Bazı zamanlar vardır, hiç kimseyi gözünüz görmez-görmek istemez, kaçarsınız ama kaçtığınızın ne-kim olduğunu bilmezsiniz, alışveriş ya da adına “kafayı dağıtmak” koyduklarınıza koşarsınız olmaz, yalnızlık iyi gelir dersiniz, bazen gelir bazen gelmez, sizi bilenleri hiç istemezsiniz çünkü bilirsiniz bazen siz de bilmezsiniz sizi…
İşte o zaman hiç düşünmeyin, -çünkü ben düşünmem- vurun yollara ve girin bilmediğiniz sokaklara, tanımadığınız binalarla dolu yollara, hayatlara… Alın biletinizi, çekinmeyin, hatta fırsatınız varsa gidin kalın, her hikaye adım atmakla başlar, her başlangıç tertemiz, sizin daha dokunmadığınız hikayeler barındırır. Onlara göz atmaktan, onlara göz atarken kendinizinkiyle kıyaslamaktan çekinmeyin. Bu sizi düşürmez, üzmez. O sokağın insanıymışçasına yaşayın. Kendinizden vazgeçin bir kereliğine. Hayatlar, kişiler, olaylar, koşullar hepsi birbirinden farklıdır ama hisler hep aynıdır. Tattığınız bu aynı hislere yaşayacağınız farklı, yaşanmamış hikayelerle değişik tatlar katın, yorulmayın. Ve en önemlisi ASLA vazgeçmeyin yürümekten. Her bina farklıdır. Resmedin. Makinenizin kalitesi hiç önemli değil, önemli olan o binalara baktığınızda bakarken hatırladıklarınız ve hatırlıyor olduklarınızın şuan size ne hissettirdiği. Beğenmediğiniz resimleri silin, yer kaplayarak yeni resimlerin hakkını yemesinler. Yürürken yere de bakın göğe de. Yer döşemeleri her yerde farklıdır. Üzerinde yaşanmışlıkları, sevinç koşuşturmaları, ya da aşk kim bilir… Gök hep aynı zannedersiniz, mavi ya da bulutlu, yağmurlu kim bilebilir. O gün güneş belki sizin için açmıştır, ya da o günün yağmurları alıp götürsün kafanızdakileri diye yağıyordur. Şemsiye aramayın, bırakın damlalar aksın yanaklarınızdan, ya da uçları kırılmış saçlarınızdan. Saçlarınızın var oluşuna mutlu olun, olmayabilirdi de. Hala yürüyorsunuz değil mi? Hayır dinlenmek yok. Peki, kulağınızdaki müzik? Bana müzik olmadığını söylemeyin. Adımlarınızı melodisiz atamazsınız. Fonda müzik olmadan hiç görmediğiniz binaları, kaldırımları, arabaları keşfedemezsiniz. Arada şarkıların hatırlattıklarına gülümseyip, onları yürüdüğünüz sokağa koymadan yeni yerlere kimlik veremezsiniz. Ne içiyorsunuz? Belki içinizi ısıtan, hafif soğumuş bir sütlü kahve, ya da içinizi serinletsin diye soğuk meyveli bir şeyler.Not defterinize o anı yazın. Gördüklerinizi ya da gördüklerinizin size gösterdiklerini. Yanına minik kalpler ya da yıldızlar da ekleyin, kim demiş sadece çocukken yapardık diye! O anı önemli, daha da önemli kılsın, diğerlerinden üstün olduğunu göstersin size okurken. Aman yazdığınız saati de es geçmeyin! O sizin hayatınızda sahip olduğunuz tek “O AN”. Bir daha aynısı yok. Aynı sizin gibi, sizin de TEK olduğunuz gibi.
Yeni şehrin, semtin ya da her neyse o sokağın her yerini gördüğünüze ve saatte geç olduğuna göre geri dönme vakti. Siz yaşamanız gereken anı yaşadınız. Görmeniz gereken-gerekmeyenleri gördünüz. Önemli dediklerinizi hafızaya attınız. Bazen sevmediğiniz müzik çaldı, değiştirdiniz. Belki ağladınız belki de insanların şaşkın bakışlarına aldırmadan güldünüz kahkahalarla ya da yol boyunca sırıttınız gördüklerinize. Fotoğraf makinenizin bataryası bitti ama her yeri karelemiştiniz zaten. Telefonunuzsa hiç çalmadı hayret, belki de ben demeden kapatmıştınız “sadece size ait olan” bu tanınmamışlığı bozmasın diye. Ama artık yanlışlıkla girdiğiniz çıkmaz sokaktaki dondurmacıdan dondurma alma vakti şimdi ve güneş batarken kulağınızdaki ya da dudaklarınızdaki ritme onu uydurma zamanı…
*** Unutmayın daha keşfedilecek çok yer var…