1) I. Körfez Savaşı ve Baas’ın yıkılmasından sonra ‘kimlik’ siyasetine giren Orta-Doğu toprakları ‘hayvanat bahçesine’ döndü, Şiiler ayrı kafes sokaklarda, Sünniler ayrı hücre caddelerde, kasabalar tavşanlar ayrı çakallar ayrı çitler ve silahlı korumalar ve yüksek güvenlik duvarlarıyla ayrılmışlar, ‘kimlik siyasetinin’ hayrını görün.
Onlarca yıl ülkenizin liberalleri işte bunun adına ‘özgürlük’ deyip sabahlara kadar ekranlardan üstelik üniversal siyasal haklar budur diye hava atarak sattı.
2) İstanbul’da gazeteci arkadaşlar arasında gizli bir masonluk derecesi gibi, moda bir ‘etnik milliyetçilik’ yani ‘Kürtçülük’ü benimseyenler, gizli ve üst bir elit’ sınıfa atlamış hissediyorlar kendilerini.
Bu gizli masonluk derecesini alanlar diğer gazetecileri yazarları adamdan hatta insandan saymıyorlar. Yanisi etnik Kürt milliyetçiliği ‘ezoterik’ bir gizli tapınağa dönüşmüş durumda. Ancak, bu tarikat üyelerini anlayabilmek için grup psikolojisinde sosyal psikolojide uzmanlaşmış olmanız gerekiyor. Çünkü tek kişiye birkaç kişiye ait ‘özel bir vaka’ değil.
Benim için bu ‘hilkat garibesi’ arkadaşları anlamak çok zor değil, gazetecilikte güya bir aşama sağlamak için önlerine koyulan bir sert ‘etnik milliyetçilik’ duvar var, bu duvar Batılı gazeteciler ve batılı sivil kurumlar tarafından inşa edildi, ve hiç biri ‘yalnız’ ve ‘bağımsız’ kalmayı göze alamadı, onları aşağılayıp hor görürken hiç haksız değilim. Etnik milliyetçilik hiçbirinin kendi düşünsel serüvenlerinin bir sonucu değil, aşırı insanseverlikleri hiç değil, sadece meslekte ‘kabul edilmek’ için bir üçüncü dünya ekolu, bir referans.
TAYYİP BEY OSMANLI’YI KURACAKTI, ELİNE SOPA ALIP HALEP’E ŞAM’A DALDI
3) Bu, Nusra’nın elindeki kimyasal silahlar Türk Dış Politikası’nın başını çok yakacak, konu Güvenlik Konseyi’nde adam gibi tartışıldığında Rusya’nın elindeki ‘belgeler’ Türkiye’yi, o çok sevip benimsediği ‘değerli yalnızlık’tan Kuzey Kore gibi kuduz köpek karantinasına çevirirse şaşırmayın. Davutoğlu’nun suratına da bugünlerde iyi bakın, her an zehirli bir kaya gazı fışkıracakmış gibi.
4) Sayın Tayyip Bey’in ekranlarda gözyaşlarına şahit olduk. Şaşırdım. Hatırlayın Irak’a atom bombalarının naklen yayın atıldığı günleri. Milyonlarca insan ölüyor. Tüm dünya atom bombası atanların yanında, bizim liberallerimiz ve iktidarımız da işgalcileri alkışlıyor. İşte o gece SKY’da konuşuyorum, ‘yok mu bir Müslüman’ deyip ekranda gözyaşlarımı tutamadım, ağladım. Ertesi gün şimdi Adeviye’ye ağlayanların tümü internet sözlüklerinde sağcı solcu anarşist yazanların tümü bana yüzlerce sayfa tutarında ‘deli’ dedi.
Bana deli diyenlerin aralarında psikiyatrist arkadaşlar dahi vardı. Bu aktivist psikiyatrist arkadaşa, saçımdan bir tel kopartıp verdim. Bakın bu saç teli kullandığınız uyuşturucu anti-depresan hap hepsini kayıt ediyor, buyurun, sizde kalsın. Diş çekimi dışında hayatım boyunca ağrı kesici dahi kullanmadım, daha ağır haplar kullananları da asla kınamam, ama ben kullanmadım. Bana deli diye yaygarayı basıp kampanya düzenleyen birçok yazar arkadaşın da en keskin en imansız anti-depresan haplarla ayakta durduklarını gayet iyi biliyorum.
Şunun için söylüyorum, ‘haplar’ duygu durumunuzu bozabilir? Bu kalleş ortam karşısında yapacak bir şey de yok, şunu yaptım, polis baskını da yediğimiz, yazdığım ve okuduğum kitapların arasına hep bir saç teli koyuverdim, çok çok ilerde birileri, ‘duygu’ durumumun sadece hakiki kelimelerin işi olduğunu anlayıversin, diye.
Haplarla heyecan akışları bozulmuş arkadaşları ise isim isim biliyorum, anti-depresan külliyat onları sonunda etnik milliyetçilik revirlerine kadar taşıdı, adları, bir insanlık namusudur ölünceye kadar böyle şeyler söylenmez.
Sarhoşlukları duygu durumları heyecanları haplarla bozulmuş bu arkadaşlar bilmem neden ekranda milyonlarca insan atom bombaları atılırken ağladık diye ismim üzerine kampanya düzenlediler, şunun için, Amerika Irak’a atom bombası atıp insanları yok ederken, bu arkadaşlar da kendi ülkelerinde ‘muhalif’leri yok etmekle meşguldü. Tabii arada ‘Saddamcı’ da oluvermiştik. Şimdi hala kimyasallar atılıyor ve ben saçımın her telini hala heyecan verici buluyorum, çünkü olup biteni ‘sahici’görebiliyorum.
5) Aslında Tayyip Bey Osmanlı’yı kuracaktı, eline sopa alıp Halep’e Şam’a daldı, bir türlü Esad’ı bulamadı, Esad önüne bir çıksaydı, o zaman görürdünüz Osmanlı nasıl kurulurdu. Ancak çok su götürür bir Osmanlı olurdu bu, bir tek küffar öldürmeden ve sadece Müslümanları öldürerek kurulmuş çok acayip bir Osmanlı. Küffar öldürmeden Müslüman öldürecek sonra da ağlayacaksın, bence içimizde Osmanlısını kuramadığı için delirmiş ve her vahşeti göze almış milyonlarca ‘deli’ var, aralarına anayasaya kimlik sokamadığı için deliren etnik milliyetçi liberal yazarların da katılması pek yakındır.
