Montrö’deki II.nci Cenevre toplantısının açılış konuşmasında John Kerry Suriye’deki çatışma ile ilgili ABD duruşunu sergiledi. Sonuç : Esad gitmeli. Bilahare, Esad’ın ‘‘terörizm için süper mıktanıs görevi gören tek adam’’ olduğunu belirterek Suriye’deki Cihatçı mevcudiyet için Esad rejimini suçladı. ABD ülkedeki yıkım ve içerde ve dışarda milyonlarca Suriyelinin yerlerinden olması ile ilgili Esad rejimini suçlamakta. Bir an için Ortadoğu’da uyguladığı politikaların El Kaide’yi ABD’ye saldırmaya ittiğini öne sürerek 11 Eylül terörist saldırıları ile ilgili ABD’nin suçlandığını düşünün. Kerry böyle bir bahaneyi duysa ne yapardı hayal edin. Terörist saldırılar failinin kim olduğuna bakılmaksızın, her nerede olursa olsun kesin surette, kayıtsız şartsız ve açıkça kınanmalıdır. Daha da kötü bir durum ise Kerry’nin, çok sayıdaki bu teröristlerin kim tarafından Suriye’ye gönderildiğine ve ülkeye girişlerinin temin edildiğine , onlara silah ve kaynak sağlandığına değinmemesi. Bu soruların cevapları açık : ABD tarafından yönlendirilen Körfez Arap Devletleri kaynak temin etti, savaşçıları sağladı ve Batı’nın ve bölgesel güçlerin yardımı ile Suriye’de bir savaş başlaması için stratejiyi planladı. Bu savaş şu anda sınırları aşarak Lübnan’a sıçramış durumda.
Parantez içinde kaydedilmelidir ki, birkaç gün sonra Davos’da Kerry ABD’nin Ortadoğu politikasını eleştirenlere karşı ülkesinin bölgedeki krizin çözümü için çok katkıda bulunduğu savunmasını yapıyordu. ABD’nin problem çözücülüğüne klasik bir örnek ise İsrail-Filistin müzakereleridir ! ABD’nin gözetiminde 1993’den beri aralıklarla devam eden bu müzakereler Filistin’de daha fazla can ve toprak kaybına neden oldu. ABD İsrail Devlet terörünü ne kınadı ne de cezalandırdı. Aksine Filistinlilerin bağımsızlık ve İsrail terörüne karşı mücadelesini eleştirdi. ABD terörizm ile mücadele adı altında İsrail’in 2006 yılında Lübnan’a saldırısını destekledi. ABD’nin kriz çözücü çabalarına diğer bir örnek Müslüman Kardeşler ile bölgesel güç sağlamak için yaptığı anlaşmalar, Mısır ve Tunus’da olduğu gibi.
Aslına bakılırsa, bölge halklarının ABD politikasına karşı çıkmasının sebebi bu tarz müdaheleler, ancak onlar karşı çıkmak için teröre başvurmuyorlar.
Kerry’nin Montrö ve Davos’daki açıklamaları ABD’nin bölge haklarına on yıllardır bezginlik veren açıklamaları ile aynı ikiyüzlülük kalıbına giriyor. ABD Ocak 2014’de II.nci Cenevre toplantısının yapılmasına, Suriye’ye ve bölgede kendisine karşı çıkan herkese karşı major bir akıllı-güç saldırısı için tüm hazırlıklarını tamamladıktan sonra razı oldu. Cenevre II için hazırlanırken ABD muhalefetin kim tarafından temsil edileceği kararında Rusya Federasyonuna üstünlük kurdu. Bu nedenle, Suriye halkını yoğun olarak temsil eden muhaliflerin Cenevre II toplantısına katılmasına izni verilmedi. ABD’nin muhaliflerin temsilcisi olarak katılması konusunda ısrar ettiği taraf önceki Dış İşleri Bakanı Hillary Clinton’ın direktifleri ile Doha’da planlanmış ABD’nin yarattığı Suriye Ulusal Koalisyonu (SNC) oldu.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un önce İran’ı toplantıya katılmaya davet etmesi sonra İran’ın I.nci Cenevre Anlaşmasında kendisini manipule ettiği ve aldattığı gerekçesi ile bu daveti geri çekmesi, olayları yönlendirmede sürücü koltuğunda kimin oturduğunu gösterdi. ABD, İngiltere ve Fransa’nın daveti iptal etmesi için Ban Ki-moon üzerinde dikkate değer bir baskı uyguladığı sır değil.
Ahmed el-Cerba rejim karşıtlığını azimle savundu ve birkaç puan aldı. Stratejik olarak daha önemli konu ise ABD Suriye Ulusal Koalisyonunu (SNC) Suriye muhaliflerinin temsilcisi olarak konumlandırdı. Cenevre II toplantısı ABD’nin akıllı-güç stratejisinde bir sonraki hamlesi için zemini hazırlamış oldu. Bundan sonra ABD’nin ‘’Özgür Suriye Ordusu’’nu ve ‘’İslamcı Cephe’’ yi Suriye rejimine karşı askeri başarılar kaydetmeleri umudu ile ciddi ölçüde silahlandırması gibi daha saldırgan aksiyonlar beklenmelidir. ABD ile Suudi Arabistan arasında her ne türlü anlaşmazlıklar meydana gelmiş olursa olsun, Cenevre II toplantısındaki icraatlar bunları aşmada çok etkili oldu ve ortak bir post-Cenevre II akıllı güç stratejisine doğru yolu açtı.
Burada Lübnan ile ilgili bir söz söylemenin sırası geldi: ABD ve Suudi Arabistan’ın tüm siyasi rakipleri kapsayan bir hükümet kurulması saçmalığını kabul etmesi Cenevre II toplantısından doğan bu stratejik hatta denk gelir. Tüm etkisi Lübnan’daki ABD düşmanlarının hesap vereceği günü ertelemek olacaktır. ABD stratejisi Suriye’de başarıya ulaştığında, ABD diğerlerinin de hizaya geleceğini ummaktadır, bunlara Lübnan ve Filistin de dahil.
Bununla birlikte, ABD Rusların, İranlıların, Suriyelilerin ve bunların müttefiklerinin nasıl karşılık vereceğini bilmiyor. ABD Cenevre II’yi bunları pusuya düşürmek için tasarlamış olmasına rağmen Rus diplomasisi hafife alınmamalıdır. Suriye’deki rejimde bu kapsama girer. Büyük bir saldırı ile sağlanacak hızlı askeri zaferler Suriye’de (ve bölgede?) sürdürdüğü aracılı savaşında Amerikan planlarının altından halıyı çekme potansiyelini içinde barındırır.
ABD Cenevre II kartını Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine Suriye’ye karşı Birleşmiş Milletler onaylı bir askeri harekat sağlamak için mi kullanmalıdır. Eğer öyle olursa bu (yanlış)hesap tüm tarafları başlanılan noktaya döndürecektir. Böyle bir durumda, topyekun bir bölgesel savaş beklentisi çirkin başını tekrar kaldıracaktır.
Ölümler ve yıkım uluslar ötesi şirketler ve bunların belli başlı kapitalist ülkelerdeki temsilcileri için karlı olabilir , ama bölge (ve dünya) halklarının böyle bir bölgesel felaketden hiçbir çıkarı yoktur. Bu sebeple emperyalist hegemonyaya karşı çıkmak, özgürlük, demokrasi ve refahı kurmak onlara kalmış.