Sonucu Belli Seçimler Seçim Midir?

Sonucu belli seçimler gerçekte seçim midir?

Bu soruyu sorarak başlamak istedim. Bunu okuyanlar acaba ne düşünür? Kestiremiyorum, seçimlere karşı olduğum mu sanılır, olumsuz mu bulunur, neden dediğim merak mı edilir? Neyse, aklıma gelenleri açıklayayım.

Sonucu çok önceden belli olan bir seçimi, taraflardan hiç bir şansı olmayan, bir çekişme, bir yarışma varmış gibi göstererek toplumda hayaller yaymaya girişirse, bu, haliyle gene de seçim oluyor tabii. Çünkü seçim seçimdir.

Tarihin ve siyasal ortamların insanlara, partilere, cephelere ve görüşlere seçimlerde eşit olasılıkla imkan vermediği ortadadır. Önde olan vardır, ve bu değişmez de değildir. Şansı az olan her zaman belli değilse de, kimi zamanlarda apaçık görünür.

İmkanları fazla olanlar, özellikle iktidarda olup seçime girenler, henüz yıpranmamışlarsa çok daha şanslı olurlar. Onun yararını görüyorlarsa da bu sefer oldukça başka durumlar var.

28 Mayısta yaşanan da böyle.

Türkiye’nin yaşadığı Cumhurbaşkanlığı seçiminde sonucun ne olacağı belliydi. Kılıçdaroğlu’nun yüzde ellinin altında kalacağı ortadaydı.

Burada önemli olan, neden yüzde ellinin altında kalacak olmasıydı.

Birincisi. Türkiye’de seçimlere, çok partili seçimler dönemine girildiğinden beridir Batı dünyası müdahildir. Buna göre, sonuçlar, her zaman demeyelim gene de, genellikle Batı’nın istediği, beklediği ve yapabildiği ölçüde “etkileyebildiğine” göre belirlenir. Türkiye seçimlerinde Batı, çoğunlukla, kendisine uygun olanı kazançlı çıkarır. Ancak yeni yüzyıla girdikten sonra hem ülkemizde yaşananlar, hem de dünya çapında ortaya çıkan gelişmeler dolayısıyla bu ilişki bozulmuş, son zamanların seçimlerinde Batı, istediği ve beklediği sonuçlara ulaşamaz olmuştur. Amerikan emperyalizmi, örneğin, Turgut Özal, Kemal Derviş, Tansu Çiller gibi figürleri siyasal ortama zırt diye sokabilme yeteneğini, artık bugünlerde kaybetmiş durumdadır.

Artık Türkiye’de ABD’nin borusu ötmüyor. Sonuçları o belirlemiyor. Ülkemiz ordusu, seçmeni, gençliği, milletiyle Amerika’nın hizasından bir süredir tamamen çıkmış durumda.

Bunun anlamı ve sonucu, ABD’nin istediği şeyin gerçekleşmeyeceğidir. Amerika, Türkiye seçimlerinde taraftır, Kılıçdaroğlu’nu desteklemektedir, üstelik bunu resmi ve gayriresmi her yolla duyurmaktadır. Rakiplerden birini kötülemekte, ona karşı olduğunu söylemekte, diğerinin arkasında durmaktadır.

ABD’nin bu konudaki politikası aşağı yukarı bütün Batı dünyasında benimsenmekte, ve Batı toplu bir resim vermektedir. Erdoğan düşman görülmekte, Kılıçdaroğlu dekteklenmektedir.

Bu durumdaki Kılıçdaroğlu’nun seçimden başarılı çıkması mümkün değildi.

İkincisi. Kılıçdaroğlu ve cephesi, programı ve destekçileri ile Batı’dan yanadır. Bu Batı’nın desteklediği adayın şansı olmamasıyla tam olarak örtüşmekte, Kılıçdaroğlu, Batı’nın ve ABD’nin adeta kaderini paylaşmaktadır.

Üçüncüsü. Kılıçdaroğlu, “6+1”lik “Masa”sıyla topluma birçok bakımdan güven vermemekteydi. Masa’nın yarıdan çoğunun toplumda ve seçmende bir karşılığı yoktu. Bu, pek anlamı olmayan bir cephe demek oluyor.

İttifakın daha dar bir anlamı, Kılıçdaroğlu tarafının daha kuruluşunda kaybedeceğinin belirgin olmasıdır. Birbiriyle siyasal yakınlığı olmayan görüşlerin, siyasal geçmişlerden yoksun olanların ve başarısız ya da olumsuz siyasal geçmişlerin sahiplerinin çarpan etkisi yapmayacağını herkes düşünebilir.

