Halkevleri

İstanbul Büyükşehir Belediyesi armağanı

Halkevleri kitabı yayınlandı…

Ekrem İmamoğlu başkanlığındaki “İstanbul Büyük Şehir Belediyesi”, Kemalist devrimin en önemli halk örgütlenmelerinden ve bizim de gençlik emeklerimizi adadığımız saygın Halkevi örgütümüzü, “Kapanmayan Parantez Halkevleri” başlığı altında, İBB Yayınlar Koordinatörü Cengiz Özkarabekir ve çalışma arkadaşlarının emeği ile nefis ve anlamlı bir şekilde büyük boy, 400 sayfalık bir yayın olarak topluma sundu.

İzmir Halkevi Kurucu Başkanı olarak (1976) nice anılarımı yüreğimde yaşattığım halkevimizi yansıtan bu yayında geniş bir şekilde yer almış bulunuyorum.. Altan Öymen, Haluk Şahin, Metin Akpınar, Fikret Bila, Mustafa Balbay, Işık Kansu ve daha nice dostlarımla birlikte yayında yer almam büyük bir mutluluk bahşetti bana. Kitap artık raflara çıktı..

Teşekkürlerimizle

Sayın Ekrem İmamoğlu ve Cengiz Özkarabekir’e sonsuz teşekkürlerimle.. Şimdi kitapta yer alan benimle ilgi bölümü sunayım. Anlatım benim..

BİZİM HALKEVCİLİĞİMİZ KUVAYI MİLLİYECİ İDİ

Benim ve 1970 yılı arkadaşlarımın ve yoldaşlarımın halkevciliği, Batı Anadolu kıyısında, denize nazır, tarih boyunca tıpkı Selanik ve İstanbul gibi Batıya açık bir liman şehrinde, Küçük Paris (Petit Paris) diye adlandırılan Levanten, Rum ve Ermeni etkilerinin hiç silinmediği bir simge kentte çok kültürlü olarak, sanki bölgenin ruhuna yapışmış kuvayı milliyeciliğin bir devam gibi, ancak laik Cumhuriyet idealleriyle tam yoğrulmuş olarak gerçekleşmiştir. Hiç şüphesiz bizim bu tür halkevciliğimiz, Orta Anadolu kökenli köycü halkevcilik ile aynı ruhta ama epey farklı bir kültürde gelişti.

1940’larda Karşıyaka Halkevi’nden yetişme Attila İlhan ile 1982 yılının Ağustos ayında yaptığım söyleşide anlattığı hatıraları, onu ve beni yetiştiren ortamın şifrelerini verdiği için önemlidir. Bu anlatım benim hikayemin de özetidir, çünkü Attila İlhan ile aynı kasabada (eski ismi Cordelio, yeni ismi Karşıyaka) , aynı sokakta, 25 yıl ara ile doğduk, aynı kültürel ortamda yetiştik, aynı sol muhalif Demokrat İzmir gazetesinde birlikte çalıştık, aynı daktilolarda yazılarımızı karaladık, doğrusunu söylemek gerekirse bu benzerlik, ideolojimizi de birbirine benzetti.

Attila İlhan, ideolojisine kaynaklık yapan kentsel sosyal, siyasi ve psikolojik ortamı benim teybime şöyle anlatmıştı. Bu hatırası da kitaplarına girmemiştir.:

.. Hayatımın ideolojisine sahip olurken İzmir’de, birbiriyle karşıt iki şekilde etkilendiğimi sanıyorum. Birincisi, 1920’li yıllarda Ege bölgesinde dünyaya gelmiş, her çocuğun, ölünceye kadar üzerinde taşıyacağı etki ve üç yıl Yunan işgali altında kaldıktan sonra “bizim asker” tarafından kurtarılmış bir şehrin dolu dolu yaşadığı “kuvayı milliye etkisi”..

Annemin ailesi, işgali bütün dehşetiyle yaşamıştı. Menemen katliamında büyük dedem Arap Hasan efendi, büyük dayım Esat efendi, İstasyon civarındaki evde, bütün bir gece Yunanlıya silahla direndikten sonra, sabahleyin kurşunu dizilmek üzere iken tesadüfen kurtarılmış. Yunan divanı harbine çıkarılarak mahkum edilmiş kişilerdir. Çocukluğum onların hikayesini dinleyerek geçti.

Annem, işgalde çocukluktan genç kızlığa geçiyor. Hala daha o günlerin lafı açıldı mı, heyecanla ürperir. Yunan’ın İzmir’den kaçışını, “bizim askerin” gelişini gözyaşlarıyla anlatır. Bütün bunları çok küçük yaşından başlayarak dinlemiş (kimbilir kaç kere) bir çocuğun kuvayı milliyeci fikir ve heyecan tabanı olmasına şaşmalı mı?.. “

İkinci etki, buna karşıttır dedim. Açıklamaya çalışayım. Çocukluğumuzda asıl gavur İzmir’den pek bir şey kalmamıştı ama meğer şehrin havasına Akdeniz şehirlerine mahsus pek çok şey sinmiş imiş! Ben bunu çok yıllar sonra, özellikle İtalyanların Akdeniz şehirlerini gördükten sonra anladım. Çoğumuz İzmir’de (hassaten eski İzmir’de) bir Rum şehri niteliği olduğunu sanır. Hayır, daha çok İtalyan havası vardı. Rumlar gitmiş, çoğu Katolik (dolayısı ile İtalyan etkisi altındaki) Levantenler kalmıştı. Dorudan doğuya İtalyan olanlar da vardı.

Karşıyaka’daki villalarının pencerelerinden sokaklara Tuio Carminati’nin, Benjamino Gigli’nin, Tito Gobbi’nin opera aryaları taşar, yaz geceleri Venüs burunlu İtalyan kızları deniz banyolarında Tino Rossi’nin şarkılarını mandolinle çalarlardı.

