Emperyalizmin Terörist Bir Katilden Bir “Milli Kahraman” Yaratması!

15 Mart 1921 günü Berlin’de kaldığı evden öğleye doğru dışarı çıkan Talat Paşa, arkasından açılan yakın ateşle şehit edildi. Olay yerinde hayatını kaybederken 24 yaşındaki katil suçüstü yakalandı. Adı, Sogomon Tehlerian’dı. Bir Ermeniydi. Taşnak partisinin mensubu olan terörist katil, zaten suçunu da üstlendi. Talat Paşa’yı, Birinci Dünya Savaşında Osmanlı devleti tarafından askeri nedenlerle Ermenilere uygulanan tehcirden (yer değiştirmeden) dolayı sorumlu gördüğünden düşman saymaktaydı. Bağlı olduğu parti onu Talat Paşa’yı öldürmekle görevlendirmişti. O da bunu yerine getirmişti.

Taşnak partisi, Osmanlı devletine karşı mücadele eden örgütlerden biriydi. O dönemde Türkiye’deki ırkçı ve ayrılıkçı örgütlenmeler, Ermeni kitlelerden destek görmediği için şiddetçi ve terörist yöntemleri kullanıyorlardı. Osmanlı’da Ermeniler toplumun alt sınıfları arasında değildi ve Türklerin en yakın olduğu, en sevdiği Hıristiyanlardı. Tıpta, mimarlıkta, ticarette, sanatlarda, zanaatlarda ileri durumdaydılar ve zengindiler. Devlet de onlara güvenirdi. Ermeniler devlette memur olabildikleri gibi, elçi ve bakan da olurlardı.

Ermeni örgütlenmelerinin arkasında Avrupa’nın Büyük Devletleri (Düvel-i Muazzama) duruyordu. Bu örgütlerin kurulmasında da, paraca desteklenmelerinde de, silahlandırılmalarında da, yönlendirilmelerinde de İngiltere, Fransa, Rusya gibi ülkeler rol oynuyordu. Aynı zamanda “koruyucu”ydular.

Ermeni örgütleri Osmanlı devletini parçalama planlarında kullanılacaklardı. Ermenilere Anadolu’da “denizden denize” (bunun anlamı “Karadeniz’den Akdeniz’e kadar bir alanı kaplayacak” demekti) geniş toprakları olan bir devlet vaat ediyorlardı.

Savaş sonunda Türkiye yenilgiyi kabul etmeyip Anadolu’da işgal güçlerine karşı direnişe başlayınca, galip İtilaf devletleri bu sefer Ankara’yı da dize getirmeye çalışmak, ona da boyun eğdirmek zorunda kaldı. Yeni devletin kurucusu Mustafa Kemal’in idam kararını Osmanlı makamlarına çıkarttırdıkları gibi, bağımsızlık savaşına bütün destek olanları da ezmeye, sindirmeye, satın almaya, hatta yok etmeye başladılar. Bunun için savaş sonunda yurt dışına kaçmış liderler ve görevlilerden listeler hazırladılar. Mustafa Kemal, her yerde, herkes tarafından yalnız bırakılmalı, tecrit edilmeliydi. Amaç, Anadolu bağımsızlık hareketini sürdürülemez hale getirmekti.

Bu iş İngiliz servisleri tarafından yürütülüyordu. Berlin’de olduğunu bildikleri Talat Paşa ile görüşmek ve onun Mustafa Kemal’in yanında mı, karşısında mı olduğunu anlamak istiyorlardı. Öldürülmeden birkaç hafta önce, İngiliz ordusunda subay olan ve Türkçe bilen, Türkiye’de de bulunmuş Türkiye uzmanı Yarbay Aubrey Herbert, 1921 yılında (26-27 Şubat günlerinde, ki Londra Konferansı’nın1 başlangıç günleridir), Almanya’da Ruhr sanayi bölgesindeki Hamm ve Düsseldorf kentlerinde Talat Paşa’yla üst üste iki gün buluştu ve görüştü. Sonradan Avam Kamarasına da seçilecek olan İngiliz İstihbarat Servisi görevlisi Herbert’in İngiltere hükümetine sunduğu rapor, Talat Paşa’nın görüşlerinin İngiltere tarafından “beğenilmemesine” yol açacaktı. Çünkü Talat Paşa, uzlaşma yolunu kapamış, Türkiye’nin bağımsızlığını savunmuş, Mustafa Kemal’le anlaşmazlığı olmadığını belirtmişti.2 Dolayısıyla Herbert’e “şartları”nı anlatmıştı. Açıksözlüydü. Bu durumda Talat Paşa, İngiltere için Anadolu’da Mustafa Kemal’e karşı kullanılacak bir “seçenek” değildi, olamazdı, ama beklenen ve istenen herhalde buydu. Akşin’e göre, görüşmede söyledikleri ve Kurtuluş Savaşı ile ilgili düşünceleri, Talat Paşa’nın idam hükmünün kesinleşmesine neden olmuştu.3

