Thucydides’den bu yana uluslararası ilişkiler teorisinin temel öngörüsü gücün savaşta da galibiyeti getireceğidir. Diğer bir deyişle, güçlü olanın hemen her durumda kazanacağı varsayılmaktadır. Oysa Vietnam, Afganistan ve Irak örnekleri ortadayken, 200 yıla yakın uzunca bir zaman diliminde yaşanan savaşlar üzerine yapılan akademik çalışmalar da asimetrik savaşların yani nüfus ve askeri güç açısından aralarında büyük farklar olan taraflar arasındaki askeri karşılaşmaların yüzde otuzunun zayıf tarafın galibiyetiyle sonuçlandığını ortaya koymaktadır.
Güçlülerin nasıl olup da zayıflar karşısında askeri yenilgiye uğradığıyla ilgili olarak sıkça başvurulan bir açıklama şöyledir: Güçlü aktörlerin kendi varlıklarının tehdit altında olduğunu algılamaması rehavete iterken zayıfların mağlup olma korkusu onları daha mücadeleci yapmaktadır. Ancak, güçlü tarafın silahlı çatışmaya girmesinden itibaren algılamalarının da değişmeye başladığı ve savaşı kazanmak için gücünü giderek daha fazla seferber ettiği gerçeği asimetrik savaşların galibinin neden büyük güçler olmadığını açıklamak için çok daha derinlemesine analizlere girilmesini ve başka değişkenlerin de hesaba katılmasını gerekli kılmaktadır. Küçük güçlerin sistemin çaresiz kurbanları olmasını engelleyen önemli faktörlerden biri büyük güçlerin rekabetini kendi lehlerine yönlendirmeleridir. Bunu resmi ittifaklar yoluyla yapabilecekleri gibi gayri resmi düzeyde, ortak anlayışlar geliştirerek de gerçekleştirmeye çalışabilirler.
Güçlü devletlerin savaşları kazanacağı yolundaki öngörünün bir uzantısı da, savaşların güçlüler tarafından başlatıldığıdır ki bu da tarihsel verilerle doğrulanabilen bir argüman değildir. Zayıf taraf için sorunun mahiyeti ve ne kadar önem arz ettiği kadar harekete geçmeyip beklediği takdirde gücünü kaybedeceğini gösteren eğilimlerin varlığı da onun savaşa bakışını etkilemektedir. Bununla birlikte düşünülmesi gereken bir diğer önemli unsur, benimsediği siyasal askeri stratejidir ki bunlar içinde de yine zayıf devletlerin büyük devletlerin desteğini sağlamasının ya da sağlayacağına inanmasının kritik bir öneme sahip olduğu görülmektedir.
Kenneth Waltz’ın haklı olarak belirttiği gibi «Bir devletin kaderi ona diğer devletlerin vereceği karşılığa bağlıdır.”