Öyle sanıyorum ki, İç Anadolu ya da Güneydoğu Anadolu kökenli okur ve yazarların, benim sanatımda asla affedemedikleri, bir türlü de alışamadıkları Avrupa havası, çocukluk İzmir’imin bu çok Akdeniz, biraz İtalyan özelliklerinden gelmektedir.

İşgal öncesinde İzmir, Selanik gibi Devlet-i Aliyye’nin entelektüel merkezlerinden birisi. Birkaç dilde gazete çıkıyor, dergi yayınlanıyor. Aynı ayrı ayrı Osmanlı, Rum, Levanten edebi mahfilleri var. İstirdat’tan sonra bu durum değişmiştir..”

Attila İlhan şunu demek istiyor: “Biz devrimciyiz, ancak yetişme ortamımız yüzünden Batı kültürüne daha yakın bir kültürel ruh taşıyoruz!..”

Ben de ekliyorum: “Evet çağdaşlığa açık bir şehirde doğduk, ancak tam bağımsızlık yolunda Hasan Tahsin’in ilk kurşunlarının daima takipçisi olduk…Daima kuvayı milliyeci kaldık!…”

İzmir Halkevi başkanı olarak, halkevi üye kitlemi daima Hasan Tahsin çizgisinde Emperyalizme karşı kültürel eylemlere yönlendirmemin sebebi, şüphesiz ki bu cümlelerde yatmaktadır..

HALKEVLERİNİN AMCI NEYDİ?

Beni ve birçok arkadaşımı, yoldaşımı, halkevlerine yönelten ana duygu, Ankara 1973 Milli Eğim Basımevi’nde basılan Halkevleri Tüzüğü ve Yönetmenliği’ndeki (Kamuya Yararlı Kuruluşlar, Kütük Numarası 06.04.01) 5 numaralı Halkevlerinin Amacı maddesi idi:

Halkevleri, Atatürkçü düşüncenin ışığında olarak ve Atatürkçülük ülküsüne bağlı kalarak, halkın eğitimine, Türk kültürüne ve sanatına hizmet eder. Bu konudaki çalışmalarını; Atatürkçü düşüncenin ve Kemalist devrim anlayışının düşünsel ve ideolojik temeli olan “ulusallık” açısından yorumlayarak; tam bağımsızlık, ulusal egemenlik ve çağdaşlaşma olarak nitelendiren Atatürkçü ülküsel amaçlara hizmet etmek düşüncesine göre planlar, programlaştırır ve uygular…”

Bu amaçlar, benim gibi üniversite yıllarında (1964 -1971) öğrenci lideri olan birisini, 1975-1976’lı dönemde içine çekiyordu..

Bizleri halkevlerine sürükleyen dönemde Halkevleri Genel Başkanı, Tabii Senatör ve E.Kurmay Albay Kadri Kaplan idi. 27 Mayıs ihtilalcisi, Milli Birlik Komitesi (MBK) üyesi. Kemalist bir savaşçı olan Kadri Kaplan’ı, üniversite yıllarımızdan yakından tanırdık. Çok popüler idi.. “Devrimci Güçbirliği Başkanı” idi. 27 Mayıs Milli Devrim Derneğinin kurucuları arasında yer aldı ve başkanlığını yaptı. Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF)’na Dev-Genç adının verilmesini önerdi. 1967- 77 yılları arasında Halkevlerinin genel başkanlığı yaptı.

Üstelik benim dayım da, bir 27 Mayıs ihtilalcisi olarak, Milli Birlik Komitesi (MBK) üyesi idi ve Kadri Kaplan’ın silah arkadaşı idi, yani aynı çevrenin idealistleriydik, devrimcileri idik…

İkinci olarak, 12 Mart 1971 darbesine uzanan yolda silahlı çatışmalardan ve eline silah alan her türlü gençlik guruplarından uzaklaşmak istiyorduk. Demokratik bir idealizm ile halkımıza kültür ve sanat hizmetleri vermenin özlemini çekiyorduk, bu da olayın psikolojik yönü idi.

Halkevleri, özünde Kemalist olan bizleri zaten göreve çağırıyordu.

İZMİR HALKEVLERİ HATIRALARI

Sol muhalif Demokrat İzmir gazetesinde yazar iken, son derece güzel ve inançlı Kemalist insanlarla birlikte yıllar önce siyasal iktidar tarafından kapatılan İzmir Halkevi’ni, 1976 yılında (Halkevleri Genel Başkanlığı, 28.8.1976 tarih ve Sayı: 120.1/1D-6055/76 ile) yeniden kurmuştuk. 25.8.1976 tarihli Halkevleri Genel Başkanlığı’nın yetki belgesine göre İzmir Halkevi’ni açmakla görevli kılınan isimler yazıdaki sıraya göre şöyle idi:

Em.Albay Av.Necdet Çolakoğlu, 27 Mayıs ihtilalcisi ve 12 Mart sonrası Madanoğlu davasında devrimcilikten yargılanan eski Kahire ve Tel-Aviv Askeri ataşesi E.Kurmay Albay Cemalettin Korkut, Ege Üniversitesinde Prof.Selçuk Trak, Yaşar Aksoy, Dr.Yılmaz İspahi, Av.Yılmaz Suvar, Yaşar İleten, Öğretmen Birgül Çirik, ziraatçı Kenan Özbaş, ünlü Öğretmen Nigar Sarmat, öğrenci yurdu sahibi Akif Aytaç, Av.Ali Nazım Sözer, Öğretmen Dilek Gündüz..

Kuruculara devam edelim..

İşçi Mehmet Yaman, Timurcan Yücel, Konservatuvar keman öğretmeni Hazar Alapınar, konservatuar memuru Serpil Alapınar, lisede katip Sevinç Oyman, iktisatçı Mustafa Canaydın, Avukat Vecdet Güleç, Eczacı Hülya Levent, Tekel’de memur Suzan Ateş, Folklor Uzmanı Feyzi Palut, Eczacı Behzat Özbozdağ, Endüstri Mühendisi Ayhan Özdemir, Alaattin Mimsin..

Bu kurucuların katılımı ile ilk yapılan genel kurulda İzmir Halkevi yönetimi şöyle oluştu.