6) Aslında Osmanlı İmparatorluğu’na yanlış başladı, Osmanlı ilk yüz elli yıl Batıya doğru gelişti, sonra Uzun Hasan, Çaldıran derken doğuya. Tayyip bey, ‘Batı zaten cepte keklik’ deyip direk Suriye Mısır’a daldı, burada hesap karıştı, Batı’nın Faiz ve İsrail ve bilumum lobileri ‘HOP Bİ SANİYE’dedi.
Neyse Tayyip Bey’in veliahtlarına ders olsun, bir dahaki sefere, Batı’dan başlamalarını salık veririm, unutmasınlar, Mustafa Kemal ‘İlk hedefiniz Akdeniz’dir dedikten sonra Atatürk olmayı başardı.
İMPARATORLUKLAR ZAFERLE KURULUR
7) Başka yanlışları da oldu, Osmanlı donanması cihan harbinde çökmüştü, Tayyip Bey, bu acı gerçeği bilerek, önce evlatlarının her birine ‘gemicikler’ alıp donanmayı tamamlamak istedi. Ancak evlatlarına hazırladığı donanmayla değil İHH’nın gemisiyle Gazze Seferi’ne çıktı, o gece hava kapalıydı ve rüzgar aksi istikametten esiyordu, yoksa az daha Filistin Sahilleri’ne ulaşacaktı. Buradaki yanlış şu, Tayyip Bey, gemi İsrail askerleri tarafından vahşice basılınca, ki bunu tasarlamışlardı, iç politikadaki‘mağdurluğunu’ dış politikada da büyük bir ‘mağduriyet’e döndürmeye çalıştı, işte bu olmadı, mağduriyet psikolojisiyle imparatorluk kurulmaz, benim bildiğim imparatorluklar ‘zaferle’ kurulur.
8) Bir yanlışı da ‘yaş’ olarak geç kaldı, İskender 30’una varmadan Hindistan’daydı, Napolyon 35’inde Mısır’da, bizimkine bakar mısın, 60’ına geldi şurda Halep nedir bir saat, giremedi, tabii bu yaşına kadar yapacak imar gibi belediye gibi satılacak yağmalanacak çok şeyle oyalandığı için, vakti kalmadı. İnsan Osmanlı kurmak gibi acil bir sorunu ihtiyarlığına bırakır mı?
9) Olsun, yine de Allah’tan ümit kesilmez, eski filozoflar da böyle söyler, bedenden önce can ayrılır, sonra ruh, en son ümit, hatta bir iddiaya göre mezarlıkların asıl gerçek ziyaretçilerinin yani mezar sakinlerinin en yakın akrabalarının ‘ümidoğulları’ olduğu söylenir.
10) Yine de büyük dünya liderimize dünya milletleri bu gösterdiği büyük gayretlerden sonra birkaç ülkeyi bağlamalılar, Somali, Sudan, Etopya’yı şu son günlerinde ne olur sanki Tayyip Bey’e bağlasalar, o da kurtulsa biz de. Bugüne kadar Birleşmiş Milletler’den bir şey istediğimiz vaki oldu mu, birkaç kıyıda köşede haritasız olsun yoksul hükümetsiz olsun, birkaç ülkeyi çok görmeyin. Gerçi şu anda çok insan sınır kasabamız Ceylanpınar’ın namusunu kurtaralım, bize yeter diyor, ama bu insanlar‘yurtda sulh dünyada sulh’ diyen Ergenekoncu tayfasından olur, itibar etmeyin.
11) Tayyip Bey, kızgınlıkla Suudlar’ı aramış, telefonda bağırarak,‘Mısır’daki darbeye kaç milyar dolar yatırdın?’ diye sigaya çekmiş, Kral Faysal şöyle cevap vermiş: ‘Sana yatırdığımın yarısı bile değil.’
Ah tarihçiler ekranlarda hiç birinizi göremiyorum, Baas’ı Amerika İsrail tezgahlarıyla el altından yıktıran güç bunlar değil miydi, şimdi Suudlar Baas’ın uzantısı Sisi’ye milyar dolar verir hale geldi, bu dünya ne hale geldi?
12) İslam’da kumar var mıdır, yoktur, peki bu kadar büyük bir kumarı niye oynadı, şu açıdan, kazandığın müddetçe kimse niye kumar oynuyorsun demez. Ama işte kaybetti.
Olsun yüce dinimizde buna da bir hileyi şeriye cevabı vardır: ‘Daha oyun bitmedi.’
Biz kahvede çoğu kez ‘altılıyı’ arkadaşlarla ortak oynuyoruz ve şu ana kadar hiçbir arkadaş kupon oynanırken ya da yatırıldıktan sonra ‘ben çekiliyor başka at’a oynuyorum’ demedi. Yani Tayyip Bey, Suudlar’la bir‘altılı’ kupon’u dahi becerip yatıramadınız, hangi akılla Suudlar’la ehli sünnet imparatorluğu kurmaya yeltendiniz?
ORTADOĞU TARİHİN EN KANLI GÜNLERİNİ YAŞIYOR
13) Bir yanlışı da ‘kurmayları’. Komik derecesinde zayıf kişiliksizdiler. Bir gün bilmem ne kralı bir kasabayı ziyaret ederken köylülerin bir ressamla dalga geçtiklerini görür. Kral şöyle demiş, şimdi ben, bir nişanla hepinizi asilzade yaparım, ama hiçbirinizi sanatçı yapamam.
Binlerce köylüden asilzade köşe yazarı yaptı, ama hiçbiri sanattan bilgiden bilimden nasibini almadığı için, hepsi ‘telekineze’ye bağlanıp dünyalıların götüyle gülmesine yol açtı. Olsun hepsi iş güç maaş sahibi olup oyalandılar. Ne pahasına? Orta – doğu toprakları Moğol istilaları dahil tüm tarihlerin en kanlı günlerini yaşıyor!
14) Tuhaf şeyler var, Başbakanımız iki gün önce, AKP il başkanları toplantısında ve 20 Ağustos gibi bir mevsimde aksırıp tıksırmaya başladı. Ya üşütmüş ya grip. Mevsim geçişlerinde insanların grip ya da üşütmesi normaldir. Ancak 20 Ağustos gibi bir mevsimde üşütmek normal değildir. Bu ülkenin doktor sayısı kaç, üç yüz bin var mı? Hiçbiri kalkıp, yahu bu mevsimde hastalanmak aşırı zayıf bir bedenin alametidir, diyemedi.
Aynı konuşmasında Başbakan, bir de diktatör diyorlar, diktatör olsa hepsini asar, dedi.
