“27 Mayıs”, 12 Eylül ve 12 Mart Gibi Bir “Darbe” Miydi? O Da Amerikancı Mıydı?

Haziran ayının yaklaştığı günlerde tartışma ortamı yaratan konulardan biri 27 Mayıs olurdu. Toplumun üzerinde anlaşamadığı bir olay olan 27 Mayıs, zaman içinde karşıtlarının uç noktalara giderek hesaplaşma havası içinde saldırı dozunu artırması, bir cereyan yaratmıştı. Giderek daha fazla tartışma konusu olan bu önemli gün, onu savunan ve savunması gereken taraflarda da tereddütler uyandırıp kimi çözülmelere de neden olmuştu. 27 Mayıs’ı olumlayan kesimde zaaflar ortaya çıktı. 27 Mayıs’ın Atatürk’ü, Devrimleri, ilericiliği, kitleselliği, demokrasiyi, emperyalizmi, kanunsuzlukları, haksızlıkları, diktatörlüğü vb. düşündüren özü sorgulanır olmayı başladı.

27 Mayıs Atatürk’ü ifade edemezdi! Cumhuriyet Devrimleriyle bir ilgisi yoktu, ya da ilgi göstermelikti. İlericiliği belirgin değildi. Kitlesel bir özellik taşımıyordu, halkın katılımından yoksundu, sonunda bir askeri hükümet darbesiydi. Demokrasiye karşıydı, çünkü 1960 yılında “askeri müdahale” olmasa, “karşıdevrimci”, “baskıcı”, “Amerikancı” iktidar seçimle yıkılacaktı, yani 27 Mayıs demokratik gelişmeyi önlemişti. Emperyalizme karşı bir tarafı yoktu, daha ilk günde “NATO’ya, CENTO’ya bağlıyız” demişti. Kanunsuzluklar ve haksızlıklar “darbe”den hemen sonra kurulan düzmece ve güdümlü mahkeme tarafından aşılmış, fazlası yapılmıştı. Diktatörlüğün alâsını yapan 27 Mayısçılardı, “asker” demek demokrasi yok demekti. Vb.

Şimdi bu gerekçelere hakkaniyetle ve “tarafsız” bir gözle bakarsak kimilerini yanlış bile bulmayız. Örneğin, öyle yanlış şeyler varsa tabii ki kendisi de yanlıştı diye düşünen olabilir. “Köpek, bebek davaları” diye insanların aşağılanması, kötülenmeye çalışılmasını yerinde görmeyiz. Hatta Aristo mantığına uygunluğu apaçık olana rastladığımızda elbette doğrudur diyen de çıkar. Örneğin, asker bir şey yaptıysa darbedir, darbe kötüdür, darbe darbedir, darbenin iyisi kötüsü olmaz vb.

Ancak olaylara ve yaşananlara hem kendi zamanının şartları açısından ve hem de tarihsel sonuçları bakımından, ülkenin tarihinde ne anlama geldiğine ve nelere yol açtıklarına göre bakarsak başka şeyleri de görürüz, belki de esas olanı görebiliriz.

Şöyle ki:

Demokrat Parti iktidarı tarafından korumaya alınan Atatürk’ü1 27 Mayıs sürecinde toplumumuz tekrar hatırlamıştı. Bu, 1960 sonrasında kendini tam olarak gösterecek, Atatürk, bağımsızlıkçılığıyla ve Kurtuluş Savaşı vermiş olmasıyla toplumumuzun önüne çıkacaktı. Bayramlar göstermelik törenler değil, örneğin, “Samsun-Ankara Yürüyüşü” olunca bir şeyler değişmiş olacaktı.

Anmalara hapsedilmiş, “sen kalk da ben yatam”lara sıkıştırılmış Atatürk, halkının içine giriyor, aralarına karışıyordu.

Cumhuriyet Devrimlerini ifade eden ve sözü edilmediğinden unutulmaya yüz tutmuş Altı Ok, 27 Mayısçılar tarafından da pek fazla bilinmiyor, bir amblem olmak dışında akla gelmiyor, düşünülmüyordu. Bu yüzden savunulmadı, hatta Anayasa’da olmasına rağmen yeni Anayasa’da yer alması bile istenmedi ve bu nedenle de tartışılamadı.2 Sonuçta bu siyasal ortamda Batıcı kurtların ideolojik etkinlikleri yüzünden CHP’de sadece gerektiğinde sallanan bir bayrak olacaktı, öyle kalmalıydı.