Yönetim: Yaşar Aksoy (Başkan), Av.Yılmaz Suvar (2.Başkan), Akif Aytaç (Sekreter), Av.Ali Nazım Sözer (Muhasip), Feyzi Palut, Hazar Alapınar, Dilek Gündüz, Ayhan Özdemir, Mehmet Yaman.

Denetim: Mustafa Canaydın, Behzat Özbozdağ, Vecdet Güleç.

İzmir Halkevi kurulduktan sonra tüm sanat ve kültür – edebiyat dallarında ve kollarında (Gösteri, Müzik, Plastik Sanatlar, Dil Tarih ve Edebiyat, Kitaplık ve Yayın, Halk eğitimi ve Köycülük, Folklor ve Etnografya, Turizm ve Gezi, Spor) etkin bir faaliyet içine girdi. Sırasıyla şu etkinlikleri imza atıldı.

İzmir’de Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı’nın isteği ve desteği ile “9 Eylül Müzesi” kurulması için proje hazırlandı ve İzmir Valiliği, İzmir Belediyesi ve Kültür Bakanlığına sunuldu.

HALKEVİ FAALİYETLERİ

İbrahim Balaban Resim sergisi Akbank Sanat Galerisi’nde açıldı..

Halkevleri Bayramı Şiir ve Öykü Yarışması ödül töreninde Başkan Yaşar Aksoy ünlü şair hukukçu Berin Taşan’ı kürsüye davet ediyor. (1977)

Halkevleri Bayramı Şiir ve Öykü Yarışması düzenlendi. (Bu yarışmada şiir ödülü kazanan üniversite öğrencisi Ömer Uğur daha sonra ünlü bir film yönetmeni oldu. Öykü dalında ödül kazanan Hüseyin Günlü ise yine ünlü bir edebiyatçı oldu)

Liselerarası Atatürk Şiir ve Kompozisyon Yarışması düzenlendi.

Atatürk Fotoğrafları Sergisi Atatürk İl Halk Kütüphanesi’nde açıldı. (10.10.1977)

Atatürk konferansı düzenlendi: Konuşmacılar: Av.İskender Özturanlı, Yurtal Bozok, Akın Simav.(10.10.1977)

İsmet İnönü’yü Anma toplantısı düzenlendi (25.12.1977)

Köy Enstitülerini Anma toplantısı düzenlendi.

Hasan Tahsin Resim Yarışması düzenlendi ve İzmir Devlet Resim Heykel Galerisi’nde kazanan eserlerin sergisi açıldı. (15.5.1977)

Bir yıl içinde bu faaliyetler ve çevreye kültür gezileri gerçekleşti.

Bu tür faaliyetler 12 Eylül darbesine kadar devam etti.

Ne yazık ki bu faaliyetler sürer iken ülkenin ideolojik kırılmalarından etkilenir biçimde Halkevi yönetiminde, Kemalistler ve Maocular şeklinde ideolojik ayrılık belirdi. Ayrılığı gidermek için genel kurula gidildi. Tilkilik Uşak Söke Oteli’nde gerçekleşen elektrikli kongre sonucunda “Demokratik Halk Devrimcileri” ismiyle Kemalist yönetim yeniden işbaşına geldi. Yeni yönetim şöyle oluştu:

Yönetim: Av.Yılmaz Suvar, Tayfun Türe, Muammer Karazeybek, Nedim Yaşar Gürsoy, Yurtal Bozok, Çetin Uçal, Necati İlter, Aydın Avcı, Sedat Özkan. (Yedekler: Mehmet Ersoy, Yaşar Deliorman, Hüseyin Parlak, İsmail Turgay, Emin Baltaş)

Denetleme: Yaşar Aksoy, Ferdi Köyatası, Hüseyin Saatçıoğlu (Yedekler: Mustafa Akar, Sine Öney)

Böylece İzmir Halkevi, Kemalist çizgisinde yoluna devam etti.

EMRE KONGAR ÜZERİNE HALKEVİ ANILARI:

15 Mayıs 1979.. İzmir Türkiye İş Bankası Sanat Galerisi.. Emre Kongar, İzmir Halkevi’nin düzenlediği “Hasan Tahsin Belgeseli Sergisi’ni açıyor.. (Emre Kongar, halkevi üyesi Kız Lisesi öğrencisi İffet Diler, İzmir Halkevi Başkanı Yaşar Aksoy)

1970’lerde popüler bir toplum bilimci, saygın Atatürkçü bir yazar olan Emre Kongar’ın Halkevimize yaptığı unutulmaz katkılardan başlamalıyım….

Emre Kongar, 1970’lerin ortalarında çok genç bir bilim adamı iken, aynı zamanda popüler bir toplum bilim­ciydi; çenesine has sakalı, papyonları ve renkli fularları ile “güzel aydın” tipini, hala başarıyla sürdür­mekte ve toplumu aydınlatmak için çırpınmaktadır.

1980 öncesi terör saldırıları ile bunalan ülkemizde, Tür­kiye’nin toplumsal yapısı üzerine yaptığı analitik yo­rumları ve Atatürk devrimlerine dayalı insancı-demokratik sol dünya görüşü ile sağ-sol terörün dışında kalan büyük genç kesime ilgi çekici ve etkileyici bir kimlik sunmak­taydı.

İzmir’de o yıllar kurucu başkanı olduğum İzmir Halkevi, CHP Gençlik Kolları, yine be­nim başkanlığını yaptığım Hasan Tahsin’i Yaşatma Derneği ve rahmetli Saim Saatçıoğlu’nun başkanlığını yaptığı De­mokratik Sol Esnaf Derneği çevresinde toplanmış hayli et­kin sosyal demokrat bir gençlik kitlesi vardı. Önerim üze­rine, Emre Kongar’ı ilk kez İzmir’e davet edip, Atatürk devrimleri üzerine konfe­rans verdirme kararı aldık.