Sayın Başbakanımız, 20 Ağustos’ta aksırıp tıksırdınız, herkes korkudan sesini çıkaramadı, 20 Ağustos gibi bir tarihte üşütmek grip olmak ancak çok zayıf çok hasta bir vücudun eseridir. Eskiden kraliçeler hastalanınca düşmanlara hastalık bilgisi sızmasın diye saray içinde dahi yüzlerinde maskeyle gezerdi. İşte modern toplumda Başbakanımız niçin hasta diyecek adam yok, bu rejimin adı nedir?
Ve şüphesiz, Suriye Savaşı’nın tam ortasında insan başkomutanın hasta olmasından pek tabii endişe duyuyor!
15) Bu diktatörlük suçlamasını da üstüme alıyorum, bu ülkede ‘derin devlet’ kalıbını ilk kullanan Nihat Genç’tir, Tayyip Erdoğan’a karşı yıllarca aralıksız ‘diktatör’ benzetmelerini ilk kullanan da Nihat Genç, kendimi savunayım, Sayın Başbakanımız, SKY’a dört yüz milyon dolar vergi cezası, beni işten attılar, Hürriyet’e 2 milyar vergi cezası, ART televizyonuna polis baskını, ODATV’ye polis baskını, Kanal Biz’e polis baskını, Ulusal Kanal’a polis baskını ve halen ona yakın yöneticisi içerde, işte, bu kadar polis baskını ve susturmayı ancak bir diktatör yapabilir diyerek ‘benzetmelerimizi’ inşa ettik, kimsecikler korkudan söyleyemiyordu, yanlışımız eksiğimiz gediğimiz var mı?
Yıllarca baskın yemiş susturulmuş TV’lerde nihayet bir delik bulup bu benzetmeleri defalarca dile getirdik ve herkes bize ‘deli’ diyordu, şimdi tüm dünyalılar ‘diktatör’ benzetmesini kullanıyor, bizim için anlamı ve derinliği kalmadı. Terkinize bağladığınız asılsız sahte polis baskınları tutuklamalar müebbetler işte ortada, üç-beş yıl dünya yakında öğrenecek diyorduk, sonunda öğrendi, bu kadar, ancak diktatörlüklerin de çeşitleri vardır, bizi üzüp mahveden bu kadar küçük komik zekalarla bu kadar büyük haksız hukuksuzlukları hangi akla güvenip inşa ettiniz, şimdi size beyzbol sopası gösteren akla mı? Üzüldüğümüz asıl şey ise, bu diktatörlükler hiç mi zeka sıçraması yapmaz hiç mi ilerlemez, liberal tayfanız durumun farkında bu yüzden diktatörlüğünüzü güzelleştirmek inceltmek sevimlileştirmek için geçen on yıl içinde yeterince titiz çalıştılar, biz de doğrusu onların zihin jimnastiklerine sonra da kıçlarındaki tekme izlerine hayran kaldık.
16) Burayı çıkarttım, ne olduğunu, çatlayın, söylemem.
SEÇİM HİLESİ GİBİ BAŞKA HÜNERLERİNİZ Mİ VAR?
17) Sayın Başbakan Obama’dan fırça yediği gün hiç oralı olmadan yine bildiğini okudu AKP kitlelerine hedef olarak 2071’i gösterdi.
Bizim ve dünyalıların bir seçim dönemine kadar sabır etmemiz beklenebilir, bunu anlarım, ancak içimizde 2071’e kadar sabır edecek kimsenin kaldığına inanmıyorum.
Sayın Başbakanım, sabır lafı muhafazakar kültürümüzde kutsal bir davranış olarak övülse de, gerçeği söyleyeyim, sabır eşeklere özgü bir karakterdir.
Unutmadan, iki de bir demokrasi sandıktır, diyorsunuz, lafımız yok, öyledir, ancak dünya demokrasi tarihi, sandıktan ‘eşeklerin’ çıktığına bolca şahit olmuştur.
Arkanızda Obama da olmadığı halde siz hala sandıktan bu kadar bol eşek çıkabileceğine nasıl inanabiliyorsunuz? Seçim hilesi gibi başka hünerleriniz mi var!
18) İslamcılar da her şeyi Tayyip Bey’den bekliyor, Başbakanımız İslamcılar için daha ne yapsın? 600 yılda kurulmuş imparatorluğu, on yılda hem kurdu hem yıktı?
Bosna’dan Tunus’a Cezayir’e selam olsun yazılarınızı her biriniz birkaç adet yazdınız mı, yazdınız, ee hevesinizi aldınız, artık yetsin bokunu çıkartmayın.
Irak, Suriye, Mısır kan gölüne döndü, milyonlarca göçmen, yüz binlerce ölü, hevesinizi aldınız, tadında bırakın. Orta-Doğu’da ölü sayısı milyonlara çıktı, yıkılmadık cami çarşı kalmadı, siyanür gazları kimin cebinde belli değil.
Bu kanı durdurmanın daha kolay bir yöntemi var, boğazınıza takılan şu Osmanlı rüyası kancasını biraz can acıtacak ama çekip çıkartın.
Bu misinayı boğazlarından çekip çıkartacak bir ‘balıkçı aranıyor’ diyeceğim ama, misina da ne misinaymış, aslında kanca boğaza girse yırtarak çekersin, kanca midelerine kadar indi, sorun da burada, çekseler, boğazları yırtıldığı için değil açlıktan ölecekler!
19) Tayyip Bey’in bir yanlışı da, bu milletin bir başı var, o da ordu, deyip, ordunun başını kesince zafere ulaşacağını sanıvermesi.
Oysa Gezi direnişiyle gördük ki, bu milletin başka türlü başları da varmış, halk gibi. Hatta ‘çarşı grubu’ bile baş oldu. Görülmemiş bollukta ‘grup, sivil kurum, siyaset’ Gezi direnişiyle ‘baş’ oluverdi.
Halkın taraftarların birer birer başının kesilmesi ise pek tabii zaman alır, seçimler yanaşır, bunca insanın kafatası kırılacak kemikleri ezilip bulamaca çevrilecek çok zaman alır çok, PKK harekete geçer, çok sıkıntılı, çok.
Tayyip Bey, bu milletin bir başı olduğu aklını size veren liberal yazarlarınız o günlerde ne kadar mutluydu, o ne güzel günlerdi, orduyu içeri tık, anahtar teslim, tamam, değilmiş. Bakın yandaşlarınız ve liberallerinizin hepsi ısıracak gücü kalmamış köpeğe döndüler, ama ülkenin her bir yanından öfkeli ‘baş’lar fırlıyor.
