Dağınık bir Meditasyonun İronisi Üzerine

Çok fazla düşünüyorum” diyen insanları işitmiş olabilirsiniz. Herkes çok düşündüğünü söylüyor. Çok kafaya takıyorlarmış. Bu düşünmek işi yüzyünden uyku tutmuyor ve hatta Allah sizi inandırsın gün oluyor doğru düzgün iş yapamıyorlarmış. Doğrudur. Kafamıza durduk yere gelen düşünceler gerçekten tatsız. Ayakkabıdaki taş, parmaktaki kıymık, sırtınızda bir türlü uzanamadığınız yerdeki o gıcık kaşıntı gibiler. Psikiyatrlar, psikologlar, sinirbilimciler bunların farklı tiplerine farklı adlar veriyorlar anladığım kadarıyla, ben bilmiyorum öyle şeyler. Gelin, bu yazıda bu işin “görüngüsünden” bahsedelim, bize görünen yüzünü inceleyelim.

Öncelikle, şunu belirtmek lazım: düşünmek ile aklımıza bir düşüncenin gelmesi arasında bir fark var.1 Bir filmi dikkatle izlemek ile bir reklama maruz kalmak arasındaki fark gibi, ilk bakışta belirsiz bir ayrım. İkisinde de aslında eylem aynı: bir şeyleri görüyor, o şeylerden sonuç çıkarıyoruz. İzlediğimiz şey ister güzel bir film olsun, ister 30 saniyelik, unutup gideceğimiz bir reklam. Sonuçta bizi dışarıdan gören biri her iki durum için de benzer bir çıkarımda bulunurdu: bu insan bir şeyler izliyor. Kendi açımızdan da eylem aynı gibi. Aldığımız keyif, öğrendiğimiz şeyler başka ve hatta kesildiğimiz dikkat farklı düzeylerde olabilir ama bir şeyler “izliyoruz” sonuçta.

Düşünce için de aynısı geçerli değil mi? Kah matematik teoremi kanıtlıyor olalım kah saat kaç oldu ki diye merak edelim. Düşünüyoruz. Biraz daha genişletelim bu düşünce sınırını: aklınıza bir şey “takılsın”. Bilmem kimin doğum günü vardı, kutladık mı diye başlayalım düşünmeye. Çıkarken ocağı kapattım mı? Faturayı ödedim mi? Bilmem kimin telefonuna döndüm mü?

Bunlar tabii biraz daha “kafamıza takılanlar”. Bir de “aklımıza düşenler” var, değil mi? Onlar da saymakla bitmiyor. Aklımıza düşen dertler var mesela. Bazen önemli oluyorlar, bazen önemsiz ama genelde hepsi birden düşüyor. Öyle durumlarda sapla samanı ayırmak zor iş. Aklımıza birileri de düşüyor bazen. Bazen insanın sevdiceği düşüyor aklına, bazen ex-sevdiceği. Bazen temelli gidenler, mesela erkenden veda edenler düşüyor aklına insanın. İlle böyle ciddi olmasına gerek yok tabii, bazen de komik bir anı düşüveriyor akla. Şimdi bunları düşündük mü sayılıyoruz, yoksa bunlar sadece “aklımıza mı düştü”? Reşid Behbudov, yârinin yâdına düştüğünü söylüyor. Uyak uysun diye mi öyle diyor, bilmem. Bazıları da “aklıma düştü” demiyor da düşüncenin kafasından geçtiğini söylüyor. Anlam aynı aslında, farkındaysanız düşünce işi yapıyor gibi, biz edilgen konumdayız. Bir şeyler düşüyor, geçiyor, uçuyor kaçıyor. Biz de maruz kalıyoruz. Düşünmek mi şimdi bu?

Zihnimizde beliren” bir şeyler de var. Aklımızdan geçiyor bunlar. Bazen engel olamıyoruz değil mi? Mesela kötü bir düşünce oluyor bazen, felaket tellallığı gibi biraz. Ya da bazen çok güzel şeyler oluyor. İnsana gündüz vakti bile rüya gördürecek şeyler zihninde beliriyor. Bunları da çoğu zaman kontrol etmekte zorlanıyoruz. Hatta bazı düşüncelerimizi kendimizle bağdaştırmakta o kadar zorlanıyoruz ki, “içimden bir ses” diyoruz. Sanki diğer düşünceleri dışımızdan bir ses bildiriyormuşçasına, bazılarını “içimize” atfediyoruz, belki sorumluluktan kaçmak için ya da belki de kontrol edemediğimizi kabullenmek için. Hatta bazen daha da çirkinleşirse düşüncelerimiz, “şeytan diyor ki” diyoruz. Yine bizim bir şey düşündüğümüz yok sanki. Yabancı filmlerde olur ya karakterin omuzlarında birer figür belirir, biri melek biri şeytan. İkisi de kendi meşrebine göre salık verirler. Öyle bir şey herhalde.

Bazen de kendi düşüncelerimizi başkalarının ağzından söylüyoruz. Mesela “duşta kazanılan tartışmalar” kategorisi buna dahildir. O geçen gün tartıştığınız bir meymenetsiz vardı ya, hah aslında ona neler söylerdiniz neler de… İşte dua etsin açmadınız ağzınızı. Şimdi dökün içinizi. E ama diyalog lazım olacağı için karşılıkları da düşünmek zorundasınız. İşte zihin böyle bir şey, gün olur o meymenetsize vereceğiniz yanıtı düşündürürken, bizzat o meymenetsizin ağzından konuşturur sizi. Onun yerine kendinizi koyarken aklınızdan geçenler, onun düşünceleri mi sizin düşünceleriniz mi?

