EĞİTİM DENEYİMLERİ
6. BÖLÜM
PAYLAŞMANIN GÜZELLİĞİ
Her ülke bu dönemde ilk orta lise eğitimleri konusunda birçok değişik fikir paylaşır ve sorunları gözden geçirirken, biz yine olumlu deneyimler üzerinde duralım. Konumuz yine paylaşmak. Bu sefer okullararası bilgi ve deneyim paylaşımını anlatacağım.
Myanmar yerli malları, madenleri, tarım ürünleri bakımından çok zengin bir Güneydoğu Asya ülkesi ama ne yazık ki bu doğal zenginlikler bir metaya dönüştürülüp toplumu zenginleştirmiyor. Toplum her bakımdan geri kalmış durumda, tarım en eski usullerle yapılıyor ve maalesef ülkede bir dolaşım ağı da gelişmediği için, üretenin elinde ürettiği mallar ancak mahalli pazarlarda görücüye çıkıyor, gerisi çoğunlukla elde kalıyor, yada kısa mesafelerde takas ediliyor, ticaret olasılıkları çok kısıtlı. Bu şartlarla birlikte tahmin edeceğiniz gibi eğitim de çok kısıtlı imkanlarla sürdürülüyor.
5-6 yıl önce Yangon’da çalıştığım enternasyonal okula bir ziyaretçi geldi, öğretmenlerle ve müdürle konuşmak istediğini söyledi, bize haber verilince biz de bu sevimli beyle uzun uzun konuştuk. Kendisi memleketinde bir özel okul açmaya karar vermis, sanıyorum ortakları da vardı. Özel okul nasıl olur, neler lazım araştırmaya başlamışlar, bakmışlar iş boylarını aşıyor. Büyük şehir olan Yangon’a gelip özel okullardan yardım istemeye karar vermişler. Bu yüzden okulumuzu ziyaret etmişler. Çok da akıllıca bir davranış olduğunu düşünüyorum. İlk elde okulda bazı kullanmadığımız eski kitapları okul sahibine sorarak verebileceğimizi söyledik. Sohbetler sırasında bu bey bize çok güzel bir teklifte bulundu.
“Bir hafta sonu bir minibus tutup bir öğretmen grubu olarak okulumuza gelin, öğretmen ve öğrencilerimizle tanışın, her biriniz Cumartesi günü akşama kadar derslere girip öğrencilere okudukları konularla ilgili ders yapın, hem öğrenciler hem de öğretmenlerimiz sizlerin nasıl ders verdiğinizi gözlemlesinler. Ertesi gün de hep birlikte piknik yapalım, size bulunduğumuz bölgenin görülmeye değer yerlerini gezdirelim. Eger yardımda bulunmak isterseniz, buradaki yetimler yurdunu da ziyaret edip hediyeler ve para yardımında bulunabilirsiniz. “
Doğal olarak bu samimi teklif hepimizin hoşuna gitti, hem büyük bir kültürel iyilk yapmış olacaktık, hem de Myanmar’ın bilmediğimiz bir yerini yakından tanıma fırsatımız olacaktı.
Aramızda hemen organize olduk. Tarih belirledik. Her seviyede girebileceğimiz derslerin listesini çıkardık, 10-12 kişi bu sınıfları kendi branşlarımızla ilgili olarak paylaştık. Ne konular işleyebileceğimizi araştırdık, ders planlarımızı yaptık, hatta etkinlikler için gerekli malzemeyi de yanımıza almayı düşündük. Ben kendi adıma işleyeceğim dersin ders kitaplarının dışında öğrencilere her daim lazım olacak bir konu olsun istedim. Uzun uzun düşündüm, sonunda kendi deneyimlerimi gözden geçirdim.