20) Aklım yine orda kaldı, Sayın Başbakanım Mısır için döktüğünüz gözyaşlarınıza inanmıyorum, Irak’takiler şimdi Suriye’dekiler Müslüman değil miydi? Sevip okşamak için kuşçu dükkanından renkli tüylü kuş seçer gibi. Müslüman kanında da mikroskopik siyasal balistik incelemeler yapıp sonra mı ağlıyorsunuz?
EY MÜSLÜMAN, NASIL BİR YARADAN KAN AKIYOR HALA FARKINDA DEĞİLSİN!
21) Obama yönetimi Tayyip Bey’i çok sert dille eleştirmiş, tarihinde kullanmadığı bir kınama diliymiş… Pek yakında sinemalarda ‘aranıyor’ ilanı çıkarsa şaşmayın. Şaka değil. Başından beri söylüyorum, Nusra’nın elinde kimyasal, ne iş, kim verdi, bu iş hem Davutoğlu’na hem Tayyip’e çıkmazsa ben Ruslar’a Rus demem, onların yalancısıyım.
Batılılar’ın ajanlarına oyunlarına kandılar, şimdi Batılılar gözlemci gönderiyor, sonuç, kimyasalı o attı bu attı, her iki taraf da Müslüman. Müslümanlar birbirine kimyasal atıyor ve ahlak masasında Batılı kurumlar.
Ey Müslüman, nasıl bir yaradan kan akıyor hala farkında değilsin!
Hangi akla hizmet karmakarışık adamlarla karmakarışık savaşın içine giriyorsun.
Öğren, kimyasal savaş şu demektir, ayakta kalanların hepsi suçludur!
22) Suriye’deki El Kaide’nin şubesi Nusra’nın bütün militanları Tayyip Erdoğan’ı ‘halifeleri’ ilan etti.
Yetmedi, ülkemizde birçok danışman, yazar gibisimci, ne kadar dangalak var onlar da Tayyip Erdoğan’ı ‘halife’ ilan etti.
Ayıp diye bir şey var, bunu on yıl önce söyleseydiniz adam da rahat etseydi, şurda birkaç ayı kalmış, giderayak, oldu mu şimdi, halife de neyin halifesi, son halife malum, cihad ilan etti, Yozgat ve Çorum’dan başka cihadına katılanı kalmadı. Şimdi de halifemizin cihadına ‘twitter’dan başka destek yok. Ayıptır be.
23) Ekonomi çöküşe geçti, Tayyip Bey’in aslan bakanları, hala dünyanın ilk yüzünde bizim otuz müteahhit işverenimiz var diye iftihar ediyor.
İnternet sözlükçüleri ağzıyla, ya geçecen bunları!
Bakana bak hala nerde, müteahhitleri varmış, adam müteahhit, işi yol yapmak, bu mu başarı, babasının parasıyla mı yapıyor?
Hiç unutmam, bizim köyden bir nineye elinde mikrofon TRT kamerası soruyor, nineciğim, bu ağaçlar niye böyle hızlı büyüyor, diye.
Nine cevap veriyor: Büyüyecekler tabii, başka işleri mi var, onların da işi büyümek.
24) Tayyip Bey’in büyük hitabet sanatına(!) bakıyorum, hala ‘yiğitlikten’ gidiyor.
Sayın Başbakanım ‘doğru insanların yiğitliğe ihtiyacı yoktur’.
Ve sayın Başbakanım şu kefenli konuşmaları bırakın mezarlık herkese aynı uzaklıktadır.
25) Mısır Adeviye meydanındaki katliamdan sonra yandaş ekranlarda ‘ölürüz, öleceğiz’ nutukları çoğaldı.
Nasreddin Hoca, camide vaaz dinliyor, vaazı veren, eşsiz bir cennet anlatıyor, cennetin nimetlerini ballandırarak.
Nasreddin Hoca dayanamayıp laf atıyor: Ne duruyorsun, hemen ölsene.
26) Ciddileşelim. Müslüman Müslümanı öldürüyor. Ortadoğu toprakları, eşine ancak Moğol istilasında rastlanacak hatta ondan da vahşi bir cehennem yaşıyor. İdeolojik İslam her yerde iflas etti. Şimdi Adeviye Meydanı’nda Müslümanları yine cebinde Kur’an taşıyan Sisi’nin askerleri öldürüyor.
Hepimiz soralım, bir Müslüman o tabut’a sığar mı?
Müslüman’ı tabuta sığdıranlar ideolojik İslam’ın marifeti, ideolojik İslam tarihin değil, son altmış yılın ürünü, Batı karşısında ezilmiş yenilmiş ve bu yenilgiyi anlayamamış bilgisiz sanatçısız bilimsiz insanların ürünü.
Reçine içinde fosilleşmiş böcekler, hala ‘üretim’den konuştukları yok. Katma değer artı değer olmadan üretim etrafında örgütlenmeden bu iç savaşların önü alınamaz, bildikleri tek satır yazdıkları yok. Kusursuz eşsiz bir cehalet! Çağımızın Stalin ve Hitler’inin yanına hoş geldiniz! Ama keyfiniz hala gıcır ve boş zamanımız maşallah pek çok, Osmanlı seferleri nutukları çekmeye devam edin! Bedavadan maaş verdiğin adamın çok lüks zamanı olur, bu lüksü herkes kullanamaz. Bu lüks zamanı üretime artı değere katma değere bilimsel sanatsal bir esere herkes çeviremez. Atın nutuklarınızı okuyun dualarınızı, aptallığın dibi mi var, ama en çok ihtiyar apdallara şaşıyorum, demek ki adamın aptallıklarına altmış yıl kimsecikler karışmamış, işte şeyh mürid ilişkisi böyle bir şey, acıklı kanlı bir bilanço varmış, kimin umurunda, yürüyün Tayyipoğulları!
27) Olan olduktan sonra şimdi İslam dünyası Tayyip’e çok dar görünüyor, mübarek Başkanımız ne Gazze’de namazını eda edebildi ne Şam’da, oysa çok da hevesliydi.
Oysa… ‘huzurlu’ bir insan olsaydı, İslam dünyası, çok geniş görünürdü, kendisine. Namazını, canı nerde isterse, sabaha kadar kazalarıyla nafileleriyle bol bol huşu içinde kılardı. Güzel güzel anlattık, anlayamadı, yüksek bir mevkiye gelir gelmez hemen ‘savaş’ dedi.
Şimdi de etrafındakiler ‘beyefendi çok hastasınız kendinizi üzmeyin’ diye telkin veriyorlar.