16 Kasım 1978 tarihinde Atatürk İl Halk Kütüpha­nesi’nde “Atatürk Gecesi” düzenledik. Rahmetli ünlü şair Nahit Ulvi Akgün, Atatürk şiirleri okudu. Rahmetli Safiye Ayla, Ata­türk’ün sev­diği şarkıları sundu. Rahmetli Prof. Oğuz Çataloğlu ile rah­metli Rüştü Şardağ Atatürk ile ilgili gö­rüşlerini sundular. Demokratik Sol Esnaf Derneği başkanı rahmetli Saim Saatçıoğlu, bu değerli kişilere sahnede pla­ket verirken sırılsıklam terlemişti.

Nihayet sahneye çıkan Emre Kongar, sol ve sağ fi­kir bombardımanları altında bu­nalmış gençlere, toplumbilim­sel açıdan Atatürk devrimle­rinin önemi nedir şeklinde nefis bir konuşma yaptı, içimizi ferah­lattı.. O gece, davetiyelerden ses düzenine kadar ben uğraşıp koşturmuştum. Şimdi düşü­nüyorum da, o geceden Emre ho­cam ile benden başka yaşayan dost kalmamış..

Emre Hocamıza abone olmuştuk.. Yine İzmir’e çağır­dık..

1979 yılı, kurtuluş savaşımızın ilk kurşununun atılışı­nın 60. yıldönümü idi. Öğrenciler ve yetişkinler dalında Türkiye çapında bir şiir ya­rışması düzenledim. Yarışmanın seçici kurulu, İzmir Devlet Tiyatrosu Müdürü Suat Taşer, şair Nahit Ulvi Akgün, edebiyatçı Turgay Gönenç, şair Hüseyin Yurttaş, şair Abdul­lah Neyzar Karahan, şair Arif Karakoç ve şair Ali Rıza Er­tan’dan oluş­maktaydı. Kültür Bakanı sevgili dostumuz Ahmet Taner Kış­lalı, yarışma duyurumuzu tüm ülkeye yaydı ve bakanlık kori­dorlarına astı. Gururlanmıştık.

Yarışma boyunca adresimize binlerce, evet binlerce şiir aktı geldi yurdun her köşesinden, kurtuluş savaşımızın sev­dası sönmeyen bir volkan gibi halkın ve öğrencilerin derin yüreklerinde parlıyordu. İzmir Devlet Tiyatrosu mü­dürü Suat Taşer’in odasında toplanıp yarışmayı kazanan­ları belirledik.

Yetişkin Şairler dalında, “Bağımsızlık Gülü” isimli şii­riyle Kemal Bayrakçı, diğer mansiyonları Aydın Hatipoğlu, Kenan Can, Ahmet Günbaş, Ümit Yaşar Işıkhan, Yunus Koray, Ömer Uğur kazandı.

Öğrenci Şairler dalında ise, seçici kurul birinci seç­medi. İkinciliği, Düzce Gümüşova Lisesi’nden Hanife Şa­hin, üçün­cülüğü Karşıyaka Ortaokulundan Yeşim Tezel, mansiyonları ise Susurluk Ortaokulundan Nuray Açıkgöz kazandı. Şehit Gazeteci Hasan Tahsin Ortaokulu Özel Ödül birinciliğini ise 3-H sınıfından Cüneyt Can kazanmıştı.

Burada şuna dikkat çekmek isterim. Yarışmamızda man­siyon kazanan genç Ömer Uğur, daha sonra ünlü bir film yö­netmeni oldu. Mansiyon kazanan gençlerden Yunus Koray ile Ümit Yaşar Işıkhan ise şimdilerde ikisi de ünlü birer şair.. Ressam Sabri Levent Öztürkmen, ödül kazanan şiirleri afiş şek­lindeki kartonlara yazıp kuvayı milliye re­simleriyle süsledi.

Öğleden sonra T.İş Bankası İzmir Sa­nat Galerisi’nde yarışmaya katılıp ödül kazanan ve ser­gilen­meye değer bulunan şiirlerin sergisini açacak, sonra akşama Çınar sinemasında “Bağımsızlık Gecesi” düzenle­yecektik. Başkan olarak, her şeyi planlamış ve tek başıma koşturuyor­dum, çevremdeki bir avuç arkadaşımla birlikte..

O genç arka­daşlarım, ki hepsi halkevci idiler; en başta yiğit devrimci kardeşim Bülent Özyeşilpınar (Toro Bülent) rahmetli Hikmet Esen, rahmetli Ha­san Süzmetaş, Hüseyin Saatçıoğlu, Mehmet Ersoy, rahmetli Bülent Özyeşilpınar, Ya­şar Deliorman, Yasemin Çatkın (Yazıcı), Serap Vatan (Oğuz), Gülistan Dedeoğlu, rahmetli Ferdi Köyatası, Yaşar Diler abla­mız ve kızı İffet, Emin Baltaş, Aydın Avcı, Muammer Karazeybek, Tamer Kamiller, işçi Mustafa Akar, Akif Aytaç, Tayfun Türe, işçi İsmail Turgay, emekli Nuri Tükeltürk, esnaf Orhan Pirinççi, esnaf Saim Saatcıoğlu, Bilgin Erdoğan, Hüse­yin Parlak, Sine Öney, bankacı Fikret Uzel, Gülden Taşkıran, rahmetli Çetin Uçal, Nedim Yaşar Gürsoy idi..

Emre Kongar, davetlimiz olarak geldiği sergimizi, Kız Li­sesi öğrencisi İffet Diler’in (daha sonra TRT spikeri) uzattığı tepsiden makası alarak bir güzel kesti ve her za­manki gibi ne­fis bir konuşma yaptı. Emre hocamızın çevre­sinde, hepsi de hakiki gazi olan İstiklal Savaşı kahramanları üniformalarıyla toplandılar, çok güzel fotoğraflar çektik.

