Teğet Değil Ezip Geçti

İşte size hükümetin, 2009 yılı ekonomi karnesinden bir seçme:
Küçülme: % 6, Türkiye 44 ülkeden daha çok yoksullaşarak 56 ülke içinde on ikinci.
İşsizlik: % 13.1, toplam 3.270.000 işsizle Türkiye dünya beşincisi.
Kredi kartı borcunu ödeyemeyenlerin sayısı bir önceki yıla göre % 91.1 (672.038 kişi); ferdi kredi borcunu ödemeyenlerin sayısı ise % 195.5 (457.497 kişi) yükselmiş.
Kırmızı etin kilosu 30 lirayı geçmiş, et fiyatındaki (kırmızı ve beyaz) artışta Türkiye AB şampiyonu.
Meyve fiyatları artışında AB ikincisi.
Sebze fiyatları artışında ise, AB üçüncüsü.

Hani söz milletindi?

Gelelim karnedeki davranış notlarına:
Hükümet yoksulluk ve işsizliğin ezip geçtiği dar gelirlileri sadaka dağıtarak avutmak, suni gündemle uyutmak peşinde.
Yurttaşın cebinden yıllardır çıkarmadığı eli, kalan birkaç meteliği de almaya çalışıyor.
Nasıl mı?
Yılbaşında yaptığı bir düzenlemeyle 7 liraya satılan 1 paket sigaranın 5.47 lirası, 3.65 lira olan 1 litre benzinin 2.44 lirası, her 3 liralık cep faturasının 1 lirası ve şişesi 29.9 liraya satılan 70’lik rakının 17 lirasını dolaylı vergi olarak topluyor.
Emekli, memur, işçi, köylü, esnaf perişan.
Başbakan gerçeği haykıranları ya analarıyla birlikte yanından ya da kendisini iktidar yapan milletten uzaklaştırıveriyor.
Bakanlar ve AKP meclis grubunda giderek artan bir alınganlık, asabilik ve saldırganlık hali gözleniyor.
Kısacası karne fena.

Türkiye’de emek üzerine dersler


Otuz yıldır sürdürülen, kamu iktisadi teşekküllerini sermayeye peşkeş çekme furyası emekçiler için vahim sonuçlar vermeye devam ediyor. Yıllarca devlet için değer yaratan tekel işçileri, bir tür kölelik olan 4-C kadrosuna mahkûm edilmek isteniyor.
Niyetim «özelleştirme” adı altında, devletin sosyal vasfını tüketen çarpık uygulamaları tartışmak değil.
İşçilerin özlük hakları için, Ankara’da 60 küsur gündür devam eden mücadelesinde, birkaç noktaya dikkatinizi çekmek.
Türkiye’de emek hareketi, 19. yüzyılın son çeyreğine inen derin bir geçmişe sahiptir. Ancak bu derinliğin, emekçiler ve örgütlerine sınıf olmanın gereği olan birlikte hareket etme becerisini kazandıramadığını üzülerek gördük. Şöyle ki;
4 Şubat günü «iş bırakma eylemi” adıyla provası yapılan genel grev, destek sözü verdikleri halde son anda yan çizen Memur-Sen ve Hak-İş yüzünden tavsamış, üretimden gelen güç etkili bir biçimde kullanılamamıştır.
Acaba Memur-Sen yöneticileri işçiyle güç birliği yapmadan, hükümetle bir gün toplu sözleşme yapılabileceğini düşünüyor olabilir mi? Sanmıyorum ama tersi doğruysa memurların vay haline!
Öte yandan bazı işçilerin özlük haklarını, Başbakan’ın eşiyle görüşerek muhafaza etmeyi düşünebilmiş olması bir sınıfın üyesi olduklarının farkında (ya da henüz bir sınıf) olmadıklarına işaret etmektedir. Vicdanları fetih yoluyla hangi çalışan, dünyanın neresinde hak almış, alabilmiş?
Çağdaş toplumlarda bireyler, öncelikle sınıfsal aidiyetlerine göre örgütlenir. Çünkü hak almanın, alınmış hakları koruyup geliştirmenin, ancak bu örgütler sayesinde mümkün olduğu bilinir.
Çağdaş ülkelerde hükümetler, yurttaşların örgütlenmesi önündeki engelleri kaldırır. Çünkü demokrat olmanın söyleyerek değil, bunun için gerekenleri yapmakla mümkün olduğu bilinir.

İlgilisine önemle duyurulur.

Bunları da sevebilirsiniz