Myanmar’a 2014’te ilk geldiğimde hiç karşılaşmayı ummadığım birçok farklı durumla karşılaşmıştım. Bunlardan biri de telefon sim kartının 1000 dolara yakın bir fiyatla satılıyor olması ve sadece bir markanın bulunmasıydı, aynı şekilde internet de özel işyerleri dışında bulunmuyordu, bankalarda bile daha internetli işlemlere geçilmemişti. Internet bağlantısı için koca bir kutu satın almanız gerekiyordu, o da sim kart gibi çok pahallıydı. Bu yüzden mobil telefon da pek yaygın değildi. Bir yıl sonra bu durum değişmeye başladı, sim kartlar ucuzladı, internet şirketleri türedi. Biz de normal sim kartlarla mobil telefonumuzu kullanmaya başladık ancak günde defalarca kesilen elektrik yüzünden jeneratör olmayan bütün işyerlerinde hayat duruyordu. Böylesine zor şartlarda dilini bilmediğiniz bir ülkede ne yaparsınız, kendinize bir rehber kitap bulursunuz ve harita alır, bulunduğunuz yerleri belirlersiniz. Hemen kendime bir harita bulmak için kolları sıvadım, çarşıda satılan haritaların bir kısmı Burma harfleriyle yazılmış, birşey anlamak mümkün değil, bir kısmı da ingilizce yazılmıştı. İngilizce olanını aldım, evde oturdum çalıştım, okulumu, evimi, hastane, restoran, turistik yerler gibi gidebileceğim gerekli yerleri kırmızı kalemle işaretledim. Allahtan işe okul servisiyle gidiyorduk, bir sıkıntım olmadı. Bu arada şunu söyleyeyim geçmişte İngiliz sömürgesi olmasına ragmen bu memlekette ingilizce bilen parmakla sayılacak kadar. Gezmek amaçlı taksiye bindiğimde elimdeki haritayı göstermenin çok iyi bir yol olduğunu düşündümse de bu hiç işe yaramadı çünkü şöförlerin birçoğu şaşkın şaşkın uzattığım haritaya bakıyor, incelermiş gibi yapıyor, ama olduğunu anlayamıyorlardı. Baktım olmuyor, yanıma üstünde Burmaca yazan harita aldım, bunu da anlayamıyorlardı, kelimeleri, sokak isimlerini anlasalar da harita hayatlarında okumadıkları için bir türlü gidilecek yeri yön olarak bile kestiremiyorlardı. O zaman anladım ki, harita bu ülkede eğitimde kullanılmayan bir malzeme. Belki de uzun zaman memleketi idare eden askeri yönetimler yasakladılar haritayı. Harita hiçbir şekilde hayatın içinde değil. Bundan dolayı derslerimin planlarını harita üzerine kurma kararı aldım. Sınıflarda haritayla etkinlik yapabilmek için harika bir yol buldum. Oturduğum binanın altındaki süpermarketin kapısındaki masanın üzerinde gelip geçen alsın diye konulan ilan kitapçıklarına baktım. Japon şirketlerinin ortak çıkardığı ilanlar dergisinin ortasında malların satıldığı merkezleri ve Japon restoranlarını gösteren bir Yangon haritası bulunuyordu. Üstelik güzel de bir haritaydı, dili ingilizce ve bütün hastane, otel , restoran, postane ne varsa üzerinde sembollerle belirtilmişti. Ölçeği de en altta yazılıydı. Her gelip geçişimde 5-10 tane aldım, ortalarındaki haritaları özenle çıkarttım, 60-70 tane haritayı malzeme kutuma koydum. Etkinlik ve ders malzemeleri sorunumu da çözmüş oldum.
Plan program hepsi hazırlandı, bir minibus tutuldu ve 6 saat uzaklıktaki Ayeyarwady bölgesinde Pathein iline bağlı Çonpiyo (Kyonpyaw) kasabasına gitmek üzere Cuma günü dersten hemen sonra yola çıktık. Bizi ağırladıkları misafirhaneye vardığımızda saat gece 21.30 du. Bize hazırladıkları sofrada biraz yerli yemekleri atıştırıp sohbet ettikten sonra hepimiz yattık. Sabah 6.30’da rehberimiz bir öğretmen bizi aldı, ilk önce yürüyerek bir Pazar yerini şöyle bir dolaşıp okula vardık.