Akşam Çınar sinema­sına yollandık. Koca sinema bin kişi ile dolup taşmıştı. “Ba­ğımsızlık Gecesi” başlıyordu. Slo­ganlar arasında açılış ko­nuşmasını yaptım. Sonra İzmir Belediye Başkanı İhsan Alyanak, İzmir Devlet Tiyatrosu Müdürü Suat Taşer, gazeteci Zeynel Kozanoğlu birer ko­nuşma yaptılar. TRT spikeri Taylan Çamdoruk o gür se­siyle gecemizi idare ediyordu. Konuşmalar sık sık, “Bağım­sız Türkiye.. Bağımsız Türkiye..” sloganlarıyla kesilmek­teydi.

En son sahneye gelen Emre Kongar, bağımsızlık üze­rine bilinç saçan bir aydınlatıcı konuşma yaptı, herkes çıt çıkarma­dan dinledi. O akşam Emre Kongar, yaptığı ko­nuşmada, “1919 Türkiyesi ile 1979 Türkiyesi arasında bü­yük benzerlikler var” demişti.

Günümüzdeki benzerlikleri hayal etse, acaba nasıl bir değerlendirme yapardı?.. Yine konuşmasında “Hasan Tah­sin’ in 1919’da sıktığı kurşunu günümüzde anlamlı kılacak davra­nış, iç barışı gerçekleşti­recek sımsıkı bir ulusal birlik yarat­maktır” dedi.. Emre Kongar bize bağımsızlık yolunda çağdaş bir toplumsal kal­kınma projesi sundu.. Emre hoca ko­nuşurken arkasında dev bir afiş sahneyi süslemekteydi:

Hasan Tahsin silahımız

Kuvayı Milliye kavgamız

Mustafa Kemal önderimiz

Bağımsız olacak ülkemiz..

Kongar’ın konuşmasından sonra sahneyi efeler ve folk­lorcular devraldı.. Davulun gümbürtüsü içinde sah­nede ve salonda yer yerinden oynadı.. İdealist insanlar ola­rak, o yıllar böyle çok ortam hazırladık, çok eylem yaptık.. Gençlik işte..

Bu eylemlerimizde daima İzmir’de bizim yanımızda olan Emre Kongar’ı çok sevdik ve saydık.. Dostluğumuzu ilerlettik. Hocamızın, “Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, Toplum­sal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, Atatürk, Atatürk Üzerine, Atatürk ve Devrim Kuramları, Türk Toplum Bilimci­leri, 21.Yüzyılda Tür­kiye, Demokrasimizle Yüzleşmek, Tarihi­mizle Yüzleşmek” gibi ki­tapları, kütüphanemizi süslüyor ve daima bu dev eserlerden faydalanıyoruz.

Emre Kongar 10 Kasım 2010 tarihli Cumhuriyet’teki yazı­sında Atatürk Türkiye’sinin, yani Cumhuriyet’in yetiş­tirdiği üç büyük insandan, yani Erdal İnönü’den demok­ratlığı, Şakir Eczacıbaşı’ndan akılcı projelerle duygusal motivasyonların bütünleştirilmesini, İlhan Selçuk’tan ise sabretmeyi öğrendi­ğini yazdı.

Biz de Emre Kongar’dan toplumbilimin (sosyoloji), ideolojiden de, siya­setten de daha önemli ve vazgeçilmez olduğunu öğrendik.

Emre Kongar ile İstanbul’daki evimde oturduğum zamanlarda (kaloriferli kış aylarında) hep yolda karşılaşıyoruz. Beşiktaş Ulus mahallesinde Uniş pasta fırınının önünden geçip, Kahve Dünyası, İlhan Selçuk Anıtı ve Akmerkez yönünde her zamanki sportmen tavırlarıyla yürürken karşılaştığımızda laflıyoruz. 2 Mayıs 2017 günü Uniş’in önünde çayımı içerken yine önümden geçiyordu, fırladım, saygı ve sevgilerimı sundum.

Emre Kongar, “Seni görünce Attila İlhan aklıma geliyor” demez mi?..

AHMET TANER KIŞLALI ÜZERİNE HALKEVİ ANILARI

Bu satırlarda dostum Ahmet Taner Kışlalı’nın gerçekleşmeyen bir ütopyasını ilk kez açıklayacağım…

21 Ekim 1999’da aracına konulan bombanın patlaması sonucunda öldürülen Ankara Üniversitesi İletişim Fakül­tesi öğretim üyesi Prof.Dr.Ahmet Taner Kışlalı dostumun acısı da­yanılacak gibi değildi.. Hala yüreklerimiz gözyaşı sızdırıyor.

Onu çok genç yaşlarında tanıdım.. Genç ve yakışıklı bir doçent iken, Bülent Ecevit onu İzmir’e göndererek poli­tikaya ısındırdı, hemen ona sahip çıktık, ürkek halini yen­mesinde ve İzmir’in çok karmaşık ve gerilimli sol politika­sında yaban­cılık çekmemesini sağladık. Ecevit, 1977 se­çimlerinde konten­jandan seçilecek bir yere kendisini ko­yunca, artık bu yakışıklı doçen­timiz Milletvekili olmuştu, ardından Kültür Bakanı ola­caktı.. Bölgeye nice hizmetleri oldu, Kordon’daki Atatürk Mü­zesi’ni hizmete açtı.

1977 seçimlerinde İzmir’den seçilen CHP Milletvekil­leri şunlardı: Mahmut Türkmenoğlu, Alev Coşkun, Süley­man Genç, Ahmet Taner Kışlalı (Kontenjan), Yüksel Çakmur, Coş­kun Karagözoğlu, Kaya Bengisu, Neccar Türkcan, Ferhat Arslantaş, Mustafa Öztin, Akın Simav..

Parti içinde Ecevitçiler, Baykalcılar ve Sol Kanat diye üç grup kıyasıya birbirleriyle mücadele ediyorlardı. Ahmet Ta­ner Kışlalı, bu grupların tamamen dışında, tek başına, genel kit­leyi kucaklayan bir Cumhuriyetçi devlet adamı portresi çizerek tabanın gönlüne yerleşti. Elinden geldiğince herkesin der­dine koştu. Hepimizin sevgisini ve saygısını kazandı. İzmir halkevi olarak daima, her an, her yerde yanındaydık. Bir sol gazetede yazarlık yapan ama aynı zamanda Halkevi başkanı olduğum için bana ayrıca sevgi ve saygı besliyordu.