Nitekim, bu arada öldürülecekler listesi tamamlanmış, hazırlıklar yapılmış, tetikçiler görevlendirilmişlerdi.4 Talat Paşanın öldürülmesinden bir yıla yakın bir süre geçtikten sonra, gene Berlin’de, gene sokak ortasında, bu sefer Dr. Bahattin Şakir ve Cemal Azmi Bey5 birlikte öldürüldüler. Tetikçiler, Arşavir Şıracıyan ve Aram (?) adındaki iki Ermeniydi. Alman hükümeti katilleri bulana ve açıklayana 50 bin Mark ödül verileceğini duyurdu; ancak bu da göstermelikti, Almanya katilleri bulup yakalamaya çalışmadı. Nitekim katiller, günlüklerini, neden cinayet işlediklerini anlattıkları anılarını yayımlamak da dahil, istediklerini ve her şeyi yaptılar, istedikleri her yere gittiler. Öldürülenlerin cenazelerinde tek bir Alman bile olmayacaktı. Çünkü, “sosyalistler” dahil artık bütün Almanya artık Ermenileri savunuyordu!

Almanya müttefikini sadece yalnız bırakmakla kalmıyor, kendini “kurtarmak” istiyor, bu düşüncesiyle de onu feda ediyordu.

Berlin cinayetlerinden sonra Roma’da, Büyük Savaş yıllarında bir dönem sadrazam olan Sait Halim Paşa 6 Aralık 1921 tarihinde Ermeni terörist Arşavir Şıracıyan tarafından öldürüldü. Ayrıca Cemal Paşa da 21 Temmuz 1922’de Tiflis’te iki yaveri ile beraber sokak ortasında “kimliği belirsiz” kişilerce suikaste uğradı.

“Bir adam öldürdüm, ama katil değilim!”

Şimdi Talat Paşa cinayetinin adli safhasına geçelim. Talat Paşa’nın katili Sogomon Tehlerian’ın yargılanması, suçüstü olduğundan fazla geciktirilmeden başladı (2 Haziran). Ancak, savcılığın görevinin gereğini doğru yapması dışında, duruşmalar tam olarak göstermelikti; bırakalım savaş sırasında birlikte olduğu Osmanlı yöneticilerine arka çıkmayı, Almanya yargı sürecinde hukuk dışında bir yol izlemeye başladı. Alman yönetimi, katili ceza almadan serbest bırakmak istiyordu. Yani kurtarılacağını “göstermek” peşindeydi. Kime? Elbette İngiltere’ye ve Fransa’ya. Savcı, suikastçının idamını isteyen bir iddianame hazırladı. Ama katil suçunu itiraf ettiği halde, bilinçli bir şekilde ve planlayarak (taammüden) öldürdüğünü kendisi de, hem ilk ifadesinde, hem de mahkeme salonunda beyan etmesine rağmen suçsuz bulundu!

Bu, yargılamanın yasal yürütülmemesi ve Alman yasalarının çiğnenmesi yanı sıra, hiç bir bakımdan inandırıcı ve kabul edilebilir de değildi. Katil, Türklerin Ermenilere hep kötülük yaptığı düşüncesinden ileri gelen Türk düşmanlığından “ruhsal travma” geçirmişti, ve bu ruhsal travma, suikastçının suçunu ortadan kaldırıvermişti! Berlin’in psikiyatr ve sinir hastalıkları uzmanlarının hazırladığı rapordaki Tehlerian’ın sağlıksızlığın nedeni ve sorumlusu da Türklerin zulmüydü!

Böylece, suikastçının kendi ifadesiyle, “adam öldürerek katil olmamak” gerçekleştirilebilmişti.

