Eski Türklerde Musiki (V)

Eski Türk Çalgıları

Günümüz ve son birkaç yüzyıllık zaman diliminde gerek şehirlerimizde, gerekse kırsal alanlarda kullanılan çalgılar ile Eski Türklerin kullandığı çalgılar ve çalgı adları arasında az sayıdaki benzerliğin yanı sıra çok önemli farklılıklar vardır. Bu arada bir gerçek de şudur ki, yakın yüzyıllar Türk Musikisi (Geleneksel Osmanlı-Türk Musikisi ve halk musikilerimiz) çalgılarında değişim ve dönüşümler yaşandığı gibi; gözden düşen, dolayısıyla artık pek kullanılmayan ya da gözdeleşen çalgılar da söz konusudur.

Türk çalgıları konusunda günümüze kadar yeterli sayıda olmasa da önemli sayılabilecek çalışmalar yapılmıştır. Sözgelimi Mahmut Ragıp Gazimihâl’in Asya ve Anadolu Kaynaklarında Iklığ (1958), Türk Vurmalı Çalgıları (1975), Ülkelerde Kopuz ve Tezeneli Sazlarımız (1975) ve Türk Nefesli Çalgıları (1975); Sadi Yaver Ataman’ın Anadolu Halk Sazları (1938); Laurence Picken’ın Folk Musical Instruments of Turkey (1975), Bahattin Ögel’in Türk Kültür Tarihine Giriş (Türk Halk Musikisi Aletleri – Uygur Devleti’nden Osmanlılara (1987) gibi kitapları önemle anılmalıdır. Ayrıca yine Sadi Yaver Ataman’ın Türk Halk Çalgılarına Ait Ayrıntılı Bilgiler ve Bağlama Geleneği (1993) ile Etem Ruhi Üngör’ün Türk Davulu (1974) ve Türk Zurnası (1983) başlıklı bildirileri de anılmaya değer çalışmalardır.

Her ne kadar yukarıda saydığım kaynaklarda kimi göndermeler ve atıflar yapılmış olsa da eski Türk çalgıları konusu üzerinde yapılan çalışmalar yok denecek kadar azdır. Hâlâ yayımlanmasını beklediğimiz, Osman Fikri Sertkaya’ya ait Eski Türkçede Musiki Terimleri ve Musiki Alet İsimleri (Doçentlik Tezi, 1982) başlıklı çalışma yayımlandığında umuyorum ki bir boşluk kısmen de olsa dolduracaktır.

Eski Türklerin Kullandığı Çalgılara İlişkin Bazı Veriler

Eski Türk çalgıları konusunda başta Divanü Lugat-it-Türk olmak üzere Dede Korkut Hikâyeleri’nde ve İbnü-Mühennâ Lûgati dışında bazı kaynaklarda da çok sınırlı verilere rastlamaktayız.

Ordularda davulun Türklerce çok eski çağlarda kullanıldığını Mahmut Ragıp Gazimihâl, Türk Vurmalı Çalgıları başlıklı kitabında Eski Yunan ve Çin tarihçilerinin kaynaklarından aktarmaktadır.

Davulun halay gibi sıra oyununda coşturuculuğuna dair tarihten en eski yazı Asya’da Hunlar içindir. Hun beyine gelin gelmiş Çinli bir kadın, şair olduğundan memleketine gönderdiği manzum yazıda, Hunların bazı hallerini sayarak dertleşiyor ve:

Davulu her gece durmaz döverler

Tâ güneşler doğana dek dönerler

gibilerde bir kayıt da düşüyor (İsa’dan 200 yıl kadar önce) (…)1.

Mahmut Ragıp Gazimihâl’in Çinli kadından aktardığı bu sözlerde Türklerin Şaman inancı ve ritüeline de gönderme yapıldığı çok açıktır.

Türkçe’nin çok değerli yazılı ilk kaynaklarında, Orhon Yazıtları’nda da bir çalgı adına rastlamaktayız. Bu çalgı, Bilge Kağan Yazıtı’nın Batı tarafında yazılı olan Köbürge’dir2.

Bilge Kagan uça bardı / Yay bolsar üze Tenri / Köbürgesi öterçe ança takı / Tagda sıgun ötser ança

(Bilge Kağan uçup gitti / Yaz olsa üstte Tanrı / Köbürgesi (davulu) çalar gibi, öylece dahi / Dağda yaban geyiği ötse, öylece).

