Yalnızca İkinci Yeni’nin değil, Türk Edebiyatının en iyi şairlerinden biri hakkında yazmak zordur. Bir söz erbabını hangi büyülü sözle tarifleyebilirsiniz? Evet o büyük bir şair, ancak biyografisini yazmayı hedefleyip sonunda ‘Turgut Uyar Üzerine Tomris Uyar’la Söyleşi ‘ alt başlığıyla -« Ben Koşarım Aşağılara, Koşarım” adlı nehir söyleşiyi gerçekleştiren Erhan Altan’ın da dediği gibi önemli olan şairi ‘ne banalleştirip ne de efsaneleştirmek’ aslında. Tüm büyük ustalarda olduğu gibi.
Yaşamı ve Eserleri
İstanbul’daki ilköğreniminden sonra, Konya Askeri Okulu, Işıklar Askeri Hava Lisesi ve Askeri Memurlar Okulu’nu bitirip Posof, Terme ve Ankara’da personel subayı olarak görev yapmıştır. İlk evliliğini çok genç yaşta yapan ve 18 yaşında baba olan Uyar’ın ilk evliliğinden 3 çocuğu olur. 1958’de subaylıktan ayrılarak Türkiye Selüloz ve Kağıt Sanayisi’nin Ankara şubesinde çalışmaya başlar. Seka, Uyar’ın edebi kimliği nedeniyle, bu çevreden dostlarıyla meşhur buluşma noktalarından biri haline gelir. Bunun gibi pek çok buluşma noktaları olmuştur Ankara’da. Şimdi yerinde bir banka şubesi vb. yapılar olan eski, küçük meyhaneler..1966 yılında eşinden ayrılıp İstanbul’a yerleştiğinde, o dönem Cemal Süreya ile ilişkisi bitme aşamasında olan Tomris Uyar ile şiir üzerine mektuplaşmaya başlarlar. Bu mektuplaşmalar evlilikle sonuçlanır. Tomris Uyar ile evliliklerinden bir erkek çocukları olur. Tomris Uyar’ın anlattıklarına göre dostlukları ve özel yaşamları birbirine karışmaz ve bozulmaz; Ankara’ya geldiğinde Cemal Süreya Uyar ailesinde kalır, İstanbul’a gittiklerinde Uyarlar mutlaka Süreya’yı görür. Edip Cansever de dahil olmak üzere, birbirleri iyi şiir yazdığında buna sevinen, belki de kutlayan dostlar grubu. Ancak daha çok bir duygudaşlık, yani bir grup bilinci ile bir araya gelmek değildir bu. Emekliye ayrılarak geldiği İstanbul’da çalışmayı istediğini, ancak ‘Şimdi Turgut Uyar’a bu teklif edilmez’ gibi bir genel kanı olduğundan istediği halde çalış(a)madığını anlatır yine Tomris Uyar.
Hece ölçüsüyle yazdığı ve toplumsal konuları işleyen ilk iki kitabı Arz-ı Hal (1949) ve Türkiyem (1952)’den sonra, Dünyanın En Güzel Arabistanı ile bireyin iç dünyasına yönelerek yalnızlığın ve çıkışsızlığın peşinde olmuştur. Tütünler Islak(1962) ve Her Pazartesi(1968) ’de koruduğu bu çizgi, Divan(1970)’la geleneksel şiirin kalıplarına, Toplandılar (1974) ve Kayayı Delen İncir (1982)’le söz konusu dönemde yaşanan sınıfsal mücadelenin yansımalarına yerini bırakmıştır. Şiir dışında, daha az bilinen bir ilgisi daha vardır Uyar’ın: tahta yontuculuğu.
Uyar’ın dört kutsal kitap üzerine çok geniş bilgisi olduğu söylenir. Eserlerinde bu birikim oldukça net hissedilir zaten. ‘Mutsuz’ bir şair olduğu görüşünde olanlar da vardır, ancak ‘bilge’liğinden sual eden hiç yoktur. Önceden şiir sevmeyenler arasında şiiri Turgut Uyar’la sevdiğini itiraf eden çoktur. Uyumsuzdur elbet, ama ne de olsa «her insan bir uyumsuzluktur ölü olmadıkça”.
Günümüzde bile şiir yazmaya yeltenen çoğu erkek ve kadın, ona öykünür gizliden, ya da açıktan açığa. Oysa o, şiirin öğrenilir bir sanat / zanaat olmadığı, ancak o dizeleri ‘söyleyiveren’ olunabileceğinin yaşamış ispatıdır. Ciddi tonu ve duruşuna rağmen, çok güzel bir dizeyi ‘eskaza’ yazdığı zaman «Ay kalemimden kaçmış” diyecek kadar da esprili imiş aslında. Doğumu da ölümü de Ağustos ayına gelmiş bu büyük söz ustasının mezar taşında tek bir sözcük yazarmış ismi dışında… Ağustos.
İlhan Berk’in “ben dahil hepimiz Turgut Uyar okumalıyız” dediği; ölümünden yıllar sonra Ferhan Şensoy’un bir oyununda, bir şarkının içinden geçirdiği “Ağustos yirmi iki, dediler -“ustan ölmüş”,
çok komiksin Azrail, Turgut Uyar ölür mü?”; sözlük anlamıyla 22 Ağustos’ta işten atılmış olsa da başka türlü de okumak gereken , Cemal Süreya’nın: “o öldüğü gün, hepimizi meslekten attılar.” dediği Turgut uyar…
Bazıları yaşadı ve öldü. Bazıları var ki yaşadılar ve ölmediler!
denize gidip dönen mavilerin bire indirgenen üçlüğü
yalanlı dolanlı alçak doğruca yaşanmamış bir
bir gözsüz kulaksız elsiz ayaksız güdük bir gün
bütün yitiklerim karalarım üstüste üstüste bütün karışıklığım
gelip geçtiğim macera şu kadar binler yıllık
şu kadar binler yıllık karalarım karışıklığım üstüste
usul usul insan insan ölüm ölüm üstüste
şu kadar güneş şu kadar su şu kadar su yılanı şu kadar düzen
ben sebepliyim denizlere aylara kavgalara umursuzluğa
bir maviyi durup dururken birine benzetiyorum
bir balığın ağzını anıyorum durup dururken
serinliyorum
ben üç yer tasarlamıştım üçü de sana bana uygun
biri günebakanlarda biri otuz yaşta birini sorma
birini sorma gün gelir ben söylerim
daha usta olurum daha yiğit o zaman söylerim
bu kırgın karanlığı bir ışıtalım ilkin
yeniden şehirler kuralım şimdikilerine benzeyen
baştan başlayalım susamlara ekmeklere denizaşırılarına
sevmelere
gidip dönelim
belki bir yerde bir tohumda bir durumda belki
belki o ses o yudum o yumuşak döşekler yeşil yeşiller
ben taş çekerim yılmam çamur kararım yol döşerim
bakarsın göneniriz gidip dönelim
ben yılmam taş çekerim çamur kararım ben
senin de gürül gürül saçların var nasıl olsa.