10 Kasım 1979 günü Demokratik Sol Esnaf Dernekleri, Kültürpark’taki belediye meclis salonunda “Türkiye’nin So­runları” konulu bir panel düzenleyerek tüm çatışmacı grupları çağırmıştı. Sol Kanat’ın liderlerinden ele avuca sığmaz Süley­man Genç ile Ahmet Taner Kışlalı yan yana gelip panelde ko­nuşacaklardı. Paneli, Halkevi Başkanı olarak benim yönetmem taraflarca kararlaştırıldı.

Panel öncesi Kış­lalı’yı alıp, Mezarlıkbaşı’nda karargah ola­rak kullandığımız Uşak-Söke Oteli’nin arka bahçesine götü­rüp büyük bir grup halinde bekleyen arkadaşlarla buluş­turdum, panelde güven­liği onlar sağlayacaktı, sonra Basmane’de bir özel lokantada yemek yedik ve panele yol­landık.. Bu panel, Kışlalı için bir sınavdı, çünkü epey hırçın olan Sol Kanat salonu doldura­caktı..

Güzel bir panel oldu.. Belediye Başkanı İhsan Alyanak’ın konuşmasıyla başlayan panelde, bölgenin en militan sol örgütüne sahip Süleyman Genç taraftarları, liderleri ile yan yana konu­şabilen, hatta ondan daha üstün bir sol birikimi olan, hatta erişilmeyecek bir kültürü olan bu genç doçent milletvekilini çıt çıkarmadan dinlediler.. Kışlalı sınavı başa­rıyla geçmişti, ben de Halkevi başkanı olarak iyi yönetim göstermiştim. Panel kazasız başa­rıyla bitti.

Panel sonrası Kültürpark içinde yan yana yürürken, rah­metli Kışlalı kulağıma eğilmişti: “İşte şimdi milletve­killiğim, sayenizde İzmir’de gerçekten tescil edildi!..”dedi..

Kışlalı ile daha sonra yakın dost olduk.. Türkiye’nin deh­şet verici bir eğimle cumhuriyetin yok olmaya gittiğinin ilk ciddi belirti­leri gö­rülmeye başlayınca, Atatürkçü Düşünce Dernekleri (ADD) ku­rulmuştu, ben de İzmir Atatürkçü Düşünce Derneği’nin ilk kez kuruluşunda soyadım (A) harfi ile başladığı için (1) numaralı kurucu üye olmuştum.. Bu örgütlenmede Kışlalı ön planda idi, çok çabaladı, çok yazdı, çok konuştu.. Hem üniversitede, hem sivil toplum örgütlerinde, hem de Cumhuriyet gazete­sinde o asil üslubu içinde çırpınıyordu.. İzmir’deki imza günlerinde buluşuyor, bazen konferans vermesi için çağırı­yorduk, bazen İzmir Kitap fuarlarında kucaklaşıyorduk.

Önemli kitaplar yazdı: Siyasal Çatışma ve Uzlaşma, Ata­türk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği, Siyaset Bilimi, Kema­lizm, Laiklik ve Demokrasi, Ben Demokrat Değilim..

İzmir Halkevi’ne bir “9 Eylül Müzesi” kurma görevi veren ve halkevine fedakarca destek olan Ahmet Taner Kışlalı.

Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı’nın gerçekleştirmeyi çok istediği bir proje, İzmir’de “9 Eylül Müzesi” kurulmasıydı.. Demokrat İzmir gazetesinde bu konuda yazdığım bir makale üzerine kolları sıvamış ve İzmir Halkevi Başkanı olarak derhal beni yanına çağırmıştı.

Kışlalı hemen iki komite kurdu. Birisi Ankara’da, ötekisi İzmir’de.. Bu iki komite ortak çalışacak, bazen Ankara’da bir araya gelerek projenin ayrıntılarını oluşturacaktı. Bu iki komitede şu isimler yer aldı:

Ankara komitesi: Prof.Afet İnan, Doç.Nejat Kaymaz, E.Tümgeneral Muzaffer Erendil ve Kültür Bakanlığı üst düzey yetkilileri.

İzmir Komitesi: İzmir Kültür Müdürü Ruhi Mutlu, İzmir Arkeoloji Müzesi Müdürü Arkeolog Hasan Tahsin Uçankuş, araştırmacı – gazeteci Yaşar Aksoy, Atatürk İl Halk Kütüphanesi Müdürü Fatma Gümüş.

İzmir Komitesi olarak verimli ve kapsamlı günlerce çalışarak, 9 Eylül Müzesi için hangi mevcut yapıların uygun olduğunu, içinin nasıl dekore ve tefriş edileceğini, hangi belge, bilgi ve objeleri yerleştireceğimizi, bu konuda işgal ve kurtuluşu yaşamış hangi kişilerle hemen sözlü tarih çalışmaları yapılacağını, fotoğraf filmi, video kaseti, kameran gibi gereksinmelerimizi geniş raporlarla Ankara’ya sunduktan sonra, sonuç projesini detaylandırarak kalın bir dosya haline getirdik.

Derhal Ankara Komitesi’ne brifing vermemiz gerekiyordu. Brifingi ben verecektim, dosyamızın 3 kopyası vardı. Birini her hangi bir farklı durum için İzmir Belediye Başkanı İhsan Alyanak’a elden teslim ettim. Diğer iki kopyayı yüklenerek, Ankara Öğretmen Evi’nde gecelemek şartı ile Ankara’ya yollandım.

Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı ve Prof.Afet İnan ve diğer Ankara komitesi üyeleri önünde “İzmir 9 Eylül Müzesi Projesi’nin brifingini bu değerli insanlarımıza, 1.5 saat içinde sundum.