Bu nasıl akıl, milyonların kanı dökülüyor, suçlusu kim, ben mi üzüleyim.
28) Sonunda hiç değilse Tayyip Atatürk’ün yaptığını yapsa, Cihan harbinde, Suriye, Mısır, Kudüs kaybedilince, Mustafa Kemal Anadolu’yu tutalım dedi, Misak’ı Milli bundan sonra konuşulmaya başlandı.
Tayyip Erdoğan’ın Misak’ı Milli’yi korumaya gücü kaldı mı?
Başından beri Tayyip Erdoğan’ın Misak-ı Milliyi korumaya hevesi var mıydı?
TAYYİP BEY’E TEK TAVSİYEM: İSPANYOLCA ÖĞRENSİN
29) Borsa çöküşe girdi, Tayyip Bey için tehlike çok yakına geldi. Artık tomayla gazla defedemeyecek kadar yakında, Borsa’nın kapısına Toma göndermesi an meselesi.
Tayyip Bey’e tek tavsiyem, vakti olursa, İspanyolca öğrensin, Don Kişot’u Türkçesinden anlayamadı, belki İspanyolcasını çözer.
Malum Don Kişot, atalarının kahramanlıklarını hayal içinde yaşayan tarihlerin en büyük fantastik tarihi romanıdır.
Çoğu şeyler kulak kabartmayla öğrenilmiyor, yüzlerce sayfayı sabırla çevireceksin ve günler geçtikçe hafızanda o sayfalar büyükçe bir yer kaplayacak, hayali gerçeği öğrenmek en temel eğitim, vazgeçilmez bir insanlık ödevidir.
Şimdi yorgun argın isteksiz bir ihtiyar yüzüne bakıyorum ekranda, Don Kişot’un son sayfaları, hayalinde hayatının en güzel sahneleri, ordusunu tasfiye ettiği gün mü desem Şam’a sefere çıktığı gün mü, ‘one minute’ mi, hayal içinde kılıç kuşandı dopdolu yaşadı işte.
30) Ey Tayyip Bey! Uyandın ise cevap ver, şu soruyu cevaplayabilirsen, canımı ye!
Sorum şu, Suriye’de kaç tane savaş var! Nusra Kürtler’e saldırıyor. ÖSO hem Esad’a hem Nusra’ya çaktırmadan savaşıyor onlar da bir yandan Kürtler’e karşı savaşıyor. Hizbullah Suriye’nin yanında hepsine. Kürtler hem Türkiye’ye hem Nusra’ya. Ruslar neresinde, İran neresinde, İsrail birkaç kez bombaladı niye, Obama Hillary’den sonra ne oldu ben de karıştırdım.
Bir özet geç, kim kime karşı savaşıyor! Ve Türkiye halkı, bu savaş başlamadan hangi hayaller içindeydin şimdi hangi ucube şeklin içindesin!
Davutoğlu’nun sanat gücüne hayranım, Picasso tablosu gibi, değil, Picasso’ya özenmiş Kenan Evren tabloları gibi. Öyle bir savaş ki bu savaşı anlayacak tek kişi kalmadı yeryüzünde.
Bu resmin eleştirisini yapayım biraz, ortalıkta o kadar laf var ki acı hüzün hayal kırıklığı dahi görülmüyor, rezillik utanç vahşet, her an her şekle girebilen devletler insanlar, dipsiz bir alçaklık namussuzluğun adı Müslüman Cihad olmuş, milyonlarca kadın ve Müslüman çocuk, kimlerin eline düşmüş kimlerin elinde kalmış, milyonlarca Müslüman kadın ve çocuk tek bir ‘insan’ tanıyamadan ölüyorlar, satılıyorlar tecavüze uğruyorlar evlerinden kocalarından çocuklarından yurtlarından oluyorlar, milyonlarca Müslüman kadın ve çocuk, kusursuz bir cinnetin kurbanı oluyor, bizimkisi mağduriyetten belki yine oy çıkar diye ağlıyor.
31) Mursi’ye iktidardayken bütün akılları AKP verdi. Türkiye’de kafası kesilmiş ordu görüntüsü Sisi’nin kanlı darbesini hazırladı.
Şu ünlü Obama’nın beyzbol sopası, yakında onun da çıkar kokusu, Obama, Tayyip’e buraların ağası benim sen kahyasın, dedi. Ve İslamcı uyanıkların aklı Batılılar tarafından ‘çerçeve’ içine alındı.
Irak işgalinden önce Bush’un açtığı yakalanacak 52 iskambil kağıdını hatırlayın. Şimdilik İslamcı akıl kuşatma altında. Bu eşeğin ölüsü yol ortasında kalacak.
Batının görüş alanı artık İslamcı ideoloji, henüz on yıl önce Batılı siyaset bilimciler’in Orta-Doğu’nun en parlak taşları diye takdim ettiği ideolojinin, şimdi linyit kömürü kadar değeri kalmadı. Artık İslamcılar rahat hareket edemiyor. Birbirlerine karşılıklı söyledikleri her türlü yalanlarının maskesi düştü.
MUSEVİLER ÖYLE BİR İNTİKAM ALDI Kİ…
32) Ağır mevzulara girelim, 1960’lı yıllardan sonra İdeolojik İslam elli yıllık bir iç kavga verip ehli sünnet’i vesayetine geçirdi.
Kendi lideri ve şeyhi dışında ehli sünnet alimi bırakmadı, hepsini dışladı, yok saydı.
Ehli Sünnet’i ideolojik hücresine hapsetti.
Şimdi Adeviye Meydanı’nda İslam’ın dört halifesini dört parmak işaretiyle gösteriyorlar yemezler, dört halifeyi de ideolojik İslamcı görüşlerinin hücresine tıktılar.
Oysa ehli sünnet tarih boyu devletti, iktidardı, hilafetti, ehli sünnetin bin dört yüz yıllık hükümdarlığı vardı, sadece devlete kayıtsız bağlılığı değil muhafazakar kültürün ta kendisiydi. Ne oldu?
Birkaç hafta önce yazdım şaka değil büyük göç yabancı dilde exodus demek, Musa’nın Mısır’dan çıkması.
Tarihi üç bin beş yüz, dört bin yıl öncesi, bugün Museviler öyle bir intikam aldı ki, şimdi marjinalize olan şimdi Mısır’ı terk etmekte olan ehli sünnet. Akıl alır gibi değil.
Tüm tarihlerin en büyük hesaplaşması ve mağlubiyeti.