Başka bir kaynakta, Besim Atalay’ın Abuşka Lûgatı veya Çağatay Sözlüğü’nde3 bu çalgı Kevürge olarak geçer ki anlamı Büyük Davul, sözlükteki anlamıyla da Kûs-i Şâhî, Şah Kösü’dür ve iki beyitte geçer. İlki Ferhâd ü Şîrîn’de:

Kevürge dehr ara salıb gırîvi / Niçük kim mest bolgay nerre dîvi

(Büyük davullar yeryüzünde o kadar gürültü yaptı ki erkek devler bile sarhoş oldular)

İkinci olarak da Lütfî’nin Gül ü Nevrûz’unda:

Hem ol saat ir oğlu birle Nevrûz / Kevürge çaldı çıktı Şah Firûz

(Hem o saatte Nevrûz eroğlu ile beraber davul çaldı, Firûz Şah da çıktı)

Dede Korkut Hikâyeleri’nde de musiki ve çalgılar oldukça önemlidir ki, doğrudan Dede Korkut’un kendisi “Türklerin hikmet [bilgelik] ve musiki pîri” sayılmaktadır4. Dede Korkut hikâyelerinde şu çalgıların adı geçmektedir ki bunlar: Borı (Boru), Çevgen5, Tavul (Davul), Nakara (Nakkâre)6, Surna (Zurna), Kös7, Kopuz8, Kolça Kopuz9 ve Yelteme’dir10. Dede Korkut Hikâyeleri’nde en çok anılan çalgı hiç kuşkusuz ki Kopuz’dur: “Dede Korkut aynı zamanda ozandır ve hikâyelerde anlatılan her mücadelenin sonunda yapılan şenliklerde kopuz çalıp destanlar söyler.”11 “Yine Kazaklar arasında Korkut Ata [Dede Korkut] halk şairi, kopuz ve tanbura çalgılarının bulucusu olarak tanınmaktadır.”12 Eski Oğuzlarda olduğu gibi, İslâmı kabûl ettikten sonra da Şamanizm geleneklerini sürdüren ozanlar kopuzu kutsal saymışlardır.

Mahmut Ragıp Gazimihâl’in Rosa Newmarch’tan çevirdiği, fakat yayımlayamadığı Rus Operası13 başlıklı kitapta da Rus Slavlarının kullandığı çalgılardan söz ederken Türk çalgılarına da gönderme yapar:

VI. yüzyılda onların “en büyük zevkinin musiki olduğunu, seyahatte hiç silah taşımadıklarını, kendi yaptıkları çalgılarla yola çıktıklarını” Wend’ler Istanbul’da imparatora anlatmışlardı. Bizanslı tarihçi Prokop, 592 yılında Yunanlıların Slav karargâhına yaptığı bir gece baskınını anlatırken “Slavların herhangi bir korunma önlemi almayı unutacak ve düşmanın yaklaştığından büsbütün habersiz kalacak derecede şarkının zevkine dalmış olduklarını” söyler. Tarihlerinin başlangıçlarından beri Rus Slavları’nın daima çeşitli çalgılar kullanmış oldukları genellikle doğrulanıyor. Yedi veya sekiz telli yatık bir çeşit santur olan Gusli, kamıştan bir çeşit düdük olan Svirel bunların en eskileridir. Bununla beraber yayla çalınan Gudok adlı bir tür üç telli kemâneden de pek erken dönemlerde söz edildiği görülür. Kitaralar ailesinden ve şimdiki Balalayka’nın (Balalayka’nın etimolojisini Ruslar da bilmiyorlar) öncüsü olup telleri parmaklarla çalınan Dombra’nın (Asya’nın Tanburası) ve Küçük-Rusyalıların çaldığı sekiz veya yirmi telli Bandura (Bandura sözcüğü Tanbura’nın bozulmuşudur) veya Kobza’nın (Kopuz) da erken dönemlerde sözü edilir. İlkel üfleme çalgıları arasında Doğu’dan gelme tiz bir düdük olan Zurna ve Dudka (yani Gayda-Dudka sözcüğünün aslı Türkçe Düdük’tür) vardı. Davul, Def ve Ziller başlıca vurma çalgıları idi.

(Eski Türk Çalgılarına devam edilecek)

1 Mahmut Ragıp Gazimihâl, Türk Vurmalı Çalgıları, Ankara, Kültür Bakanlığı MİFAD Yayınları, 1975, s. 10.

2 Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, Ankara, TDK Yayınları, 1987, s. 72; Talat Tekin, Orhon Yazıtları, TDK Yayınları, 1988, s. 56-57: Bilge Kagan uçdı / Yay bolsar üze tenri / Köbürgesi eterce ança / Tagda sıgun etser anca (Bilge Hakan vefat etti / İlkbahar gelince yukarıda gök / davulu gümbürder gibi, öylece / dağlarda geyikler böğürür, öylece).

3 Besim Atalay, Abuşka Lûgatı veya Çağatay Sözlüğü, Ankara, Ayyıldız Matbaası, 1970, s. 340.

4 Orhan Şaik Gökyay, Dede Korkut, İstanbul, Arkadaş Basımevi, 1938. Bu kitaba dayanarak Mahmut R. Kösemihal, “Dede Korkut Hikâyelerindeki Musıki İzleri”. Ülkü Halkevleri Dergisi, Sayı: 71, Ankara, Ulus Basımevi, İkincikanun (Ocak) 1939, s. 394.

5 Far. Çevgân. Mehter takımlarında kullanılan, bir sopaya sabitlenmiş yukarıya doğru bir hilâlin üstüne gümüş ya da pirinçten çıngırak ve zillerin takılı olduğu ve de sopanın üstünde birazcık yatık bir hilâl olan tartım çalgısı. Çalıcı, parçanın tartımına göre bu çalgıyı sallar ve ziller ve çıngıraklardan ses çıkar.