Olay yaşayan tanıklardan, saatlerce ve günlerce kişisel anılar dinlendi. Anlatılanların hiç birinin duruşma konusuyla bir ilgisi yoktu. Türklerin kötülüklerini anlatan nefret söylemi tekrarlanıp durdu. Ama Türkiye’de sekiz yıla yakın kalmış, en üst düzeyde askeri ve idari görevler yapmış ve Cihan Savaşında sorumlu insanlardan biri olan önemli tanık Mareşal Liman von Sanders’in, Talat Paşa’nın hiç bir zaman cinayet ve kötü davranma emri vermediğini söylemesi ve Talat Paşa lehine konuşması anlamlı bulunmadı. Sanık için, sanık lehine konuşmayan tek kişiydi. Daha sonra mahkemenin bu yasa dışı dava uygulamasını Alman basınında eleştirecekti.

Yargıçlar katilin siyasal amaçlı bir cinayet işleyen intikamcı bir suikastçı yerine, onu mazlum göstermek istiyordu.

Mahkeme, Tehlerian’ı “cezai ehliyeti olmadığı” gerekçesiyle ilk celsede beraat ettirdi.6 Alman devleti o kadar kararlı ve baskısı da o derecedeydi ki, savcı kararı temyiz edemedi.

Polonyalı Yahudi avukat Raphael Lemkin davayı haberler yoluyla öğrendi ve uluslararası hukukta soykırım suçunu oluşturmak için bu davadan esinlendi.7 Belgesi olmasa da “suçlar”, her türlü kullanıma açıktı.

Yargılama Dışındaki Gerçekler,

Cinayete Rağmen Beraat Neden Gerekiyordu?

Mahkeme süreci böyle olmuştu. Ama Talat Paşa’nın cenazesinde resmi ve yarıresmi kuruluşlardan temsilciler hem hazır bulunmuşlar, hem de konuşmalar yapmışlardı. Devletin aldığı önlemlerle Almanya’da yasaların çiğnendiğinden fazla söz edilmedi. Ama İngiltere ve Fransa’da bile, karar siyasal olarak hoşa gitmesine rağmen, Berlin’de hukuka aykırı davranıldığına değinenler vardı. İki ülkede de hukuka her durumda dikkat edilmesini doğru gören, savunan hukukçular bulunuyordu. Ama bu “hukuka bağlı” hukukçular, ülkelerini hukuka bağlı gösterip Almanya’nın daha da ezilmesine hizmet etmekteydi. Nitekim, İngiltere’nin kendi düzenlediği Ermenilere kıyım yapıldığı yolundaki başka bir özel davanın hazırlıkları, yeterli delil olmadığından İngiliz Yüksek Savcılığı tarafından yarıda kesilmiş, aynı yıl, Temmuz 1921’de, Malta Yargılamaları başlamadan bitirilmişti.8 Osmanlı yönetiminin sorumluları olarak İngiltere tarafından Malta Adasına götürülen ve orada tutulan Türkler (150 kişi kadardı) ve Almanlar herhangi bir delil bulunamadığından yargılanamayıp suçsuz bulunmuşlardı.9 Malta tutuklularının hepsi serbest bırakıldı.

İngilizler hukukun üstünlüğü ve önemi konularında hassasiyetlerinden vazgeçemezler, adalete saygılarına gölge düşüremezlerdi. Başkaları bunu yapsındı, o zaman o onların sorunu olurdu, İngiltere’nin olmazdı.10

Ve sonunda hem “Türkler” (delilsiz adam asarlardı), hem de Almanlar (cinayet delilliyken katili beraat ettirirlerdi) kanun-delil tanımazlardı.

Almanya’nın yaptığı bu ilkesizlik ve hukuksuzluk, savaş sonunda Almanya’ya dayatılan şartlarla ilgiliydi. İtilaf devletleri savaşın galipleri olarak hem Almanya’yı ödemeyeceği kadar büyük bir tazminat ödemek durumunda bırakmışlar, hem Alman toplumunu kabul etmekte zorlanacağı aşağılayıcı bir duruma sokmuşlar, hem de Almanya’ya savaşın olumsuz sonuçları konusundaki yüklenmelerinde ölçüyü kaçırmışlardı. Savaş sırasında Osmanlı topraklarındaki azınlıkların, özellikle de Ermenilerin yaşadığı sorunlar bu yüklenmelerin başında geliyordu.

Almanya’ya vuruldukça vuruluyordu. Olaylara yol açan Ermeni örgütlenmeleri, kendilerini desteklemeyen ve Osmanlı devletiyle ittifak yapmış olan Almanya’yı suçlamakta başı çekmeye elbette çok hevesliydiler.