Oysa yerleşik kültürün en büyük abideleri ne Çin’in ne Hindistan’ın halkları devleti ve gelenekleri ehli sünnet gibi muhteşem bir gelenek oluşturamadı. İşte o gelenek, önce ideoloji kafesine sonra da yabancı ajan tezgahlarına girip tarihlerdeki en büyük katliamların konusu ve dışlanmaları haline geldi.
Adeviye’deki katliamlar bir darbenin katliam görüntüsünün çok ötesinde, tüm İslam tarihi içinde çok büyük bir dönüm noktasıdır.
İslamcı ideoloji sadece Cumhuriyet’in ordusunu donanmasını sahte belge ve ajanlarla batırmadı, kendi inancı saydığı Ehli Sünnet’e tarihlerin en büyük onur kırıcı mağlubiyetini yaşattı.
Ehli sünnet genelin inancı idi, orta yoldu, doğru yoldu, ana akımdı, tarihteki bütün büyük İslam İmparatorluklarının itikadi görüşü idi. Son elli yılda Batı karşısında ezik İslamcı ideoloji önce onu hüviyetine geçirdi sonra ajanlar tezgahlar basiretsiz ve hayalci küçük adamlarıyla tarihlerin en büyük hezimetine uğrattı.
Şimdi ortalıkta kimin borusu ötüyor, Suudlar’ın Vahabiliği sonra Selefiye, bunlar da ehli sünnetten sayılır ama çok zor, çok uç imkanlar zorlanarak sayılır, birlik ümmet hayrına sayıldı, yani Selefiye ve yakını Vahabilik, gördünüz, önce tarihi ve medeniyeti ve kültürü çıkarıp attı yıktı sonra birinin doları parası diğerinin silahı kanlı örgütü işte ehli sünneti tarihten siliyor.
Uzun konuşulacak mevzu şu kadarı yetsin, İslam tarihinin en acıklı sahnesi, o her çağa her imparatorluğa her medeniyete özü ve toleransıyla şeklini vermiş büyük itikadi iman idelolojik İslam’ın marifetiyle nihayet son gününde Tayyip Bey’in bağırsak sorunlarına gelip tıkandı.
Düne kadar Cumhuriyetçiler ‘tehlikenin farkında mısınız?” diyordu, şimdi ehli sünnet ‘tehlikenin farkında mı?” ne anlatmak istediğimi anlayabilecek kaç Müslüman kaldı.
33) Tayyip Bey’e tavsiyem, yenilgi de haysiyet ister. Yenilmekte olan ordu, kendini rezil etmeyerek, hatta kahramanca ölümü kabullenen bir direnişle o an kaybettiği muharebeyi çok ileriki günlere ahlaki ders çıkartmak için kullanır.
Şöyle, 57. Alay da toptan şehit oldu, yani yenildiler ve öldüler, ancak öyle bir ahlak dersi çıkarttılar ki bugün hepimiz kendimizi 57. Alayının birer askeri gibi görürüz.
Tadında kıvamında bırakmak gibi bir şey demiyorum, ahlakı terk etmeden bırakmaktan söz ediyorum.
Buna savaş meydanlarının komutanları tarihe rezil olmadan bırakmak diyorlar, kayıp sayısını korumak için değil, ruhlarda yarattığı infiali torunlarına taşımamak için..
Yenilmekte olan ordu komutanlarının en büyük dehası buradadır, yenilgiyi savaş sahnesinde kabullenmek, yoksa, yenilgi rezilliğe ulaşır ‘inanca’ ‘ruhlar’a bulaşırsa asırlar boyu altından kalkılmaz hale gelir.
İşte o zaman bir ordu değil bir inanç, bir millet topyekun yenilir ve tarih sahnesinden çekilir.
İşte İslamcılar’ın hiçbir zaman anlamadıkları da bu, Mustafa Kemal, l. Cihan harbinde topyekun yenilmiş ve silahlarıyla teslim olmuş Osmanlı Orduları’nın bu feci hezimetini, ahlaki olarak kabul edilebilir ve üzerinde yaşanabilir bir coğrafyada göğüsleyip kabullenmesini ve kabul ettirmesini bildi.
Ey kendine Müslüman diyen kardeşlerim, niye bu kadar ahmak ve cahilsiniz. Mustafa Kemal, Osmanlı Orduları’nın topyekun teslim olan yenilgisini ‘hazmedilebilir’ bir orta büyük haritada, bütün dünyaya ve hepimize kabul ettirdi, niye hala bunu anlayamıyorsunuz?
Kerkük, Selanik ve Batum’u kim istemezdi? Ama on yıldır savaşmış ve topyekun teslim olmuş bir ordunun dağılmış parçalarından bir milleti ahlaken ve bedenen tamamen yok etmeden ancak bu kadarına gücü yetebildi.
ORDUNUZU VE MEDYANIZI VE AYDINLARINIZI BİR KALEMDE DAĞITTINIZ
34) Mustafa Kemal şunu yaptı, İngilizce hocasını sınıftan kovdu ve kara tahtaya kendi geçip ‘batılı üniversal değerler’i kendi halkına kendi anlattı.
Siz, yabancı ajanlarla tezgahlar kurup ordunuzu ve medyanızı ve aydınlarınızı bir kalemde hiç düşünmeden dağıttınız ve buna büyük galibiyet dediniz.
Tıpkı PKK gibi düşmanın silahını kullanmak helaldir, dediniz ve sonunda kullandığınız ajanca siyasal yöntemler sizi o Batılı siyasal yöntemlerin uşağı haline getirdi. Ağzınızdaki ben Müslümanım duası sizi kurtarmaz çünkü kullandığınız istihbarat teknolojisi sizi ihanetin konusu haline getirdi ve ortaklarınızla aynı yöntemlere bismillah deyip sarıldınız.
Şöyle, içerdeki düşmanlarınızı bastırmak için beyaz adam’la ölümüne ittifak kurdunuz, ama beyaz adam’ın siyasal teknolojisini kullanarak, bu beyaz adam yöntemleri, sizi çoktan beyaz adam’ın tıpkısının aynısı gibi yaptı.
Beyaz adam, Kızılderililer’i Afrikalılar’ı Çin’i Hindistan’ı ve nicelerini kolonize eden soykırımdan geçiren 17, 18, 19. yüzyılda ortaya çıkmış dünyaya hükmeden Batılılar’ın adıdır.
Helena Rubinstein’ın kremlerini hatırlayın, Arden’in temizlik kremlerini, Estee’yi Dior’u Mac Factory, nicesini. Beyazlatır, gençleştirir. Yüzyıldır dünya insanı Batının kremiyle beyazlaşmak istiyor. Hintliler bu kremlere karşı çıktı, biz rengimizden memnunuz diye.