In vino veritas” diyor Latince ile hava atmak isteyenler, “şarapta hakikat vardır” demek. Bazen insan demeyeceği bir sözü demlendiği bir sıra deyiveriyor. Şimdi o söz kimin? O düşünce? Ayıkken düşündük de sarhoşken ağzımızdan mı kaçtı? Kim bilir? Felsefecileri uzun zaman meşgul etmiş, hala da kafa kurcalayan bir soru var: hep aynı insan olarak mı kalıyoruz? İnsan yirmisinde neyse, yetmişinde de o mu? 70 yaşında olup da geriye dönüp 20’li yaşlarında söylediklerine bakanlar, ne hissediyorlar? Kim düşünmüştü bunları? (Bu arada bakın farkındaysanız yine edilgen olduk, kafamız kurcalandı, biz bir şey yapmadık.)

Buraya kadar anlattıklarımız bireysel düzeydeydi, bir de işin toplumsal düzeyi var. Bize hangi düşünceleri toplum verdi, hangileri ailemizin izi? İlkokul öğretmenimiz de birtakım düşünceler aşılamış olsa gerek. Peki arkadaş çevresine ne demeli? Dostumun kim olduğunu öğrenince bana kim olduğumu söyleyecek insanlar hangi korelasyona bel bağlıyorlar? Propaganda? Herkes propaganda diye bir şey olduğunun farkında ama bugüne kadar da ben şu propagandaya maruz kaldığım için bu düşünceyi geliştirdim diyenine rastlamadım. Toplumsal propaganda ve fikir yayılmacılığına dair gözlemlerimiz benliği hep ıskalıyor. Çuvaldız da iğne de hep başkasına.

Düşüncelerimizin çok büyük kısmının “bize” ait olmadığını kabullenmek önemli bir başlangıç olsa gerek. Bazıları başına buyruk, bazıları dışarıdan geliyor, bazılarıysa tepeden atanıyor. Aklımıza takılanlar, hafızamıza kazınanlar, zihnimizde belirenler, içimizden gelen sesler, şudur da budur. Tüm bunları çıkarınca gerçekten “düşündüklerimiz” aklımızdakilerin ne kadarı ediyor? Muhtemelen çok azı.

Öyleyse, yani gerçekten düşündüklerimizin çok azını etkin, etkili biçimde kendimiz düşünmüyorsak fakat bunların bir kısmına sadece maruz kalıyorsak, düşünce gücü gerektiren pek çok şeyde bu kadar zorlanmamız doğal değil mi? Herkes konsantrasyon sorunlarından şikayetçi. Doğru, ben de bu yazıyı bitirmek için kaç kere masanın başına oturdum sonra kalkıp alakasız başka bir işe koyuldum, hatırlamıyorum bile. Tam bir düşünce yerli yerine oturacak, hop bir bildirim. Bir ses. Bir görüntü. Belki de bir düşünce. Kısa kısa videolarla 20-30 saniyelik bilgi parçacıklarına, bölük pörçük alıntılara, sonsuza giden ve kaydırabildiğine uzanan sosyal medya içeriklerine bu kadar maruz kalıyorken oturup da birkaç saat sıkılmadan bir şeyler okuyabilmek herhalde kolay değil. Anladığım kadarıyla çok kimse de okuyamıyor zaten.

Propagandalarla, yalanlarla veya başka türlü yollarla zihninin kontrol edildiğini düşünenler var. Kimse de demiyor, kontrol önceden bende miydi ki, şimdi bu insanlar göz dikti, diye. Aydınlanma, herkesin kendi aklını kullanma cesareti ve becerisini gösterebilmesiydi Kant’a göre. O bunları söylerken, ihtimal, bireysel düşüncenin öneminin altını çiziyordu. Bugün bu sözler başka bir anlam kazanıyor. Belki de artık Aydınlanma, kişinin kendi aklını kullanabilme yetisi oldu. Aklımıza düşen, kafamıza takılan, zihnimizde beliren, kısa kısa periyotlarla üzerimize hücum eden bilgi parçacıklarından bağımsız, hatta belki bunlara rağmen uzun uzun düşünebilen bir akıl, suda çırpınan değil kendi yönünü tayin edebilen bir zihin gerek. Bu arada, şimdilik aramızda, bunca meditasyon ve envai çeşit spiritüel geleneklerin bu kadar hızlı popülerleşmesini de belki bu ihtiyaçla açıklayabiliriz, o da başka bir yazının konusu olsun.

Doğru söyleyin, eğer buraya kadar okuduysanız bu yazıyı, kaç kez dikkatiniz dağıldı? Bu yazıyla alakasız kaç şey düşündünüz? Alakasız derken, gerçekten saçma sapan, ilgisiz düşünceleri kastediyorum. Kaç kez eliniz telefona gitti? Kaç kez akşam ne yesek diye düşündünüz? Yazarken çok kafam kurcalandı ama ne kadar düşündüm bilmiyorum. Aklımdan geçen onca şeyden biraz eleyip arıtıp sunabildiğim, bunlardır. O yüzden başlığı da böyle koydum, dağınık bir meditasyon işte.

1 Meditasyon kültürünün daha liberal ruhundan Jordan Peterson gibi muhafazakar figürlere kadar sık sık dile getirilen, geniş çapta kabul gören bir görüş bu. Stoacılık gibi pratikliği ile öne çıkan sistemlerden tutun, daha mistik ve metafizik akımlara kadar geniş bir yelpazede var olduğuna inandığım bir bakış açısı. Bu ayrımı en basit haliyle düşünün lütfen.

Bunları da sevebilirsiniz