Zaten savaşın son günlerinde Ermeni dostu ve Türk düşmanı propagandalar Almanya’da o derece sistemliydi ki, Osmanlı Veliahtı Mehmet Vahdettin, “dost ve müttefik” Almanya’ya yaptığı seyahat sırasında (Nisan-Mayıs 1918) Alsace’ta bölge valisinin davetinde Osmanlı devletinin neden Ermeni kıyımı yaptığı sorusuna muhatap olmuştu. Vahdettin’le birlikte olan yaver Mustafa Kemal Paşa, veliahtın kendisini zor durumda hissetmesi üzerine valinin sorusunu cevaplandırması için konuşmaya dahil ettirildiğinde, valiye “neden Ermeniler lehine konuştuğunu” soracak, valinin yanlı ve iyiniyetli olmayan tutumunu yüzüne vuracaktı.11

Daha savaş sürerken Almanya’daki “Ermeni dostu” dernek ve kuruluşlar, her türlü engellemelere rağmen basında ve kamuoyunda Türk düşmanı propagandalarını sürdürmüşlerdi. Hatta zamanın şansölyesi Bethmann Holweg’e defalarca başvurmuşlardı.12 Savaş bittiğinde ise bunlara gün doğdu. Ezik Almanya kendini savunma telaşına düşmüştü ve bu zaaf, Türk düşmanlarının baskılarının daha da yoğunlaşmasına, girişmlerinin artmasına yol açacaktı.

Türk düşmanı faaliyetler kısa bir zaman içinde kampanyaya dönüşmüştü.

Ermenilerin ve “Ermeni dostu” çevrelerin savaş sırasında ve sonrasındaki faaliyetleri İtilaf devletleri tarafından olumlu görüldüğü, desteklendiği gibi teşvik de edilmişti.

İntikamcı Bir Katilin Heykeli Ne İçin Vazgeçilmezdir?

Bugünün Fransa’sına mart ayında baktığımızda, katledilme günü 15 Mart olduğundan Talat Paşa’nın unutulmamış olduğunu görüyoruz! Böyle cinayetler anlaşılan Fransa için, terörizme karşı bir tavır sergilemek istemekten çok, kendileri terörizmin ne kadar içinde ve ona yandaştırlar onu gösterme fırsatıydı.

Fransa, yukarıda öyküsünü anlattığımız Sogomon Tehlerian’ın Marsilya kentinde heykelini dikmiş. Ve heykelin açılışı, katilin cinayet gününe denk getirilmiş,

Utanç vericidir.

Terörizm kutsanmıştır.

Altında emperyalist politikalar yatmaktadır. Türkiye emperyalizmi yenmiştir, onları ülkesinden kovmuştur.

İngiltere ile birlikte Fransa emperyalizmi, Türkiye tarafından tarihin ilk büyük ve en önemli bağımsızlık savaşı verilerek cezalandırılmıştır. Türk düşmanlığı bundandır. Yapabildikleri budur.

Bu heykel düzenbazlığı ilk değil, ama bugün gene bir anlamı var.

Fransa, emperyalist bir ülke olmaktan vazgeçmedi ya, hala da emperyalist ya, onu göstermek telaşında. Adaletin bir önemi yoktur, ırkçılığın bir mahzuru yoktur, Türk düşmanlığı bugün gene lazımdır, terörizm ise her zaman bizim işimize yaramaktadır!

Terörizm bizimdir!

Evet, Fransa’nın mesajları böyle.

Ancak o heykel orada durmayacak.

Fransa bizlere de teröre karşı olmak için emperyalizme karşı olmak gerektiğini göstermekten başka bir şey yapmıyor aslında.

Türkler hiç bir zaman soykırım yapmadı. Türklerin Ermenilerle bir sorunları olmadığı gibi, Türkler Ermenilere düşman da değildi.

Fransa’ya karşıyız, neden karşıyız, ırkçılığa ve emperyalizme karşı olduğumuz için.

İnsanlık, bu iki insanlık ayıbını sürdüremez. Batı uygarlığı da bu iki insanlık ayıbının kaynağı, nedeni, sürdürücüsü, savunucusu olduğundan çökmektedir. Batı, bu yüzden uygarlık olmaktan çıkmıştır, ve bu yüzden insanlığa verebileceği bir şeyi artık kalmamıştır.

NOTLAR

1Londra Konferansı, Kurtuluş Savaşımız sırasında Ankara hükümeti ile İtilaf devletleri arasında yapılan ilk barış görüşmesidir (21 Şubat – 12 Mart 1921).