Sonra Batılılar da piyasa dünya kadar geniş ve dünyada siyahlar da var deyip Naomi gibi siyahi mankenlerle de kremlerini sattılar. Ama hala kremlerin altında hep aynı şey yazar: beyazlatıcı, parlatıcı.
Üstelik siz Doğuluydunuz, demokrasiyi yaşatacak iç manevi güzelliklerin hepsi kültürünüzde vardı, Afrodit gibi dışsal formal güzelliğe değil Leyla gibi iç güzelliğe, herkesin kendi anlayışı içinde kendi güzelliğine inanırdınız, ne oldu?
On yıl içinde Beyaz Adam oldunuz, suratlarınıza on yıl sonra bir daha bakın, her biriniz gestapolaştınız, kendi halkına silah çeken Sisi gibi Beyaz Adam yöntemlerini kullanmaya başladınız.
Siz farklı mısınız, Amerika’yla elli yıldır el altından tezgahlar hazırlayan İslamcı ideolojiler Beyaz Adam yöntemleri kullanmadı mı, darbecisi de muhalifi de hepsi sırf iktidar olmak için manevi ve iç güzelliği kültürünü şeyhlerinin eteklerinin altına bırakıp yaşamak ayakta kalmak için vahşi kolonize eden sömüren Beyaz Adam gibi olmadılar mı?
Sürme, ruj, pudra, boya, allık, cilt bakımı, dinleme, dosya, sahte belge, iftira, töhmet, siyasi yöntemlerinizin her biri Beyaz Adam’dan aşırma.
Hiç düşünmediniz niçin sinemada TV’de tanımadığımız bir kadının yüzüne sevgilimizin, annemizin yüzünden çok bakar hale geldik.
Ki, dünyayı sil baştan değiştiren işte budur, başkasının suratı sevgilimizden daha değerli hale geldi, kimin suratını çok seyrettiyseniz onun yöntemlerini kullanırsınız, başınızı örtersiniz ama ona aşık olursunuz”
Bu ‘görüntü’ devriminin sonuçlarını yaşıyoruz. Bir inanç bir millet bir halk topyekun iç savaşlara sürüklenip birbirinin gırtlağına sarılıp kimyasallar atar hale geldik. İşte bu ‘görüntü’nün her şey olduğu ışık, parlaklık, gençleşme, sağlık, inanç, iman olduğu sinema, ekran, internet devrimiyle geldiğimizi size nasıl anlatmalı!
Güya Türksünüz güya Kürtsünüz güya Arapsınız ama hepiniz Batının açık mermer rengi beyaz adamlarının siyasetlerine katliamlarla niye ve ne zaman başladığınızın bile farkında değilsiniz?
35) Niçin? Biraz da şunun için, Nasreddin Hoca bir eve misafir olup yemekler yenmiş. Yemekten sonra Hocaya, Hocam, şöyle yemek sonrası, bir sure oku, demişler.
Hoca, ‘şimdi karnım doydu aklıma Kur’an’dan sure gelmez, en iyisi size bir türkü söyleyeyim’ demiş.
Sizin de karnınız doydu ve bize söylediğiniz türkü, Ergenekon, Balyoz, ihanet, ajan, hepsi sizin karnınızı doyuranların aklı, rengi.
ALLAH’TAN VAZGEÇİP AMERİKA OLDUNUZ
36) Ve Ergenekon davası kararları açıklanıp, tek bir delil belge bulamadan müebbetler verdiniz ve söz birliği etmişçesine hepiniz köşelerinizden ‘bu bir zihniyet yargılaması’ dediniz.
Zihniyet yargılamasını kitabınızda TV’nizde konuşmanızda yapın, belge delil kanıt olmadan bir mahkeme nasıl karar verebilir, veremez.
Bir zihniyeti ancak ‘engizisyon’ mahkemesi yargılar, bunların içinde şeytan, cin var diye.
Hukuk’un evrensel dili kanıttır belgedir, siz hiçbir kanıt bulamadınız ve zihniyet yargılaması yapıyoruz dediniz, yani ‘engizisyon’ mahkemesi olduğunuzu aleni açıkça tarihin kayıtlarına düşürerek söylediniz…
Bu sahtelik ve ihanet kokan davanın bin dört yüz yıllık İslam Tarihi’nde benzerini, benzerine yakınını asla gösteremezsiniz, bu bir kıyım ve imha savaşıdır.
Siz, başka bir şey oldunuz, adil olan Allah’tan vazgeçip, Amerika oldunuz, tıpkı Kızılderililer’in soyunu kurutan Beyaz Adam gibi, şimdi kendi halkınızı, Kürtler’i Araplar’ı Türkler’i bu yüzden kıyımdan geçiriyorsunuz?
Davutoğlu’nun, Kuzey Suriye’de ‘Kürtler Suriye’nin muhalefetine katılmak zorunda’ sözü ne demek, katılmazlarsa, Kürtler’i de Nusra’nın elindeki kimyasal gazlar bekliyor, demek, ifadeleriniz buralara kadar geldi.
Bugün Adeviye Meydanı’ndaki büyük mağlubiyetinizin sebebi budur, şüphesiz ağlıyor feryat ediyorsunuz ama bu feryatlar Doğulu, Müslüman, halis, ajanlığa, ihanete karışmamış tertemiz insanların çığlıkları değil. Yıkılmış ve kandırılmış ve oyuna getirilmiş zavallı insanların feryatları.
Adamın biri ağaçtan düşüp paramparça olmuş, hoca marangoza koşup, testere, keser, alet takımlarını getirmiş. Marangoz adama bakmış, bundan bir şey olmaz, demiş. Hoca: şöyle bir parçasını öbür parçasına bağlasan, çocuklara oyuncak da mı olmaz, demiş.
Olmaz mı, olur Müslüman kardeşim, Hacı Bayram camii önünde Eyüp Sultan camii önündeki tezgahlarda feryatlarınızı teyplere doldurup sevabına deyip sadaka niyetine bir şeyler olur.
Ama ‘inanç’ olmaz, ‘ümmet’ olmaz, ‘din’ olmaz, ‘devlet’ olmaz, dirayet, dirlik, düzenlik olmaz, AHLAK hiç olmaz.
Bir de ne mi olur, üç kuruşluk TV’lerde kendini göstermek isteyen laf olsun boşluk dolsun diye Orta-Doğu analisti geçinen TV yorumcularına sabaha kadar ‘siyasi oyuncaklar’ olursunuz.
