”Kurucu İlkelere Dönmek” Nedir? Nasıl Olur?

CHP ve dolayısıyla muhalefet seçimi kaybetti. Faturanın kesilmesinden anlıyoruz ki muhalefet CHP’den ibaretmiş.

Bu yenilgi çoğunca ”Altılı Masa Siyasetinin”, kimilerince ”helalleşme siyasetinin”, bazılarınca ”Yeni CHP” dedikleri kurucu ilkelerden uzaklaşma siyasetinin” iflası olarak yorumlanıyor. Acaba öyle mi? Dahası, bu yöndeki eleştirilerin çoğu ”Altı Ok”a, ”Kurucu İlkeler”e dönme gerekliliğinden, bazılarıysa ”sol”a ve ”sosyal demokrasi”ye dönme gerekliliğinden dem vuruyor.

Kısa bir not düşelim: Tarihsel bakımdan, Altı Ok ile sosyal demokrasi arasındaki ilişki hayli tartışmalıdır. Ortodoks Kemalist diyeceğim bir yaklaşıma göre ikisi bağdaşmaz. Öte yandan, Örsan Kunter Öymen örneğinde görüldüğü gibi bu ikisi birbiriyle uyumludur, daha da ileri gidersek Türkiye pratiğinde aralarında bir süreklilik ilişkisi vardır. Şimdilik bu tartışmayı es geçiyorum.

Kitle Partisi mi? İdeoloji Partisi mi? İkisi birden mi?

Seçimler bir yana, tüm bu tartışmaların merkezinde CHP’nin kitle partisi mi ideolojik parti mi olacağı sorunu duruyor. Av. Ekrem Demiröz’ün Cumhuriyet gazetesinin ”Olaylar ve Görüşler” sayfasında dile getirdiği gibii, ”CHP bir kitle partisidir ama ideolojik bir çerçeveye de sahiptir” görüşü de bu tartışmaya bir yanıt olarak gözden kaçmamalı. Bu tartışmanın özünde kazanıp kaybetmekten bağımsız olarak bir ideolojinin bayrağını dik tutmayı gözeten, kazanmak için ideolojiden veya ideolojiye uygun söylem ve eylemden taviz vermemeyi esas kabul eden bir yaklaşım ile kitlelerle buluşmayı, kazanmayı ve rakibini küçültmeyi esas kabul eden bir yaklaşım arasındaki gerilim yatmaktadır. ”Gerilim” diyorum; zira bunların illa ki uzlaşmaz karşıtlar olması gerekmiyor ama çoğu zaman karşı karşıya geliyorlar. Bir başka yaklaşıma göre, örneğin Ümit Kocasakal’ın yaklaşımı, CHP’nin ”Kurucu ideolojisi ve ilkeleri” kitlelerle buluşmaya, dolayısıyla kazanmaya uygun olduğundan bu tartışmadaki gerilim aşılabilir.

Program, İdeoloji, İlke, Söylem?

Ne var ki, gözden kaçan bir diğer seçeneği daha anmakta yarar var: ”CHP bir kitle partisidir ama bir siyasal programı vardır”. Görülüyor ki burada ”ideolojik çerçeve” veya ”ideoloji” ile ”program” arasındaki ilişki es geçiliyor. Bu biraz daha anlaşılır; zira Türkiye’de her partinin adına ”program” denen bir metni var. Fakat, en azından CHP’nin ”program”ı elle tutulur, tarihsel bir dayanağı olan, ideolojik çerçevesi bulunan bir metin olmalıdır. Öyledir de… Ne var ki, ideoloji ile program aynı şey değildir. Tüm bu tartışmayı tetikleyen sorun da esasen bununla ilgilidir. Kimilerine göre Kemalizm bir ideolojiyken, benim de savunduğum görüşe göre Kemalizm bir programdır. Dolayısıyla, ”CHP’nin ideolojisi” ifadesi her geçtiğinde durup irkiliyorum. CHP’nin ideolojisinin ne olduğu belki de bu nedenle sonu gelmez tartışmalara neden oluyor.

