Önce hatırlayalım. Hatırlayalım ki, birazdan okuyacaklarınıza sebebiyet verenleri, hiç utanmadan koruyup kollayanlar ve de kargaları bile malum yerleriyle güldüren bir gerekçeyle adaletin pençesinden kurtaranlar utansınlar, insanlıktan nasibini almış olanların vicdanlarında ebediyete kadar mahkûm olduklarını bilsinler.
Yer: Sivas.
Tarih: 2 Temmuz 1993.
Olay: Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için kente gelen, aralarında Aziz Nesin’in de bulunduğu bir grup yazar, şair ve sanatçının konakladığı Madımak Oteli’nin, öfkeli bir kalabalık tarafından taşlanıp yakılması.
Sonuç: Ozan: Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen, Hasret Gültekin; şair: Metin Altıok, Behçet Aysan; yazar: Asım Bezirci ile karikatürist Asaf Koçak dahil 35 kişinin yaşamını yitirmesi.
Ne acıdır ki, devletin güvenlik güçleri, otel önünde birikmiş güruha saatlerce müdahale etmemiş/edememiş, katliama seyirci kalmıştı.
Bu hazin ve utanç verici tablonun tek sorumlusu faşizmdir. Esasen Türkiye, 12 Eylül’den önce Kahramanmaraş ve Çorum’da bu filmi görmüştü. Çağdaş dünyada insan merkezli siyaset adeta kutsanırken; ülkemde, hala farklı bir inanç, kültür ve siyasi düşünceden olanları yok etmeyi düşünen ucubelerin var olduğunu bilmek, katlanılır gibi değil.
İleri demokrasiye geçmiş bir ülkeye hiç yakışmıyor.
«Gecikmiş adalet, adalet değildir”
Hatırlayalım: 125 sanıklı Sivas katliamı davası, 21 Ekim 1993’te başladı. Ankara 1 Numaralı DGM’de görülen davada ilk karar, 26 Aralık 1994’te verildi. Seksen beş sanık, 2 ila 15 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırılırken, diğer sanıklar beraat etti. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, müdahil avukatlarının temyiz ettiği davayı 1997 yılında bozdu. Yeniden yargılama sonucunda, 33 sanık hakkında idam cezası verildi. Ancak bu karar, bir yıl sonra, Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından yeniden bozuldu. 2000 yılında kararını açıklayan Ankara 1 Numaralı DGM, 33 sanığı bir kez daha idam cezasına çarptırırken, dört sanığa 20’şer yıl, bir sanığa 15 yıl, 9 sanığa 7 yıl 6’şar ay ve 1 sanığa da 5 yıl hapis cezası verdi. Otuz üç sanık hakkında verilen idam kararı, 2002 yılında müebbet hapis cezasına çevrildi.
Kaplumbağa hızıyla görülen bu ve benzeri davaların, ölenlerin yakınlarını ne denli üzdüğünü, yaraladığını söylemeye gerek var mı?
Dahası var.
Madımak Oteli’nin alt katına açılan bir dükkânda, Otelin kamulaştırıldığı 2010 yılına kadar bazı insanlar, hiç utanıp sıkılmadan kebap yediler.
Bilim ve kültür merkezine dönüştürülen Otele yerleştirilen «anı köşesi” isimli panoya, kurbanlarla birlikte yangında yaşamını yitirmiş iki kundakçının da ismi yazıldı.
Firari dokuz sanıktan birisi olan, Sivas Belediye Meclisi Üyesi Cafer Erçakmak’ın, ölümüne kadar Sivas’ta yaşamaya devam ettiği; İhsan Çakmak’ın ise evlenip askerlik yaptığı, ehliyet aldığı ve çocuğunu nüfusuna kaydettirdiği anlaşıldı.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, 13 Mart 2012 günü, dosyası ana davadan ayrılarak yargılanmakta olan beş firari sanık hakkında, savcının istediği 15 yıllık zaman aşımından düşme talebini uygun buldu.
