı sürecin daha başındayız, kriz henüz dip noktasını bulmadı. Kendi olanaklarımızı iyice tükettiğimizde, sonunda şartlar daha da kötüleşmiş olarak IMF’nin kapısını bile çalmak zorunda kalabiliriz. Kendimizi aldatmayalım.
Aydınlık bir ay dileklerimle,