Pazar yerinde en çok hoşuma giden benim çocukluğumdaki cam bilyeleri bulmam oldu, hemen bir torba bilye aldım, sanki birden zaman tünelinde 60 yıl öncesine gitmiş gibi oldum. Çocuk gibi sevinerek bilyeleri ceplerime doldurdum.
Hayatın çok erken saatlerde başladığı bu kasabada biz de yaşama erken katılmış olduk. Pazarın renkliliği, daima gülümseyen yüzler, pazarın tatlı gürültüsü bize güzel bir enerji verdi. Burada halk çok cana yakın, herkes gülümseyerek selam veriyor, sanki onlarla uzun zamanlardan beri tanışıyoruz, hiçbir yabancılık çekmeden bütün pazarı keyifle dolaştık. Yürüyerek bir miktar uzakta olan daha inşaatı tamamlanmamış okula geldik, öğretmenler odasında kahve, çay ve ufak bir atıştırmadan sonra, öğretmenlerle tanıştık. Öğretmenlerin kıyafetleri çok güzeldi, kadınların hepsinin altlarında lonci dedikleri uzun dar lacivert etek, beyaz bluz, erkeklerde de beyaz gömlek vardı, çoğunluk bayan öğretmendi.
Okulun inşaatı daha tamamlanmamıştı ama biz derslerimize başladık.
Ben ilk okullardan matematik dersine başladım. Ilkokul 4. Sınıflarda derse girdim. Çocuklar hepsi ayağa kalktılar. Günaydın deyip, oturmalarını söyledim. Derslerimiz ingilizce olacaktı ama özellikle alt sınıflarda çocuklar az ingilizce biliyorlardı. Öğretmenleri biraz tercüme ederek yardımcı oldular.
Getirdiğim haritalar çok işe yaradı, öğrenciler hevesle harita üzerinde çalıştılar.
‘Haritalar nasıl kullanılır’, ‘Ne işimize Yarar’, ‘Yön nedir’gibi alt başlıklarla derslerimi işlemeye başladım. Dersime ilk sağ sol tanımıyla giriş yaptım. Basit bir ingilizceyle çocuklara tek tek sordum, kim kimin sağında yada solunda.
Çocukların büyük bir hevesle dersi dinleyip verdiğim haritaları incelemeleri ve bulduklarını defterlerine özenle yazmaları, parmak kaldırarak derse katılmaları çok hoşuma gitti.
.
Daha sonra tahtaya yanımda getirdiğim büyük Myanmar haritasını astım, bulundukları şehir Myanmar’ın neresinde, Yangon nerede, başkent Nepido nerede gibi sorularla sınıf çok canlandı. Her öğrenciye yanımda getirdiğim haritalardan birer tane verdim. Sonra haritanın üzerindeki sembollerin ne anlama geldiklerini, ölçeğin ne olduğunu anlattım. Sembolleri tanıttıktan sonra, bu sembollere göre ilk önce hastaneleri, sonra otelleri, sonra mabetleri bulup işaretlediler.
Bunun üzerine bir senaryo yaptık. Bulundukları şehirden kalkıp Yangon’a otobüsle geliyorlar. Otobüs terminali nerede? Büyük heyecanla bulduktan sonra sıra hikayeye göre gidecekleri Kulak Burun Bogaz hastanesini bulmaya geldi. Hastaneyi buldular. Otobüs terminalinden hastanenin yön olarak nerede olduğunu nasıl tarif edeceklerine geldi. Tarif etmeyi öğrendiler. Bu çok önemli bizim ülkemizde maalesef doğru dürüst herkes tarif bir türlü yapamaz, “böyle git abi, görürsün tabelayı”, yada “şu tepenin ardında” gibi bir işe yaramayan tarifler. Ne yön, ne sağ, ne sol, ne harita… Güleryüzlü, heyecanlı, sevinçli çocuklarla işte böyle bir harita dersi işledim. Çocuklar çok memnun kaldı, üçer üçer oturdukları sıralarda birbirleriyle uyum içinde hiç görmedikleri bir konuyu öğrenmenin heyecanını yaşadılar. İki öğretmen ders boyunca sınıfın en arkasında oturdular ama ilk anlarda çocuklar benim sorularımı bilemeyecek diye endişelenip çocuklardan önce sorularımı yanıtlamaya çalıştılar. Onlara nazikçe müdahale etmemelerini söyledim. Aslında onlar da çocuklar gibiydi, heyecanlanıp yanıtı bulunca hemen söylemek istiyorlardı. Bir kısmı da çocuklar bilemez diye kendi lisanlarında tiyö veriyorlardı farkettirmeden.