Öte yandan CHP’nin devlet kuran ve devletle en azından bir dönem bütünleşmiş bir parti olması nedeniyle ”kurucu ilkeler”, ”CHP’nin programı”, ”CHP’nin ideolojisi” konularındaki tartışmalar yerli yerine oturmuyor bir türlü. Devleti kuran irade ile CHP’yi örtüştürsek bile tek partili siyasal hayatın doğası gereği, esasında çok farklı ideolojilerin aynı programda buluştuğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla, CHP’nin kuruluşunda da TBMM hükümetinin kuruluşunda da, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda da ideolojik birlik söz konusu değildir. Dolayısıyla, CHP’nin ideolojisi tartışmasına kuruluştan gelecek sağlam bir yanıt olduğunu düşünmüyorum. Ne var ki, CHP’nin benimsediği ve belirlediği siyasal programın başat ideolojisi tartışma konusu yapılabilir, hatta bu tartışmada bir yerlere de varılabilir. Ne var ki, bu durumda da birden çok yaklaşımı ve ideolojiyi tek potada eritme, birini diğerine indirgeme veya hepsinden farklı bir amalgam yaratma tehlikesi mevcuttur. Bu açıdan, çoğu zaman Kemalizmin, demokratlığın, sosyal demokrasinin ve kimi zaman sosyalizmin ”sosyal demokrasi” içerisinde eritildiğini; kimi zaman sosyalizm hariç bunların hepsinin ”Atatürkçülük” altına alındığını veya daha az katı bir söylemle hepsinin ”CHP’lilik” adı altında kucaklandığını görüyoruz. Bir başka yaklaşımsa bunlardan birini kabul edip diğerlerini bir ittifak veya dostluk ilişkisi kapsamında ikincil kılmak olarak yorumlanabilir. Hangisi olursa olsun, program, ideoloji ve ilke kavramlarının birbirinin içine geçtiğini ve daha da kötüsü bu kavramların adlarının birbirinin yerine kullanıldığını görüyoruz. Hal böyle olunca tartışma sağlıklı bir zeminde ilerlemiyor.

Söylem ve Eylem

İşin daha da kötüsü, tüm bu tartışmaların CHP liderinin veya CHP yetkililerinin söylemleri düzleminde ilerlemesidir. Eylemdense kişilerin kimliği yahut söylemi baz alınarak tartışma yürütülüyor. Çok partili demokratik hayatta kişilerin söylem ve davranışlarıyla kendilerine dair yaratmaya çalıştıkları veya yarattıkları algıların esas kabul edilmesinden ötürü, bu algı ile gerçek arasındaki ilişki de bu tartışmayı daha da içinden çıkılmaz bir hale getiriyor.

Söylem ve eylemler gerçeklik düzlemine çıktıkları bağlamdan kopuk ele alındığında veya bu bağlam çarpıtılarak sunulduklarında hemen her yoruma uygun hale gelirler. Ne yazık ki, CHP’ye ve genel olarak Türkiye siyasetine ilişkin tüm tartışmalarda bunun yapıldığını görüyoruz. Örneğin, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Başörtüsü çıkışı, Altılı Masanın düşük oylu partilerinin adaylarına ayrılan kontenjan, Ortak Mutabakat Metni gibi tartışma konularının her birinden aynı hatalı yaklaşımı görüyoruz. Söylem ve eylemin amacı, ardındaki zihniyet ancak bağlam, fail ve hedef ele alınarak anlaşılıp değerlendirilebilir. Bu üç başlık es geçildiğinde, aynı olgular hakkında bambaşka sonuçlara varılıp kısır tartışmalara yol açılabiliyor.

Dolayısıyla, CHP’nin hedefi, yani programı, bağlam, bu programı hayata geçirecek fail/özne, bu programın sevk ve idare edeceği kitle ve kurumlar, bu programı hayata geçirmek için belirlenen söylemin hedef kitlesi ve bu söylemle amaçlananlar, eylemlerin biçimi ve hedefleri gözetilerek değerlendirilmelidir.