Ahmet Taner Kışlalı’nın yüzü gülüyordu. Brifingi onayladı ve çok sevindi.. Hemen projeyi, Bakanlık yetkililerine verdi ve çalışmaların başlatılmasını her zamanki kibarlığı ile rica etti.. Bakanlık yetkilileri de kollarını hemen sıvadılar.

O toplantıda Afet İnan’ın yanında gerçekleşen sohbetimizin tadı damağımda kalmıştır. Ben, İzmir’e döndüm. Faaliyetlerimizin İzmir’de devamı için Ankara’dan emir bekliyorduk.

Ama o emir gelmedi.

Çünkü 42. Cumhuriyet Hükümeti olan Başbakan Bülent Ecevit yönetimindeki iktidar, 12 Kasım 1979 tarihinde düştü…

İzmir Belediyesi’ndeki ve Kültür Bakanlığı’ndaki proje dosyaları kayboldu. Bendeki tek örnek ise, arşivimde duruyor. Aradan 45 yıl geçti ve bu proje çalışmasını yaşayan ben hariç herkes vefat etti. Bunca yıl içinde 9 Eylül Müzesi için hiçbir girişim gerçekleşmedi. Kurtuluşun 100.Yılında bile böyle bir ütopya düşünülmedi..

Ahmet Taner Kışlalı, bu ülkenin Cumhurbaşkanlığına uygun gelecek TEK ATATÜRKÇÜ KİŞİ idi.. Bu yüzden onu yok ettiler. Rahmet diliyor ve ışıklar içinde uyuduğuna inanıyorum.

Cumhuriyetimizin 100.Yılında bile, bir 9 Eylül Müzesi’ne sahip olamayışımız acı vericidir. Üstelik 2022 yılının Ekim ayı başında Atina Benaki Ulusal Yunan Müzesi’nde açılan muazzam bir sergide, 9 Eylül 1922’de İzmir’i Türklerin ve Atatürk’ün nasıl ele geçirip yaktığına dair 1000 fotoğraf ve sözde belgeler sunuldu. Bu serginin haberini Türkçe, Yunanca, İngilizce ve Kürtçe olarak FETÖ’nün küresel propaganda ajansı AHVAL, dünyaya yaydı.

Benaki Müzesi’nde 9 Eylül 1922’deki kurtuluşumuzun gerçekte bir işgal ve yağma olduğu savunuldu.. Bizim ise bir ulusal müzede buna verecek yanıtımız yok.

İzmir Halkevi olarak, bu konuda üzerimize düşen her şeyi yaptık. Ama devlet sınıfta kaldı. İzmir Halkevi’nin daima yanımızda olan Ahmet Taner Kışlalı’ya, tekrar sonsuz sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

ATTİLA İLHAN’IN SANATI, HALKEVCİ BİLİNCİMİZİ GELİŞTİRDİ

Kuvayı Milliye fikir ve heyecanı, yazın ve sanat hayatımı yaratmıştır.. Halkevi’nin başkanı veya bir üyesi olarak ondan çok etkilenmişimdir.

Attila İlhan, ilk gazetem, yani yazarlığa adım attığım Demokrat İzmir gazetesinde genel yayın yönetmenimizdi, ben odönemdi aynı samanda İzmir halkevi başkanıydım. .. Benim yazılarımı, gazetenin ikinci sayfasında bazen yarım sayfa yayınlardı. O gazetedeki ilişkilerimizi ve bana söylediklerini Türk Tarih Kurumu’nun (T.T.K.) “Tarihe Gönül Verenler” isimli Youtube sitesinde uzun uzun anlattım. Bu satırlarda Halkevi bilincimize yaptı katkıları anlatacağım..

Attila İlhan, İzmir’deki imza günlerine büyük bir “ihtilalci” gibi ge­lirdi. Yüzlerce, binlerce kişinin tutku derecesinde bağ­landığı, hem aşk adamı, hem yurtsever-marksist kavga li­deri kimli­ğindeki “Masal Kahramanı Attila İlhan”, doğduğu şehre gelir de okurları onu yalnız bırakır mıydı?..

Hiçbir zaman onu yalnız bırakmadılar ve bağırlarına bastılar.. Aferin onlara!.. Kuvayı milliye mayalı bu toprak­lar, doğal ki destansı şairine sahip çıkacaktı.

Bilgi veya İş Bankası kitapevleri standına kurulup, ca­kalı kaptan şapkasını yandan çarklı bir okyanus süvarisi gibi eğik biçimde başına yerleştiren, bordo atkılı Attila İl­han, gerçekten bir masal kahramanı gibi imza günlerine, fuarlara gelir, yüzlerce binlerce kitap imzalardı; Kuvayı Milliye toplarını gümbür, gümbür patlatıp, yine geldiği gibi yapayalnız karan­lıklara karışıp, çeker giderdi.

Attila İlhan, ilk gazetem Demokrat İzmir’de genel yönetmenimizdi. Önce Ankara’ya Bilgi Yayınevi’ne, sonra İstanbul’a gittiğinde sık mektuplaşarak haberleştik. “Dersaadette Sabah Ezan­ları” kitabının araştırma asistanlığını yapmıştım. Kendi çapıma boyuma posuma bakmadan onunla giriştiğim ideolojik yazışmaları “Hangi Atatürk” kitabında yayınlamıştır (Bilgi Yayınevi, 1981).

Halkevi başkanı olarak daima ona yazılı veya sözlü sorular sorardım..

Attila İlhan “Hangi Atatürk” isimli kitabında bu kitabında beş sayfa kadar yer kaplayan iki yazısında benden söz açar. “Mustafa Kemal’e Tuzak” isimli yazısı ile konuya girmiştir. 12 Eylül öncesi ona yazıp, tartışma konusu yaptığım “Mustafa Kemal yalnız devrimcidir..” temelindeki bazı ideolojik sorularımı, önce Bulvar gazetesindeki köşesine taşıdı, sonra bu yazılarını 12 Eylül sonrası “Hangi Atatürk” kitabına koydu…

Tartışma konumuz, “Kemalist devrimin bürokrasiye tes­lim olma sebepleri” üzerine idi. “Yaşar Aksoy ne güzel söyle­miş” diye başlayan yazılarında, devrimin kadrosunun olma­masını, devrimin önderlik ettiği sınıfın yani ulusal burjuvazi­nin daha oluşmamasını inci gibi işleyip sorularımı yanıtlamıştı. “Sosyalizme neden geçmedi?..” şeklindeki sorumu ise, “Yahu işçi sınıfı yok ise sosyalizme nasıl geçeceksin ço­cuk?..”, diye müstehzi gülümseyerek karşıladı.

