Bir önceki yazımda CHP’ye yönelik eleştirilerin belki en temel olanını, ”Kuruluş Ayarları” meselesini ele almıştım. CHP’nin yıllar içerisinde ”kuruluş ayarları”ndan uzaklaştığı yönündeki eleştiriler hepimizin malumu. Ne var ki, bu eleştiri beraberinde yepyeni meseleleri gündeme getiriyor.
Öncelikle, ”kuruluş ayarları”nın ne olduğu sorunuyla karşılaşıyoruz. CHP’nin Kuruluş Ayarları ile Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluş Ayarlarını özdeş mi kabul edeceğiz? Şayet bunlar özdeş ise Türkiye Cumhuriyeti’nin yöneticilerince belirlenen ihtiyaçları, zorunlulukları ve tercihleri sonucu Türkiye Cumhuriyeti değişirken CHP’nin bu değişimden azade olması beklenebilir mi?
Türkiye Cumhuriyeti devleti adeta bir devlet kararıyla NATO yoluna girmiş, çok partili demokrasiye geçmiş, ekonomi politik yönelim olarak liberalizme meyletmiş, AB’ye üyelik hedefiyle siyasal ve hukuki yapısında değişikliklerin yapılmasını kabul etmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti devleti uluslararası ortak ve düşmanlarını saptamış ve bu konuda da ABD’nin başını çektiği Atlantik İttifakının suyuna gitmiştir.
Devlet bu kararları soyut bir kişilik olarak vermedi elbette. Devleti yöneten bürokrasi, teknokrasi ve siyasetçiler, halkın da oylarıyla sözünü ettiğim değişiklikleri getirdi.
Tüm bunları bir arada düşündüğümüzde, geçmişte Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bütününü temsil eden CHP’nin de bu değişimlerden payını almaması imkansız. Zira CHP, çok partili demokratik yaşama geçmemizle birlikte sosyal demokrasiye meyletmiş; böylelikle hem liberal saldırılardan hem güvenlik felaketlerinden hem de Atlantik İttifakının en büyük düşmanı sosyalizmden uzak durabileceğini ummuştur.
CHP’deki bu makas değişikliği esasında II. Dünya Savaşı’na fiilen girmeden, galiplerin özellikle de ABD’nin safında bulunmanın bir diyeti olarak CHP’ye dayatıldı. CHP ve Türkiye Cumhuriyeti devleti ne yazık ki bu dayatmalara karşı durmak yerine, bu dayatmaları alelade birer politika tavsiyesilermiş gibi kendi kısa vadeli çıkarları kapsamında ele aldı.
Yetişmiş insan birikiminin de yitirilmesiyle birlikte CHP bu değişimin sertliğine karşı omurgasını tutmakta zorlandı ve günümüze geldik.
Bugünün CHP’si esasında çok daha pragmatik bir parti olsa da esasında Atatürk döneminin pragmatizmini andıracak şekilde çağı yakalamaya yönelmiş. Atatürk’e, Kuruluş Ayarlarına dönüş belirli ilke ve söylemlerin tekrarlanmasıyla bu arzuların anlamlı bulunacağından emin değilim.
Atatürk gibi olmak, kurucu iradeden dersler çıkarmak bizlerin asıl ihtiyacıdır kanımca. Çağı doğru okumak, çağın gereği CHP’yi güçlü kılacak imkan ve şartları değerlendirmek, Türk devriminin esas iki sütununu yani bağımsızlık ve modernleşme hedeflerine yaklaşmak için gerekli insan malzemesini Parti’ye sunmak ve sonrasında da yaratıcı politika ve kampanyalar düzenlemek gerekiyor.
Kısacası Kuruluş Ayarlarına dönme isteği bir altın çağ anlatısının ötesine geçmeli. Altın Çağ anlatılarındaki gibi söylem ve hayallerine kulak asılmayacağı açıkken, bunları ilerici çevreler olmak üzere yeterince insanın sevk ve idare edilemeyeceği bir siyasal hedef reel siyaset bakımından tamamıyla anlamsızdır.
Kuruluş Ayarlarına dönmekten ziyade, okurlarımızın çoğunlukla kuruluş günlerimizdeki heyecana, katılımcılığa ve elimizdeki imkan ve şeraiti değerlendirerek çağırmak gerekmektedir.
Kuruluş Ayarlarına dönmekten kazanılmayacak bir hedefi ilan etmeyi, tarihe not düşmekten ve Sarayın karşısında ”şanlı direniş” sergilemeyi kast ediyorsak, bu ne kuruluş ayarına yarar ne de kuruluş ayarlarına özlemle yaklaşan insanları çeker. Bence esasında ihtiyacımız olan şey, çağımızın ihtiyaçlarına, insan malzemesine ve çelişmelerine uygun siyasal söylem ve kampanyaları yürürlüğe koyarak başta üyeleri ve seçmen kitlesini sevk ve idare edecek mekanizmaları kurmaktır.
Kuruluş Ayarlarına dönme söylemi, her geçen gün daha fazla bir yakınma ritüeline dönmüş durumda. İhtiyacımız olana odaklanmalıyız. Değiştiremeyeceğimiz veya değiştirsek bile büyük bir kaynak israfına neden olan siyasetlere odaklanmaktansa siyaset arenasına somut, hayata geçirilebilir ve bunları hayata geçirecek paydaşları heyecanlandıran ve harekete geçiren siyasetlerin inşası önemli esasen.
Bu tartışmalara devam edeceğiz. Ama şimdilik şununla kapatalım: Hayata geçirilemeyeceği aşikar olan hiçbir ”iyi”, ”güzel”, ”ahlaklı” fikir esasında iyi falan değildir; kaynak ve tereddüt barajlarım dolarsa. Durmak yok, durursak düşeriz.