Çok partili demokratik hayat benimsendiğine göre, bu başlıkları sırf somutlamak için birkaç yanıt verelim:

CHP’nin programının özü için örnek: Demokratik yöntemlerle, Türkiye Halkını veya hala benimseniyorsa Türk Milleti’ni demokratik yurttaş kimliğine kavuşturmak; laik, sosyal, insan haklarına bağlı hukuk devletini, şeffaf, hesap sorulabilir ve hukuk devletiyle bağlı bir hükümet sistemini inşa etmek ve güvence altına almak; yurttaşlarının ve devletin uluslararası rekabet etme gücünü en üst düzeye çıkarmak; ülkenin güvenliğini sert ve yumuşak güç unsurları başta olmak üzere tüm güç unsurlarıyla güvence altına almak ve insanlık aleminde dostlarını mümkün mertebe arttırıp düşmanlarını azaltmaktır. Tüm bu siyasetlere temel oluşturabilecek, Atatürkçülük ile Sosyal Demokrasi arasında makul bir buluşma zemini için bkz. İlker Başbuğ, Cumhuriyet ”Olaylar ve Görüşler”, ”Atatürk Milliyetçiliği ve Kapitalist Sistemin Sorunları”ii

Bu programın özündeki ifadeler bile aslında üzerinde mutabakat sağlanması kolay değilken pek çok aydınımız çok daha katı ifade edilmiş bir program metninde ısrar etmektedirler.

CHP’nin programının hayata geçirileceği bağlam: Eğitimsiz insan malzemesi, niteliksiz iş gücü, gelenekleri ve yapıları örselenmiş kurumları, uyuşturucu batağına batmış gençliği, toplumsal dokusu dinsel kurum ve kuruluşlarca parçalanmış, milli birliği zayıflamış bir toplum; uluslararası dengelerden yararlanamayan bir dış politikası olan, sınırları güvenliksiz, caydırıcı gücü zayıflamış bir ülke; liyakatın kaybolduğu, hukuksuzluğun hakim olduğu, kanuna dahi uyulmadığı bir devlet ve örgütsel yapısı zayıflamış bir partiyle işe başlandığı bir bağlamdayız. Uluslararası siyasal bağlam bakımından kamucu yönelişlerin artmaya başladığı fakat sosyalist veya kamucu pratiklerin eksikliğinin hissedildiği, uluslararası şirketler, karteller ve tröstlerce dünya siyasetine yön verildiği, aşırı sağın ve şovenizmin yükseldiği, post-truth ikliminin hakim olduğu bir bağlamdayız. Yine uluslararası bağlamda, güç savaşlarının ve bölgesel çatışmaların tırmandığı, ticaret savaşlarının, siber savaşların şiddetlendiği ve küresel iklim felaketinin yaşandığı bir bağlamdayız.

İşte böyle bir bağlamda, eldeki malzemeleri düşündüğümüzde CHP’yi yönetecek kadrolar CHP dışından gelmeyeceğinden, CHP’nin programını hayata geçirecek failler, beyaz yakalılar, nitelikli iş gücünden fakat siyasete ayıracak zamanı veya parası olan kesimlerden insanlar, akademisyenler ve gençliktir. Hal böyle olunca bu kesimlerin sosyolojik yapısı, gündelik yaşam pratikleri ve beslendikleri kültürel, siyasal ve felsefi kaynaklar bu faillerin karakterini ve siyaset yapma biçimini de belirlediğinden, bu faillerin Batı’yla ilişkilere açık, bilime yönelmiş fakat hakim politik-felsefi söylem nedeniyle liberalizmin etkisi altında ve sosyalist siyasetlerden uzak, bireyci, öfkeli, kolektif eylem ve söylemler altında birlikte olma becerisi zayıf bir kitle oluşturduklarını söylemek mümkün.