6 Çapları yaklaşık 28-30 cm, yüksekliği ise yaklaşık 16 cm olan; teknesi dövme bakırdan yapılmış, teknenin üstüne gön gerilmiş “zahme” denilen bir çift çubukla çalınan Mehter çalgısıdır. Mehter çalgıcıları bu çalgıyı ayakta çalar. Biraz daha büyüğü ve bir kaide üstüne oturtularak çalınanına Kudüm denilir ki, bu çalgı da özellikle Mevlevi musikisinde kullanılır.

7 Nakkare ve Kudüm’ün çok iri olanı. En büyükleri deve ya da fillerin sırtına bağlanır ve kösçü bir çift tokmak ile bu çalgıyı çalar. Özellikle savaşa giderken gümbür gümbür, yeri göğü inleten sesiyle düşmana korku salardı.

8 Orta Asya ve Kafkaslarda kullanılan kopuz ve türevleri dışında Evliyâ Çelebi Seyâhatnâmesi’nde de kopuz anılır ki, bu da bu çalgının türevlerinden biridir. Seyâhatnâme’de: “Sâzende-gân-ı Kopuzciyân [Kopuz Çalıcıları]: Mûcidi [Bulucusu] ‘Hersekzâde Ahmed Paşa’dır ki Ebûü‘l-feth vüzerâsındandır [Fatih’in vezirlerindendir]. Bu sâz Bosna, Kanice [Kanije], Eğri, Temeşvar gibi serhad ahâlisine mahsûsdur. Anadolu’da mislini [benzerini] görmedim. Levendâne [gösterişli] bir sâzdır ki hemân [hemen] şeşhânenin yavrusu zann olunur. Üçer târlıdır [tellidir]. Bu sâzdaki üstâdlar Çelengli Şahbâz Ağa, Sührâb Ağa, Yamalı Receb Ağa, Boşnak Memo ağalardan ibâretdir” açıklaması vardır. Evliyâ Çelebi Mehmed Zıllî ibn Dervîş, Evliyâ Çelebi Seyâhatnâmesi, I. Cilt, Tâbi’: Ahmed Cevdet [Oran], Ma’ârif Nezâret-i Celîlesi’nin Ruhsatiyle, Dersa’âdet’de İkdâm Matba’ası, 1314 (1898-1899), s. 638. (Çevriyazı: Yavuz Daloğlu)

9 Mahmut R. Kösemihal, Aynı makale, s. 395-396; Orhan Şaik Gökyay, Dedem Korkudun Kitabı, İstanbul, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Kültür Yayınları, 1973, s. 234: “XVII. ve XVIII. yüzyıllarda hayli kullanılan bu tarz tanburların örnekleri Colachon, Colichon, Colascione, Colacio gibi adlarla çalgı müzelerinde vardır. İşte bu adların kökeni şimdiye kadar musikibilimcileri uğraştırdığı, çeşitli görüşler ortaya atıldığı hâlde hiçbir sonuca varılamamıştır. Hâlbuki Dede Korkut’ta sık-sık geçen âşık sazının Kolca Kopuz diye kullanıldığı görülmektedir. Kolca sıfatının Kolcan’dan (yani kol kadar) türetilmiş veya o anlamda kullanılmış, kol açtıracak ya da kulaçlandıracak kadar uzun olduğunu anlatmaktadır. İşte Avrupa’daki Colacio, vd. adlandırmaların bu kolca niteliğinden bozmalığı görülür.”

10 Tanburaya benzer iki telli bir çalgı. Evliyâ Çelebi Seyâhatnâmesi’nde şöyle söz edilir: “Sâzende-i Yeltemeciyân [Yelteme Çalıcıları]: Bu da Şemsi Çelebi muhtera’âtındandır [buluşlarındandır]. Hemân [Hemen] tanbûra cüssesindedir (gövdesindedir). Lâkin boyu kısa, iki bamı [teli] vardır. Kirişleri arasında bir tel kirişi âhengdârdır [uyumludur]. Çalıcıları: Yaycı Kurt, Selânikli Ali, Çento İbrahim, Hüseyin Subaşı’dır.

Evliyâ Çelebi Seyâhatnâmesi, I. Cilt, s. 639. (Çevriyazı: Yavuz Daloğlu)

11 Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı (I), Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları, 1989, s. 26.

12 Mahmut R. Kösemihal, Aynı makale, s. 394; Muharrem Ergin, Aynı kaynak, s. 48.

13 Rosa Newmarch, The Russian Opera, Fransızca çevirisinden (Le Opéra Russe) Türkçeye çeviri: Mahmut Ragıp Gazimihâl, Ankara, 1945. Yayımlanmamıştır. Bu kitabın matbaaya gönderilmek üzere yazarın kaleminden çıkmış elyazması kütüphanemde korunmaktadır.

Bunları da sevebilirsiniz