Mayıs için ‘katliam, suikast ve sabotaj” ayı diyenler çok önemli bazı mutlulukları göz ardı ediyor olmalı…
Evet, 1 Mayıs katliamının, başta işçiler olmak üzere tüm yurtseverlerin yüreğinde -bütün Mayıs ayını kirletecek kadar- derin yaralar açtığı bir gerçek…
Ama Kurtuluş Savaşı güneşinin yine Mayıs ayında, 19 Mayıs’ta doğduğu unutulabilir mi?
Kaldı ki, Türkiye Cumhuriyeti’ne dünyanın en çağdaş anayasasını getiren ihtilalin de-kimsenin burnu kanamadan- Mayıs’ın 27’sinde yapılmış olması benim gibi düşünenler açısından bir başka güzellik…
İnsanı iyi ile kötü arasında sürükleyen Mayıs ayı olayları içinde trajikomik olanlar da var elbette…
Örneğin 3 Mayıs’ın «Dünya Basın Özgürlüğü Günü” olarak kutlanıyor olması bilmem sizlerde nasıl bir duygu yaratıyor?
Medyanın iktidar tarafından -devletin parasal imkânları da kullanılarak-yandaş hale getirildiği, sol medyanın neredeyse kökten yok edildiği ve merkez medyanın büyük bir baskı altında tutulduğu bir ülkede, kim basın özgürlüğünden söz edebilir ki?
Kaldı ki, AKP iktidarı için olumsuz şeyler yazan ‘omurgalı’ yazarların Silivri’nin acımasız düzenine teslim edildiği bir ülke burası…
Peki, 17 Mayıs’ın «Dünya Telekomünikasyon Günü” olarak kutlanmasına ne dersiniz?
Türkiye gibi, her günün bir «Telekulak Günü” olduğu ve iletişimdeki en son teknolojiler kullanılarak hepimizin ‘dinlendiği’ bir ülkede böyle bir günü kutlamak ‘telekulak mağdur ve mazlumu’ olanlarla dalga geçmek değil de nedir?
Şimdi size 10 Mayıs’ın ülkemizde «Danıştay ve İdari Yargı Günü” olarak kutlanacağını söylersen herhalde sizinle dalga geçtiğimi sanırsınız…
Çünkü AKP iktidarının bugünlerde Anayasa’yı, sırf Danıştay, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve HSYK gibi yüksek yargı organlarını kendi kulu haline getirmek için değiştirmekte olduğu ortada…
Aslında «Danıştay Günü”, Danıştay’a yapılanlardan sonra, bir yas günü olarak kutlanacaksa diyeceğimiz yok elbette…
Daha başka böyle günler de var Mayıs ayında…
«Olan oldu, hadi gülelim eğlenelim bari!” türünden günler…
Ülke sağlığının ve sağlık çalışanlarının acımasız bir dişliye teslim edildiği bir ortamda, 14 Mayıs’ta «Eczacılık Günü”nü, ya da 12 Mayıs’ta «Hemşireler Günü”nü kutlamak işte böylesi türden hoptirinam günleri…
Mayıs ayının içine konmuş bütün bu ‘anlamlı !’ günler içinde bir tanesi var ki, çok seveceksiniz.
Çünkü çok ihtiyacımız var böylesi günlere…
Çünkü umut var, sığınma var, mistik duyguları tatmin var, günahlardan arınma var, var da var bu kutlanacak günde…
Hayır, Hıristiyanların 6 Mayıs «Dua Günü”nden söz etmiyorum…
6 Mayıs’taki «Hıdrellez”i anlatmaya çalışıyorum size…
Hızır ve İlyas Peygamberlerin buluşma günüymüş o gün…
Tanrı’nın ölümsüzlük verdiği bu iki peygamberden Hızır karaların, İlyas ise denizlerin koruyucusuymuş…
Her ikisi de 6 Mayıs’ta ümit verirmiş insanlara, bolluk ve bereket verirmiş…
Bugün ulus olarak içinde bulunduğumuz durum göz önüne alınınca Hızır ve İlyas Peygamberlere duyduğumuz ihtiyacı abartmakta haksız sayılır mıyım, ne dersiniz?
Mayıs Ayı, Türkiye’nin başına gelen hem iyi ve hem de kötü şeylerin bir özeti gibi…
Bu ay içinde, 19 Mayıs tek başına Türkiye’nin ufkunu aydınlatıyorsa da, bu ışığı söndürmeye çalışan olayların sayısı hiç de az değil…
En acı vereni de, güle oynaya kutladığımız bu günlerin her yıl biraz daha kararmakta olması…
Alacakaranlıktan, karanlığa doğru hızlı bir geçiş yaşanıyor gibi…
Bu alacakaranlık, ‘Atatürkçü laik rejim elden gidiyor!’ diye korku içinde olanlar için akşamın alacakaranlığı…
‘Yaşasın, Mustafa Kemal’in rejimini de ülkesini de yok ettik!’ diye düşünenler içinse, gün doğmadan önceki alacakaranlık…
Her geçen gün biz yitiriyoruz, onlarsa kazanıyorlar…
Rejimi koruma ve kollama görevinde olanlar mı?
Öyle birileri yok artık, çok yazık…
Ah Mayıs ah, 19’un hariç keşke hiç olmasaydın…