Bu karar zaten bekleniyordu. Kararın kendisinden ziyade gerekçesi üzücü. Söz konusu mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarına dayanarak, «insanlık suçunda zaman aşımı olmaz” dedi. «Ancak bu suçu işleyenler kamu görevlisi değil sivil oldukları için davanın düşmesine karar verildi”.
Devlet altın bir fırsatı daha kaçırdı
1. İnsanlık suçunda zaman aşımı olmaz ise, firari sanıkların kamu görevlisi olmaması neden ceza verilmeyişini gerektirsin?
2. Gerekçeye bakarak, sakın bu ülkede kamu görevlilerinin, suç işlediklerinde her zaman ceza aldıkları sanılmasın. Emekli bir Genelkurmay Başkanının çete kurmak iddiasıyla tutuklandığı bir ülkede, Başbakanın bir başka kamu görevlisi olan MİT Müsteşarını, yargı önüne çıkmaktan alıkoymak için neler yaptırdığını unuttunuz mu?
3. Yargının bu davada AİHM içtihatlarına dayanması da doğru okunmalı. Esinlenmiş de, davayı düşürmemiş mi? Adalet Bakanlığı’na bağlı İnsan Hakları Daire Başkanlığı’nca yayımlanan, son 52 yıla (1959-2010) ait istatistikî veriler, Türkiye’nin insan haklarından sınıfta kaldığını bağırıyor. Türkiye 2.404 mahkûmiyetle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni en çok ihlal eden ülke (Utanç verici ayrıntılar için bkz. www.inhak.adalet.gov.tr). Adalet Bakanlığı’nın bir gün, bu mahkûmiyetlere neden olan uygulamaların, hangi dönemlerde gerçekleştirildiğini de yayımlamasını bekliyorum.
Hukuk niye var?
Benim bildiğim toplumsal barışı sağlamak için. Zayıfı güçlüye karşı korumak için, güçlü taraf devlet olsa bile.
Peki, bir mahkeme kararını adil kılan ne?
Kamu vicdanı tarafından kabul edilebilir ve yürürlükteki yasalara uygun olması.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği karar toplumsal barışı sağladı mı? Sokakların nasıl karıştığını hep birlikte gördük. Bu durum, kararın kamu vicdanında bir karşılığı olmadığının açık kanıtıdır. Kararın gerekçesinde de belirtildiği üzere, bir insanlık suçu işlenmiş olduğundan, yasalara uygun olmadığı da ortada. Yıllarca AİHM’de yargıçlık yapmış olan Rıza Türmen de, kararın yanlış olduğunu söylüyor[1].
İşte tüm bu sebeplerden dolayı, söz konusu kararın Başbakan’ın dediği gibi milletimiz ve ülkemiz için hayırlı olması, asla ve kat’a mümkün değildir. Ayrıca, Adalet Bakanı’nın söylediği: Sivas ana davasında verilmiş mahkûmiyet kararlarının, bu son davada yanlış karar verildiği gerçeğini ortadan kaldırması da mümkün değildir.
Sözün özü, ileri demokrasimiz (!) inlemektedir. Türk hukuk tarihine düşen bu kara lekenin, Yargıtay aşamasında silineceğini ummak tek tesellimizdir.
Soruyorum: Ülkemizde insanlık suçu işlenmesin diye, öncelikle faillere hak ettikleri cezaların verilmesi gerektiğini görmeniz için, daha kaç kişinin katledilmesi gerekiyor?
Barış, sevgi, kardeşlik ve duygudaşlık (empati) yüklü bir ay geçirmemiz temennisiyle.
[1] http://siyaset.milliyet.com.tr/chp-li-tarhan-zamanasimi-ile-caniler-kurtariliyor/siyaset/siyasetdetay/16.03.2012/1515968/default.htm?ver=66