Güney Kore’nin başkenti Seul’de düzenlenen G-20 Zirvesi ve ondan önce yapılan IMF (Uluslararası Para Fonu)-Dünya Bankası yıllık toplantısı sonuçları bizlere açıkça gösteriyor ki, dünya kaotik bir sürece doğru hızlıca ilerlemektedir.
Döviz savaşları, korumacılık eğilimleri, sermaye kontrolleri, yeni bir resesyon olasılığı, küreselleşmenin sonu bu süreci hızlandıran nedenlerdir. ABD’nin dünya ekonomisi üzerinde zayıflayan hegemonyasınından bir yenisine yumuşak geçiş yapılamazsa, küreselleşme sert biçimde tersine dönmeye başlar ve tekrar 1930’lar ve II.Dünya Savaşı sürecini yaşayabiliriz.
ABD Merkez Bankası gelecek yıl Haziran ayına kadar 600 milyar ABD Doları basacağını açıkladı. ABD bu dolarlarla piyasadan bono satın alarak uzun dönemli faizleri düşürmeye, dolayısıyla yatırımları teşvik etmeye çalışacak. Ama bu arada doların diğer dövizler karşısındaki değerini düşürecek. Bu hem ABD’li ihracatçıların rekabet gücünü arttıracak, hem de doların değer kaybetmesine paralel olarak ABD dış borcunun bir kısmını siliyor olacak.
Yani ABD diyor ki; «yükselen piyasalar, kendi ticaret kurallarıyla oynamalarına izin verilemeyecek kadar büyük ve önemli hale geldiler. Siz iç piyasalarınızı ve yatırım alanlarınızı yabancı sermayeye açınız. Sizin dünya ekonomisine kendi koşullarınıza uygun yeni kurallar getirmenize izin veremeyiz. Yoksa…”
Tarih, siyasette büyük düş kırıklıklarının büyük savrulmalara yol açtığını gösteriyor. 2 Kasım’da ABD’de yapılan temsilciler meclisi ve senato seçimleri sonuçları da bize ABD’de çok tehlikeli bir siyasi savrulmanın şekillenmeye başladığını düşündürtüyor. Seçim sonuçları, ABD’nin Orta Doğu’daki hareket alanını kısıtlayan İran’ın etkisinin kaldırılmasının önemini; hem stratejik bölgeleri denetim altında tutmak, hem de ABD’nin askeri gücüne güveni restore etmek açısından arttırıyor.
Büyük krizler, dünya pazarlarını paylaşmış büyük sermayeler arasında bir yeniden paylaşım kavgasıdır aynı zamanda. Başlarda ticari savaş biçiminde başlayan itiş kakışın sonradan iki dünya savaşı felaketi ile sonuçlandığını unutmayalım.
Derin bir çöküşün ardından uzun bir durgunluğa dönüşen büyük kriz yeni dengelere gebe.
Kriz öncesinin imparatoru ABD, yaşamakta olduğu talep eksikliğini, büyük işsizliği aşmanın arayışında. Diğer egemen blok AB de büyük bütçe açıkları verme pahasına, devlet müdahaleleri ile yatıştırılan krizin enkazını, yeniden büyüme ivmesi yakalayarak aşma çabasında.
Finans krizi yaşayan bu iki blokun şu an hedefi, krizde küçülme bir yana büyüme yaşayan gelişmekte olan ülkelerin pazarlarına dolmak, oralara mal ve sermaye ihracı gerçekleştirerek kuyudan çıkmak. Otuz dolayındaki ülkeye bu nedenle saldırıyorlar. Ama direnenler var. Hangileri? Çin, Hindistan gibi iki dev Pazar başta geliyor. Yanı sıra Asya’da Güney Kore, Endonezya, Tayvan ve Güney Amerika’da Brezilya.
Bu 6 yükselen ülkeye IMF aracılığıyla da yapılan bir telkin var. «Pazarlarınızı ABD’ye AB’nin merkez üyelerine açın, açın ki ihracat yaparak çarklarını döndürebilsinler. Sizlerin kriz öncesinden döviz fazlanız var. İthalat yapabilirsiniz, böylece ihracat ihtiyacı olan ABD ve merkez AB’yi kuyudan yukarı çekebilirsiniz…”
Kendisini sıcak paraya karşı koruyanlar, sıcak paranın yerli paraları aşırı değerlendirerek, ihracat yerine ithalatı cazip kılıp üretim eşiklerini aşındırdığını, birçok yerli firmanın yıkıcı ithalat karşısında piyasaya havlu attığını ve işsizliği büyüttüğünü bildikleri için direniyorlar.
Bir de direnmeyip sıcak paranın tahripkar etkisine aldırış etmeyen, günü kurtarmak için sıcak paraya ardına kadar kapıları açanlar, teslim olanlar var kı, başı Türkiye çekiyor.
Açık olan şu ki; Türkiye, emperyalizmin sıcak para ile teslim almak istediği ancak direnişle karşılaştığı ülkeler arasında değil. Sinik, sünepe teslimiyetçiler arasında, bunun bedelini de tüm topluma ödetiyor, ödetecek…
Not: 24 Kasım Öğretmenler Günü itibariyle; yüreğinde Atatürk devrimlerini ve Türkiye Cumhuriyeti sevgisini taşıyan bütün öğretmenlerimizin bu anlamlı gününü kutlarım. Onlara çok ama her zamankinden de çok ihtiyacımız var.