Analiz 149

Avrupa’nın derin dergisi Der Spiegel geçtiğimiz ay Trump kapağı ile çıktı. Oldukça karamsar bir tablo çizen dergi, Avrupa’yı bekleyen tehlikelerden söz etmekte. Olayları analiz edebilmek için tarihsel olarak biraz geriye gidersek ; Avrupa, Almanya ve Rusya enerji kardeşiliğini tesis etmişlerdi.  Avrupa ucuz gaza erişim sağlıyor, Rusya’nın hammadde ihracından dolayı üstünlük kazanıyor ve küresel ligde oyuncu olarak varlığını sürdürüyordu.

Kimseye sorulmadan, kimseden de korkulmadan bir el geldi, Kuzey Akım Hatlarını patlattı.  Peki kim zarar gördü ? Almanya ve Avrupa Birliği. Rusya döndü Hindistan’a , Çin’e satacağını sattı. Peki bunu kim yaptı ? Açıklanan belgeler, eski-yeni ABD Başkanlarının uyarıları hep Kuzey Akım üzerine değil miydi ?

Buradaki amaç Rusya’yı Avrupa’nın karşısına “öteki” olarak koymaktı. Aslında paylaşamayacakları bir şey yoktu. Ancak aradaki yakınlık ABD’nin gelecek planlarına zarar veriyordu. Ne yaptılar ?

Ukrayna’ya deli gömleği giydirdiler ve sahaya sürdüler. Rusya’ya da harekat emri verdiler. Sonuç ; Ukrayna yerle bir oldu, Avrupa pahalıya almak zorunda kaldığı enerji ile rekabet gücünü kaybetmeye başladı. Kiev’e yapılan yardımlar, enflasyon ile birleşince huzursuzluk tavan yaptı. Güvenlik algısı çöktü. ABD’nin egemenliği kayıtsız şartsız tanındı. “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti ” diyen Macron da soluğu Washington’da aldı. Moskova’nın nükleer tehdidi Avrupa’yı korkudan titretmeye yetti. Rusya’nın Ukrayna işgali Avrupa Birliği’nin küresel iddialarından vazgeçmesi ile sonuçlandı. Ne de olsa  savaşlar ve önemli hamleler büyük sonuçlar için yapılırdı.

Avrupanın zayıflaması aynı zamanda dolaylı olarak en büyük ticari partneri olan Çin’in de güç kaybı yaşaması demekti. Son dönemde Avrupa Birliği, Çin ile yakınlaşıyor ve ABD-Çin ticaretini hacimsel bazda geçiyordu.  Bu durum Washington için derhal sonlandırılması gereken bir tehditti. Öyle de yapıldı.

Tüm bu gelişmelere ekonomi üzerinden bakarsak şu soruyu sormamız gerekir . Rezerv para birimini ne belirler ? Rezerv para biriminin istikrarlı ve güvenli olması şarttır. Bir değer saklama aracı ve bir değişim aracı olması gibi özellikleri taşıması ayrıca geniş çapta kabul görmesi gerekmektedir. Rezerv paranın sahibi konumundaki ülkenin siyasi sisteminin istikrarı, ekonomisinin büyüklüğü, beklentileri, pazarlarının küresel entegrasyonu, şeffaf ve açıklığı, güvenilir bir hukuk sistemine ev sahipliği yapması, devlet borcunun kalitesi, rezerv para birimi ile ilgili maliyetleri karşılama yeteneği, finansal piyasaların büyüklüğü, derinliği likiditesi gibi özellikler olmazsa olmazdır.

Bu pencereden bakıldığında bile yaşanan jeopolitik gelişmeleri doğru anlayabiliriz. ABD dolarının karşısında rezerv para rakibi olarak üç oyuncu bulunmaktadır. İlk sırada Avrupa ve Euro, ikinci sırada Japonya ve Yen, üçüncü sırada ise İngiltere ve Sterlin yer almaktadır.

Küresel finans sistemi, doların istikrarına ve ABD’nin büyük ticaret açığına dayanıyor. Bu önemli bir hassas dengedir. Ticaret fazlası veren Çin gibi , Japonya gibi ülkeler de dolarda kalarak aslında sistemin devamını sağlamaktadırlar. Küresel rezervlerin %3’ünü elinde tutan Çin dolara meydan okuduğu an yuan’ı liberalleştirmesi gerekecektir. Böyle bir gevşeme düzenleyici otoritenin yani politbüronun krediyi kontrol etme kabiliyetinin azalmasına , sermaye ile cari hesap üzerindeki her türlü kontrolden feragat etmesine yol açacaktır. Çin ekonomisinin, ABD ile aynı rolü oynaması için üzerindeki elbiseyi değitirmeye istekli olması gerekir.

Totaliter anlayışlar, korumacılık ve yeterince sahip olunamayan derinlik, doları tahtında rahat ettirmektedir. Son dönemde Kızıldeniz’de Husilerin saldıları ve ABD’nin donanması ile verdiği yanıt doların neden tahttan inmediğini ortaya koymaktadır.