Dördüncüsü. Kılıçdaroğlu tarafında “parti başkanları”nın birbirlerine aykırı ya da en azından birbirleriyle uyuşmayan açıklamalar yapması, seçime giden süreçte olumlu izlenimler bırakmadı. Tutasızlıklar ve anlaşmazlıklar birbirini kovaladı. Kılıçdaroğlu’nun seçmene kimi vaatlerinin desteksiz atış gibi olması, karşıtlara alay konusu olurken, taraftarlar üzerinde bile tartışmalı hale geldi.

Beşincisi. PKK cephesinden oy beklentisi uğruna terör konusunda açıklama yapamamak, nasıl anlaşılacağı belli olmayan sözlerle durumu geçiştirmeye çalışmak, zaman zaman bu yüzden zor durumlar yaşamak, tutarsızlaşmak Kılıçdaroğlu’nun zaaflarıydı.

FETÖ’ye arka çıkan bir siyaset ve bunu besleyen görüntü, yarardan çok zarar davet ediciydi.

Altıncısı. Hiç bir kabul edilebilir tarafı yokken yasa dışı teknolojik kötüleyici montajlardan Rusya’yı sorumlu tutarak açıklama yapmak, yanlış olduğu bir yana, dış politikada nasıl bir yol izlenmek istendiğini de gösteriyordu. ABD’nin istediği yönde Türkiye’yi yalnızlaştırma siyasetleri olumlu bulunamazdı, hatta ürkütücü bile görülmüş olabilir.

Gerek bunlar, gerekse milletvekili seçimlerinde 39 sandalyeyi saçma sapan birtakım tabelalara hediye etmek, CHP’liler dışındaki insanları bile kızdırdığına göre partisi ona herhalde hesap da soracaktır.

Uzatmayalım.

Bütün bunlar rakip tarafından elbette acımasızca kullanılacak, “Millet”in puan toplayamamasına ve Kılıçdaroğlu’nun fazladan hiç oy alamamasına yol açacaktı.

Gelelim Cumhurbaşkanı olarak seçilene.

Erdoğan geçen aylardaki yazılarımızda ele aldığımız gibi, içte ekonomik zorluklar, dışta dengeci ve orta yolcu siyasetlerle yaşadığı sorunlar dolayısıyla rahat edemeyeceği bir sürece adım atmıştır. Hüda-Par’ın bir partner gibi kabul edilmesiyle ortaya çıkardığı olumsuz durumun gelecekte başını daha fazla ağrıtacağını öngörebiliriz.

Bu arada, Kılıçdaroğlu seçmen deposundaki “Erdoğan nefreti”, Türkiye’yi olduğu gibi, dünyayı da okuyamamaktadır. Batı ekseninden kaynakta olan dünyanın güç dengesi değişmekte, Doğu yükselmektedir. Ve Türkiye’nin Batı’yla olan bağları zayıflamakta, Doğu dünyasıyla ilişkileri ise gelişmektedir.

Geleceğin nerede olduğu anlaşılamasa bile bugünün gerçeği gözden kaçırılabilecek gibi değildir.

Erdoğan gitsin de ne olursa olsun” kör bakışı, neleri davet ettiğini bilmiyor ya da umursamıyor olabilir, ancak görebilecek gözleri kapamak bir uçuruma düşülebileceğini hesaplamak zorundadır.

Adaylığının ilan edilmesinden de önce Kılıçdaroğlu’nun şansı olmadığını düşünmemiz,

  • Karadeniz’in ABD’ye açılmayacağından,

  • Güney sınırlarımızdan askeri olarak çekilmeyeceğimizden ve orada PKK devleti kurulmayacağından,

  • Silah sanayimizdeki gelişmelerin durdurulmayacağından,

  • Türkiye’nin NATO yoluyla bir provokasyona düşmeyeceğinden,

  • Ve Kılıçdaroğlu’nun “Türkiye’nin Zelenski’si” olamayacağından

emin olmamızı sağlamıştı. Bu bakımlardan rahattık. Sonucun da böyle çıkmış olması tarihsel varlık imkanımızı kaybetmeyeceğimizin işareti olmak dışında başka bir şeyi göstermemektedir?

Elbette güncel milli çıkarlarımız bunlarla sınırlı değildir.1

1Bu yazı 28 Mayıs Pazar günü seçim sonuçları açıklanmadan önce yazılmış, ancak o günün akşamı, seçim sonuçlarıyla bir tutarsızlığı görülmediğinden dolayı o akşam yayınlanması için Dağarcık Türkiye’ye gönderilmiştir.

Bunları da sevebilirsiniz