2 Aubrey’in bu görüşmesi ile ilgili değerlendirmeleri için bkz. Talat Paşa’nın Anıları (baskıya hazırlayan Mehmet Kasım), Say Yayınları, İstanbul 1986, s. 182-202.

3 Aubrey Herbert, Ben Kendim (İngilizce yayımlanan kitabın başlığı Türkçedir) adlı İngiltere’de yayımlanan anılarının Talat Paşa’yla ilgili bölümü için bkz. “Talat Paşa”, Birikim, Nisan 1975; akt. Sina Akşin, “Talat Paşa ve İttihat ve Terakki”, Teori, sayı 194, Mart 2006, s. 7-9; ve Tevfik Çavdar, Talat Paşa / Bir Örgüt Ustasının Yaşam Öyküsü, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 1984, s. 504-516.

Ayrıca, bu konuda yukarıda yazılan her şeyin doğrulanmadığı bir kaynak olarak bkz. Ergun Hiçyılmaz, “Talat Paşa / Cellatını Arayan Adam”, Başverenler Başkaldıranlar, Altın Kitaplar, İstanbul 1993, s. 85 vd.

4 Bu listenin hazırlanması, örgütlenmesi ve uygulanmasına İngiltere tarafından “Nemesis Harekatı” adı verilmişti. Sonradan Ermenistan devleti de, bu yasa ve ahlak dışı, ancak resmi kayıtlı intikam terörizmini marifet saydı ki, Erivan’daki Kırım Müzesi’nde “Nemesis Sergisi” adıyla bir köşe hazırladı.

5 Dr. Bahattin Şakir (1870-1922), İttihat ve Terakki iktidarının önemli görevler yapmış bir fedaisiydi. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Hikmet Çiçek, Dr. Bahattin Şakir / İttihat ve Terakki’den Teşkilatı Mahsusa’ya / Bir Türk Jakobeni, Kaynak Yayınları, İstanbul 2004.

En son görevi Trabzon valiliği olan Mehmet Cemal Azmi Bey (1868-1922) öğretmen ve idareciydi. Trabzon valiliği sırasında Ermenilerin önemli bir liman olan Trabzon’daki faaliyetlerini ve oradan yurda kaçak silahlar sokulmasını önlemede önemli yararlılıklar göstermişti.

6 Uluç Gürkan, Ermeni Sorunu’nu Anlamak / Önyargıları Aşmak ve Nefretten Arınmak, Destek Yayınevi, İstanbul 2011, s. 108.

7 Irvin-Erickson, Douglas (2016). Raphael Lemkin and the Concept of Genocide. University of Pennsylvania Press, Inc. s. 36. ISBN 0-8122-9341-X. OCLC 960977818. Bkz. https://tr.wikipedia.org/wiki/Talat_Pa%C5%9Fa_Suikast%C4%B1.

8 Uluç Gürkan, Malta Yargılaması / Özgün İngiliz Belgeleriyle, Kaynak Yayınları, İstanbul 2014 ve Gürkan, 2011, s. 87 vd.

9 Bilgi için bkz. Bilâl N. Şimşir, Malta Sürgünleri, Bilgi Yayınevi, Ankara 1976; ve Gürkan, 2011.

10 Nitekim bu dava yanında, Osmanlı devletinin İngilizlere yaranmak için kurduğu askeri bir mahkeme, Mirliva Mustafa Paşa (Nemrut Mustafa Paşa olarak anılır) başkanlığında 1919 yılında, Boğazlıyan Kaymakanı Mehmet Kemal Bey’i iftiralar sonucu delilsiz ve hukuksuz bir şekilde idam kararı vermişti. İdam edilen Kemal Bey davası, idam kararı verilebilmesi için başkanı dahil mahkeme üyeleri değiştirilmişti.

Bu mahkeme daha sonra Mustafa Kemal ve Anadolu’ya geçen başkaları için de idam (aralarında Halide Edip Adıvar ve eşi Dr. Adnan Adıvar da bulunuyordu) kararları vermişti.

11 Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 3 (1919), Kaynak Yayınları, İstanbul 2000, s. 42-43.

12 ”Türklere karşı Ermenilerin desteklenmesi“ talebiyle hazırlanan imzaya açılmış metinler ve mektuplar için bkz. Kıvanç Galip Över, Alman Belgelerinde Ermeni Meselesi / 1915, kaknüs yayınları, İstanbul 2007, s. 156-165.

Bunları da sevebilirsiniz