CHP’nin yukarıda özetini sunduğum programı kapsamında oyunu istediği ve sevk ve idare etmeye yöneldiği hedef kitlenin, en genel anlamıyla emekçiler, dezavantajlı gruplar, hukuksuzluktan ve liyakatsizlikten zarar gören eğitimli ve nitelikli iş gücü ve yaşam alanları daralan veya yaşam alanlarını genişletemeyen kesimler olduğunu söylemek zor değil.

Tüm bunlar birlikte düşünüldüğünde, CHP’nin hedef kitlesinin büyük bir kesiminde başarılı olduğunu söylemek mümkün. Zira CHP’nin nitelikli iş gücünü oluşturan emekçiler, eğitimliler, liyakatsizlikten zarar görenler ve dezavantajlı gruplar tarafından ciddi bir destek gördüğü açık. Ne var ki, CHP’nin bu kitleleri mobilize edemediği veya etmek istemediği açık. Hal böyleyken mevcut siyasal programdan vazgeçildiğinde kimden destek istendiği, kiminle bu programın hayata geçirileceği ve kimin sevk ve idare edileceği de açıklanmalı.

Kararlılık, İlkelilik ve Kutuplaşma: Tarihe ve Millete Karşı İnat!

Meselenin bir yanı da her ne olursa olsun kararlı, ilkeli ve tavizsiz olmak arzusu ve beklentisidir. Solun hemen her renginde görülen ortak bir tavır göstermektedir ki aydınlarımızın önemli bir bölümü kararlı, ilkeli ve tavizsiz bir tutumun hem doğru olduğu hem de kitleleri yakalayabileceği görüşünde. Kitleleri mobilize etmede böyle bir tutumun etkili olacağı muhakkak. Ama çok partili demokratik hayatta, hele hele rakibiniz büyük bir kitle partisiyken ona karşı böyle bir tavrın başarı kazanacağını düşünmek lehine bir dayanak olduğunu düşünmüyorum. Ne var ki, bu görüş yine de ele almaya değer bir görüştür. Bu görüşü temsil ettiğine inandığım ve açmazı iyi ifade ettiğini düşündüğüm Prof. Dr. Can Ceylan’ın Cumhuriyet gazetesinin ”Olaylar ve Görüşler” bölümündeki görüşlerineiii kulak verelim: ”Tüm bu mücadelelerin sonuç vermesi; bu gerginlik ve kutuplaşma duvarlarının bir an önce yıkılması, devlet kadrolarında etnik ve mezhepsel kadrolaşmanın önlenmesi ve vakit geçirmeksizin kuruluş ilkelerine dönülmesi ile mümkündür.” Devlet kadrolarında etnik ve mezhepsel kadrolaşma önlenip ”kuruluş ilkeleri”ne dönüldüğünde ”gerginlik ve kutuplaşma duvarları” nasıl yıkılacak? Temel sorun da bu! Çünkü çok partili demokratik siyasette kutuplaşma duvarlarını yıkmadan veya kutuplaşmayı kendi lehinize işletmeden başarı kazanma şansınız yoktur. Oysa, söylenen siyasal hedef ifade edildiğinde veya eyleme döküldüğünde kutuplaşma hem artacak hem de aleyhinize işleyecektir.

”Millete karşı inat” dediğim şey tam da şu: Milletin veya seçmenin algılama biçimine, benimsediği sembolik sisteme, benimsediğini düşündüğü felsefi-ahlaki sistemlere açıktan karşıt bir söylem ve eylemin bu biçim ve içerikle başaracağında ısrar etmek. Bu ısrarın ardında, geleceğe dönük bir umut olduğu kadar mevcut duruma ilişkin umutsuzluğun da bulunduğunu düşünüyorum.

Milletle, tarihsel gerçeklerle ve bilimle inatlaşmanın bir anlamı olmadığından, boyutlarını tek tek açmaya çalıştığım bu tartışmanın daha sağlıklı yürütülebilmesi için ”kurucu ilkeler”e, ”ideoloji”ye vurgu yaparken altı daha dolu eleştiriler getirmek gerektiğini düşünüyorum. Mevcut eleştirileri bu bakımdan ele almaya devam edeceğim.

Bunları da sevebilirsiniz