Şairimizin Demokrat İzmir gazetesinden bu yana ga­zete­lerde yazdığı tüm yazılarının koleksiyonu ve tüm ki­tap­ları, dergi söyleşileri, ülkemizde kendi arşivi ve Milli Kütüp­hane’­den sonra yalnızca benim arşivimde bulunur herhalde.

Attiya İlhan’ı şiir dünyası ve ideolojik çizgisin iyice belleyip, gençlik yıllarımda Halkevi üyelerine ustalıkla aktarmamla epey mesai harcamışımdır. Bir süre sonra tüm halkevi, ttila İlhancı olmuştu. Doal ki bu durum, çevremizde siyalı dolan sağ ve frassiyoel sol guruplar tarafından hiç istenmedi.

Attila İlhan’ın nice söyleşisi içinde “İleri” dergisinde Ocak 2001 tarihinde yayınlanan “Vatan ve Namus” başlıklı söyleşi en anlamlı söyleşi­dir. Ana fikri şöyledir:

Gerçek solcular da, gerçek Türkçüler de anti-emperyalisttir. Solda Mustafa Suphi-Şefik Hüsnü geleneği ne kadar anti-emper­ya­list ise; Türkçü doğrultuda, Ömer Seyfettin-Ziya Gökalp-Mustafa Kemal-Yusuf Akçura-İsmail Gaspıralı-Sultan Galiev-Neriman Nerimanov çizgisi de o kadar anti-emperyalisttir. Bu bakımdan ger­çek solcular ile gerçek Türkçülerin çatışması anlam­sızdır ve Emper­yalizm’in işine yarar. Hele hele Amerikancı libe­ral ümmetçiliğin ve Amerikancı bölücü Kürtçülüğün bu kadar azdığı günümüzde..”

Doğru söze ne denir? İşte bu fikirler, şehit gazeteci Hasan Tahsin’den etkilenip, Mustafa Kemal devrimciliğinde pişen ve Attila İlhan sofrasında şiirselleşen bizim halkevciliğimizin parolasıydı ve tarih 1970’lerin ikinci yarısıydı.. Ve sokaklarda kan gövdeyi götürüyordu.. 12 Eylül darbesine çok az zaman kalmıştı.

Fikirlerinden daima faydalandığımız Şükran Kurdakul ve Attila İlhan, gençlik yıllarında (1940’lar) Karşıyaka Halkevi üyesi oldukları dönemde.

Bu arada hemen eklemeliyim ki, bir sanat ve düşün adamı olan şair Şükran Kurdakul da, halkevimize fikri destek vermiştir. Kurdakul’un etkisi, Atatürkçülükten daha çok Marksist boyutta oldu. Müteşekkiriz..

HALKEVLERİNE DAİMA GEREK VAR

Atatürkçü düşünceye ve Kemalizm idealine, 12 Eylül 1980 darbesi büyük bir darbe vurdu. Atatürkçülük, uzun süre ve belki bugün bile önemli bir kesim tarafından darbecilik olarak algılanıyor.

Atatürkçülük, vesayet rejimi, dikta hevesi gibi suçlamalara muhatap oluyor. Bunda az da olsu haklılık payı da var.

Ama öte yandan ülkemiz 1919’lardaki gibi Emperyalizmin tehdidi altında..

Gericiliğin tehdidi altında..

Sömürünün zulmü altında..

Yine Cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu gibi devrim ateşinin kıvılcımlandığı ve harlandığı bir dönemi yaşıyoruz.

Halkevleri bayrağı (Atatürk Kocatepe’de ve 16 Türk Devletini sembolize eden yıldızlar)

Halkevlerine her zamankinden daha çok gerek var.

Anti-emperyalist, devrimci ve halkçı bir dünya görüşüne sahip olanların parti didişmelerine karışmadan halkına hizmet verilecek sivil bir kuruluş şart!..

Bu süreç Atatürkçü Düşünce Derneklerine paralel olmalıdır.

Ama sadece düşünce bazında değil, ayrıca eylem olarak yolunu çizmelidir.

Ortam isterse, İzmir Halkevi’ni, 75 yaşımda yeniden kurarım..

Son sözüm bu.

TAM 45 YIL ÖNCESİNDEN.. İzmir Atatürk Meydanı’nda 1977 yılı 10 Kasım töreninden sonra başkanı olduğum “İzmir Halkevi” yönetim kurulu olarak çekilmiş bir fotoğraf.. Ayaktakiler soldan,, folklor uzmanı Necati İlter, Avukat Yılmaz Suvar, rahmetli tiyatro yönetmeni Çetin Uçal, Başkan Yaşar Aksoy, İzmir Belediye Başkanı İhsan Alyanak, meşhur jilet Hüseyin, Tayfun Türe. Oturanlar: Ali Nazım Sözer (Şimdi Yaşar Üniversitesi Rektör Vekili), Namik Kemal lisesinden ogrencim sendikacı Rauf Felek, Yaşar Deliorman, folklorcu Aydın Avcı ve Demokratik Sol Esnaf Dernekleri Genel Başkanı rahmetli Saim Saatçıoğlu’nun oğlu Hüseyin Saatçıoğlu… Hey gidi günler..

Örgüt yöneticisi olmak çok zordur (ortada siyah ceketli benim).. Hem de günde beş kişinin öldürüldüğü 12 Eylül 1980 darbesi öncesi iç savaş yıllarında.. İşte benim tüm Halkevi kadrom.. Hiç birisinin burnunun kanamaması için didindiğim yılların bir belgesi..

Bunları da sevebilirsiniz