37) Ve Tayyip Bey’in Osmanlı rüyası gibi Nasreddin Hoca da rüyasında‘altın’ görmüş, ancak altın gördükten sonra rüyası içinde çok heyecanlanır ve altınların üstüne büyük abdestini eder, ve uyandığında, ne görsün, altınlar bombok.
‘Altın mafiş’ der.
Tayyip Bey, Osmanlı Mafiş.
38) Hoca Kabe’ye gitmiş, Kabe’nin kapısına vurmuş, Allahım burada mısın, aç kapıyı, ben geldim, demiş.
Oradan biri, ‘be kafir, Allah burada mı oturur ki, Allah’ı göreceksin’ diye çıkışır.
Hoca, ‘Kafir sensin, Allah’ı Kabe’de de göremeyeceksek nerde göreceğim’ der.
Mısır’da vuran da Kabe’yi görmüş vurulup ölen de Kabe’yi tavaf etmiş Müslümanlar.
Allah’ı bir kez görmüş bir insan, birbirini öldürür mü?
Benim inancıma göre insan Allah’ı nerde görür bilemem, ama bir başkasının hayatına kast ettiği an Allah’ı görmeyen insan, söyleyin nasıl Müslüman olur?
ÜLKEMİZ GİTTİ GİDİYOR
39) Kardeşlerim, 12 Mart’larını 12 Eylül’lerini gördük, maaşımız olmadı, yazdığımız çizdiğimizden para alamadık, kovulma, yok sayılma, sansür, ambargo, dibine kadar aşağılanarak yaşadık. Yine de sorun bana.
Gecesi güzel geçmiş bir aşığım. Bu topraklarda gün mü gördük, olsun, sevgiliyle doya doya bir gece geçirdik.
Ülkemiz gitti gidiyor bölündü bölünüyor, kardeş kavgası, ihanet, her gün.
Yine de sabah olmasın dedi gecesi güzel geçen aşık.
Gecesi güzel aşık sabah evden çıkamaz.
Sevgilisine iltifatları okşamaları bitiremez, evden çıkmamak için bahaneler arar, laf arar, oyalanır, canı başka hiçbir şey istemez.
Bu toprakta bu yalnızlıkta bu sansürde bu ihanette, yine de dünyaların en unutulmaz gecelerini yaşadım, yazdım, konuştum.
Kuşların tilkilerin herkesin arkasına bakmadan can havliyle kaçtığı büyük bir orman yangınında, o unutulmaz gecelerin her birinde, neden bilmem o yangının hep içine giresim geldi.
Unutulmaz bir aleve sarıldı kelimelerim.
Kızılırmak Fırat kollarında her gece.
Ey sevgili, en büyük aşığım benim diyemeyen aşığın olamaz.
Ailemi kendimden, vatanımı ailemden, insanlığı ailemden önde tuttum, sevdim, okşadım, bitmeyen öpücüklerle binlerce yakıcı kelimeyi hiç yorulmaksızın yanaklarına kondurdum.
On bin yıllık tarih içinde Allah belasını vermiş dediği en felaket günlerin yılanlarla sırtlanlarla çevrilmiş en zifiri karanlık gecenin içinde tanıdım konuştum seviştim.
Kızılderili reisi Oturan Boğa gibi, gün geldi, bu esaret yaşanmaya değmez, dedim. Yaşanmaya değmez o gecelerin hepsi birbirinden güzeldi. Bu yüzden tek korkum oldu sevgilim yanımdayken hala hiç uyumak istemiyorum, hep böyle uzun uzun konuşmak istiyor insan.
Ey sevgili yaylalarından mı şairlerinden mi bilmem öyle uzaktan öyle güzel uzanıyordu ki kolların kendimi hep dünyanın en cesur insanı hissettim.
Ey sevgili yaylalarından mı şairlerinden mi bilmem öyle uzaktan öyle güzel uzanıyordu ki kolların kendimi hep dünyanın en güzel insanı hissettim.
Geçti yıllar işte, şimdi geriye dönüp herkes siliyor bir bir dünkü gecesini, kimi kanlı Osmanlı rüyalarını, liberaller ihanet ve iftiralarını, herkes kayıttan düşüyor dünkü naralarını. Yüzlerce köşe yazarı sanatçı bilimadamı birer birer siliyorlar dün yazdıklarını, dünkü iftiralarını, dünkü salyalarını.
Ey sevgili, geriye dönüp tek satırımı sildirtmedin bana, geriye dönün bakın on yıllar öncesinden bugüne, silinecek utanacak tek kelimem yok, tek.
Ey sevgili o gecenin sabahına yüzümü kara çıkartmadın ya helal olsun sana.
Nerde o sahte maaşlı aşıklar, hepsi siyasetten hayattan günışığından saklıyor o geceler boyu sana söyledikleri yalanlarını.
O hayale sığmaz iftiralarını bir bir siliyorlar.
Ülkemin sanatçıları, yazarları, bilim adamları, köşe yazarları, topunuza, hodri meydan, şu son beş yıl, son on yıl, hadi yirmi otuz yıl, hepimiz geriye dönüp bakalım, neler yazmış neler söylemişiz.
Ülkemiz en korkunç günlerini yaşadı kaldı mı içinizde tek satırını silmeyen bir yazarınız.
40) Üç şey istedim hayattan, biri, Konya’nın ıssız ovasında gece yarısı bulutsuz çırılçıplak gökyüzünü, tek ışık olmayan tarlaları içinden seyretmek, muhteşemdi.
Uzay, sonsuzluk, Allah, dünya, hepsi Galile içre Yunus.
Bir uzay tabağı gibi mangal ateşinden sonsuzluk yemeği.
Tan ağarıncaya kadar upuzun uzanıp gözlerim midem doymak bilmeden çala kaşık, doydum diyemem.
İkincisi, Çaykara’nın Tonya’nın Maçka’da köyümün ormanlarında.
Gece yarısı kara bir böcek yürüse deprem olmuş gibi bir ıpıssız sessizlik içinde.
Ta karşıki ormanların içinden bir flüt sesi, rüzgarla oynaşan flütün sesiyle sabaha dek, son günümün merasimi gibi, doydum diyemem.
Son arzum bu dünyadan o rüzgarın flüt sesi eşliğinde sevdiğime dokunmaktı, olmadı, olsun, bir dahaki sefere. Ama biliyorum o tepelerde sevgilinin teriyle nemleşmiş o rüzgar arıyor beni. Şimdi o incecik tüylü flüt sesi kurumuş çam iğnelerini saçlarım sanıp okşuyordur.