Ortaokullara geçtiğimde aynı konuyu biraz daha derinlemesine anlattım. Etkinlik onların da çok hoşlarına gitti. Son saatlerde liselerin derslerine girdim, acaba ne seviyede matematik biliyorlardı, meraklanmıştım, bunu yoklamak için çocuklarla biraz sohbet ettim, zorluklar üzerine konuştuk, sonra da onların kitaplarından bazı soruları çözdük, soru çözme stratejileri ve teknikleri üzerine kısa öğütler verdim.
Bahçede ders sonunda herkes toplandı, müdür bir konuşma yaptı, çocuklar hepbir ağızdan teşekkür ettiler ve dağıldık. İnanılmaz yorulmuştum. Öğlen kısa bir aradan başka hiçbir ara vermemiştik. Bir an önce otele kendimizi atıp biraz dinlenmek istiyorduk. Misafirhaneye gidip elimizi yüzümüzü yıkadık, biraz dinlenip müdürün davetlisi olarak küçük bir restorana gittik. Bu yorgunluğun üstüne ikram edilen biralar ve limon suları, lezzetli yemekler çok hora geçti.
Pazar sabahı erkenden kahvaltıya müdürün hanımının davetlisi olarak evlerinin önündeki çardakta kurulan kahvaltıda eşinin kendi elleriyle yaptığı MOHINGA çorbasını içtik, müthiş bir çorba! Akşama kadar yemek yemese acıkmaz insan. Çorbanın içinde ne yok ki, sıcak suda ilk kurutulmuş balıklardan ve deniz mahsullerinden yapılan un eritiliyor, sanki içinde biraz da mercimek var gibi. Sonra kaselere koyarken içine haşlanmış olan ince makarna ekleniyor. Üzerine ekleyecekleriniz masada sergilenmiş durumda pul biber, limon, çeşitli kızartılmış kıtırlar, maydanoza benzeyen kişniş out, minik patlıcan, ve başka taze otlar… bunlardan istediğiniz kadar tabağınıza alabiliyorsunuz. Myanmar’ın meşhur, heryerin olmazsa olmazı olan milli çorbası çok lezzetli ve sağlığa faydalı.
Kahvaltıdan sonra Yetimler Yurduna gittik. Kapıda bizi kucağında 5 aylık bebekle yönetici karşıladı. Sonradan bu bayanın oradaki tek yönetici durumundaki insan olduğunu anladık. Zaten hepsi gönüllü çalışıyorlardı. Bizi ağırlamak için plastik sandalyeler getirmişler. Etrafı gezdik, çocuklar meraklı bakışlarla etrafımıza sardılar. Kimi büyük, kimi küçük her yaştan insanın barındığı bir yer burası anlaşılan. Yatakhanede 4-5 yatak vardı sadece, gerisi yerde bir kenarda dürdükleri hasırların üzerinde yerde yatıyorlardı. Dolapları olmadığı için her tarafa ipler germişler, eşyalarını onların üstüne askılara asmışlardı. Odalar temizdi, zaten hiç eşya olmadığı için dağınıklık da yoktu. Terliklerini daima dışarıda çıkarıyorlardı. Bütün gençlerin çocukların üstleri başları tertemizdi. Bu memleketin temizlik görgüsüne bayılıyorum. Şartlar ne olursa olsun, herkes bir yerlerden su taşıyıp mutlaka duşunu alıyor ve üstünü başını her gün elde çitileyerek yıkıyor. Bahçelerinde bir kuyu var, kuyu suyuyla delikanlılar açıkta arka tarafta yıkanıyorlar, bayanların da içeride banyo olarak kullandıkları bir girinti var, onlar da orada yıkanıyorlar. Burada kalan yetimler arasında okula gidenler, işe gidenler var, bir de uzak yerlerde çalıştıkları için çocuklarını bırakacakları yerleri olmayanların çocukları var. Halk elbirliği ile Yetimhane adını verdikleri bu derme çatma tuğla ve bambulardan yapılmış hanelerde bu insanlara bakıyorlar. Bütün geçimleri oradan buradan toplayabildikleri yardımlar. Hatta yönetici dedikleri bayanın bile gidecek yeri yok, burada onlarla birlikte o da geçimini sağlıyor. Hediyelerimizi verdik. Çocuklar çekingen bir halde verdiklerimizi aldılar, ne kapışma, ne boğuşma, ne koşturma… hüzünlü bakışlarla aldıkları hediyeleri incelemeye başladılar. Biz onlarla da oturup kağıttan oyuncaklar, boya kalemleriyle resimler yaptık birlikte, duvarlara astık. Onların güzel yüzlerindeki gülümsemeler, meraklar, ufak sevinçler o gün aldığımız en güzel hediyeler oldu. Onlardan ayrılırken arkamızdan koşturdular.