ABD, İkinci Dünya Savaşından sonra İngiltere’den dünya patronluğunu aldığında, sterlin de koltuğunu dolar’a bırakmıştı. Yaklaşık 80 yıldır sistem bu şekilde işlemektedir. Çin, ABD’nin rakibi olmaya aday olsa da dolar üzerine sarsıcı bir hamlesi olmamıştır. Buna karşın ABD, asıl rakibi olan Avrupa Birliğini dağıtmak için açık hamleler yapmıştır. Gizli rakibi İngiltere ile de İsrail, Türkiye ve Çin üzerinden mücadele etmektedir.

Nereden bakarsanız bakın, ABD’nin gerçek rakibi İngiltere-Çin eksenidir. Washington, Çin’e karşı politikalarını oluştururken diz çökmüş bir Avrupa’yı kendi güvenliği açısından elzem görmektedir. Avrupa Birliğindeki her olumsuz gelişme, ABD’nin Çin-İngiltere üzerindeki kontrol gücünü artırmaya yarayacaktır.  Daha Trump gelmeden “Kremlin Berlin’i İşgal Edecek” manşetleri Alman basınında yer almaya başladı. Yani ABD-Rus ittifakı iki kutuplu küresel denge için hazırlıklarını tamamlıyor gibi görünüyor.

Bu gerçekleşirse Türkiye’de kendine özel ve büyük bir alan yaratabilir. Kuzey Akım Boru Hatları neden tamir edilmedi ? Rusya, Avrupa Birliğinin kendisinden kopartılmasına neden sessiz kaldı ?  Bu bağlamda “Kim kiminle dost, kiminle değil ?” sorusunun yanıtını iyi düşünmeliyiz.

Ortadoğu’daki yüksek tansiyonun artık Asya yolculuğu başladı. İran, Pakistan sınırında faaliyet gösteren Sünni militan grup Ceyş el-Adl’in ABD ve İsrail tarafından desteklendiğini ileri sürerek bu noktalara füze yağdırdı. Böylelikle alt zemin hazırlandı. İran’ın attığı füzelerden bazıları Gwadar Limanı’nın 40 kilometre yakınına düştü. Bu gelişmeleri İpek Yolu ve Gwadar Limanı üzerinden okumalıyız.

Var olan eski sistemde Çin’in hammaddesi İngiltere’den geliyor, Çin’in ticaretten kazandığı da ABD tahvil piyasasına akıyordu. ABD ve İngiltere, Çin üzerinden anlaşma yapsa da uzun süre böyle gitse de artık bu tıkanan bir yoldu. İpek Yolu da ABD’yi tamamen dışarıda tutmak, Londra’da batmayan güneşi tekrar geri getirmek için düşünülmüştü. İngiltere imparatorluğunu geri almak istediği için Hamas saldırıyor, İsrail karşılık veriyor, katliamlara imza atıyor, Kürt kartı masaya getiriliyor, Barzani öne çıkıyor, İran sağa sola füze fırlatıyor, Kızıl Deniz karışıyor, olaylar büyüyor ve  Gwadar Limanına kadar geliyordu.

İsveç’in NATO üyeliğine TBMM’de onay verilmesi sürpriz bir sonuç değildi. Ancak karşılığında F-16’yı konuşmak olan biteni hiç anlamamak demektir. Küresel rol dağılımı yapılırken konu “uçak” olamaz. Bu nedenle İngiltere Dışişleri  Bakanı ve gizli Başbakanı D. Cameron, Türkiye’ye geliyor, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile buluşuyordu.

ABD ve Rusya, Avrupayı enerji ile, silah ile nasıl dizayn ediyorlarsa sıra Ortadoğu ve sonrasında Çin’e gelecektir. Londra da bunu bildiği için erken vurmak ve  Kremlin’i içerden çökertmek istiyor. “Rusya Avrupayı İşgal Edecek” manşetleri de Avrupalıları ayağa kaldırmak içindir. Oysa Rusya’nın askeri gücünün %65’i Çin’e karşı konumlanmıştır.

Yanına Çin’i alan İngiltere  İkinci Dünya Savaşı sonrası kaybettiği imparatorluğunun peşindeyken ABD ve Rusya, Kürt sorununu da,  İsrail meslesini de , Ortadoğu denklemini de değiştirmeye niyetli görünüyor. Birileri konum seçmeye zorlanacak, birileri de seçtiği konum nedeniyle fatura ödeyecek. Mevzu ve mevzi budur.

Bu kavganın etkilemeyeceği, içine almayacağı ülke yoktur. Bu nedenle PKK saldırılarına da, Hamas’a da, İsrail’e de, İran’a da büyük kavganın merceğinden bakmak gerekiyor. Gidişat ve alınacak sonuç ortadadır.

Türk devleti oyunu iyi okuyup kazananın yanında olmalı ve yüzyılını kurtarmalıdır. Kurulan strateji görmek, anlamak ve kazanmak üzerine olmalıdır. Bozkır Kurtları kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz. Türk Devleti de yarına koşarken dün ve bugün olanları not eder, yoluna öyle devam eder.

Aydınlık bir ay dileği ile,

Bunları da sevebilirsiniz