Okulun diğer öğretmenleriyle birlikte sandallara bindik nehrin ortasında oluşan bir adaya gittik. Ağaçların altına piknik örtülerimizi koyduk, yemekler çıktı ortaya, ateş yakıldı, sosisler, patlıcan, domates, büyük uzun bamyalar ve tavuk butları pişirildi. Bir kısmımız mayolarımız giyip karşı kıyıya kadar yüzüp geldik, dışardan nehir çok sakin gözükse de yüzerken akıntı yüzünden bayağı yorulduk.
Piknikten sonra dönüşte bizi orada yüzyıl önce gelip yerleşmiş olan misyonerlerin yaptıkları kiliseleri gezdirdiler, öğrendik ki bazı köyler bu misyonerlerin çok iyiliklerini gördükleri için onların mezarlarını da kilisenin bahçesine koymuşlar ve kendileri de hıristiyan olmaya karar vermişler,… belki güleceksiniz ama bir yandan budist olmaya da devam ediyorlar. Kimi budizmin din olmadığını bir felsefe ve yaşam biçimi olduğunu söylüyor, kimi de din. Anlaşılan herkes yüreğine göre hareket ediyor burada.
Ayrılık zamanı gelince güzel dostluk duygularıyla ayrıldık.
Bu anlattığım hikaye Mart 2018 yılında oldu, 3 yıl daha aynı şekilde devam etti. Sonra araya covidler, cuntalar girince artık hayal oldu.
Okul ne oldu, yerinde duruyor mu, okulun eksiklerini tamamlayabildiler mi, bizlerden öğrendiklerini uygulayabildiler mi, okulun kültüründe bir değişiklik yaratabildik mi, o kadarcık bir yardımın onların hayatında bir değişiklik yaratabilmesi mümkün müydü?
Bilmiyoruz… umarım birazcık bile olsa onların yaşamlarına dokunmuşuzdur. Paylaşmak güzel.
Resimler
Pathein bölgesinde kırsal alanlardaki evler
Genelde halk taşıyacaklarını resimde görüldüğü gibi hep başında taşıyor.
Yetim Yurdunu ziyaretimizde yurtta kalan gençler ve çocuklar, hemen hemen hepsi gündüzleri okula yada işe gidiyor, kalanlar küçüklerle ilgileniyor.
Hindistan cevizi ağacına tırmanmaya hazırlanan bir işçi.
Hindistancevizi yağı ve meyvesi yörenin geçim kaynaklarından biri ancak toplamak ve damıtmak oldukça zahmetli.
Ayeyarwady bölgesi büyük Ayeyarwady nehri ve buna baglanan birçok nehir ve sularla tarıma çok elverişli bir bölge. Balık ve su ürünleri de halkın geçim kaynaklarından. Bunları ticari hale getirip başka yerlere ulaştıramadıkları için su ürünlerini kurutup o şekilde tüketiyorlar.