Ancak gene 27 Mayıs sayesinde

  • Milliyetçilik” ilkesi, bağımsızlıkçılık ve ABD-NATO karşıtlığı olarak,

  • Halkçılık” ilkesi, işçi ve köylü kitlesel mücadeleleri olarak,

  • Devletçilik” ilkesi, kamuculuk ve Devlet Planlama Teşkilatı olarak,

  • Laiklik” ilkesi, mücadele alanlarının dinsel istismar dışında değerlendirilmesi olarak,

  • İnkılapçılık” ilkesi, devrimci gençlik, işçi sınıfının sendikacılık-örgütlenme dinamizmi, köylü talepleri, öğretmen ve başka meslek grupları mücadeleleri olarak

sonraki yıllarda önemli ölçüde hayata geçecekti.

Altı Ok’un Cumhuriyet ilkesi, yukarıda sayılanlar açısından, anayasal olmasa da gene bir teminata sahip oluyordu.

Milliyetçilik İlkesi’nin o NATO’lu yıllarda bağımsızlıkçılık olduğu o derece belirgindi ki, o sonraki yıllar Türkiye’deki Türk subayının kapısından içeri alınmadığı Amerikan üsleri; Amerikan “yardımları”; Silahlı Kuvvetler’de ABD; Amerika’ya askeri ve ekonomik bağımlılık; yasalar üstündeki Kontrgerilla vb. dalga dalga, gün gün kamuya mal oldu.

Hatta, daha o sonraki yıllar gelmeden ve hemen 27 Mayıs ertesinde NATO ve ABD’ye karşı bağımsızlıkçı cesur bir tutum da sergilenecek, Amerika’nın ülkemizdeki gizli faaliyetleri dağıtılmaya çalışılacaktı. Bunun sonucu olarak ABD’nin Türkiye’deki büyükelçisi 27 Mayıs “önderi”ne gidecek ve hükümetlerine baskı yapacak, ancak, “NATO kabülümüzdür” anlayışına rağmen sonuç alamayacaktı. Dahası, Yassıada Mahkemeleri’nde NATO’nun üye ülkelerde kurduğu yasal olmayan Gladyo, Kontrgerilla türü terör ve müdahale örgütlenmeleri bile sorgulandı, “6-7 Eylül Olayları”ndaki Amerika ve İngiltere iddianamelerde yer aldı.

İlericilik 27 Mayıs için o derece keskin bir özellikti ki, ilerici bütün insanlar, ileri talepleri olan aydınlar, öğrenciler, öğretmenler, sanatçılar, işçiler, köylüler, hepsi, bütün toplumumuz 27 Mayıs’ın yarattığı demokratik ortamda var olabildiklerini düşündüler.

27 Mayıs “askeri darbeydi ve halkla, milletle ilgisi yoktu” şeklindeki tutarsız iddia, her şeyden önce 27 Mayıs’a giden yıllar, aylar ve haftalarda kitlesel olaylar ve direnişler tarafından çürütülmektedir. 27 Mayıs Devrimini en belirgin olarak üniversitelerin tepkisi, Mart-Nisan 1960 gösterileri, büyük kentlerdeki canlanmalar yapmıştı. 27 Mayıs, 28 Nisanların getirdiğiydi.

Demokrasi, bu demokrasiden ne anlaşıldığına bağlı olarak değişken, hatta birbirine zıt yorumlara açık olduğundan tartışılır sanılmaktadır. Bunlara göre demokrasi çok partili siyasal düzen ve seçim demek olduğundan Cumhuriyet Devrimleri dönemi demokrasiyi göstermemektedir! Bu nedenle Atatürk de bir diktatördür! Seçimle iktidar olanlar ise demokrat oldukları gibi ne yaparlarsa yapsınlar meşrudurlar!

Oysa Türkiye tarihinin en demokratik dönemi, Cumhuriyet Devrimleri dönemidir. Çünkü Cumhuriyet Devrimleri demokratik devrimlerdir. Cumhuriyet devrimleri, ülkeyi ve halkı özgürleştirmiştir.

Tarihimizin emperyalizme karşı olmak bakımından Kurtuluş Savaşından sonraki en önemli dönemi, 27 Mayıs ertesindeki NATO’nun içyüzünün ortaya çıkmasını sağlayan, Amerika’ya karşı çıkan, antiemperyalist düşüncenin kitleselleştiği dönemdir. Dünyada ’68, Türkiye kadar hiç bir yerde Türkiye’deki kadar milli olmamıştır.

27 Mayıs’taki Amerikan parmağını keşfetmek ve kanıtlamak için çabalayanlar, o günü değerlendiremedikleri gibi, sonrasını da anlayamadılar.

Bir sonuç çıkardığımızda, emperyalizmi ihmal etmeden, laf kalabalığına bakmadan, cereyana göğüs germenin ne kadar değerli ve önemli olduğunu unutmadan düşünüp düşünmediğimizi gözden geçirmeliyiz.

NOTLAR

1 Dışarıdan destekli Ticani Tarikatının Atatürk heykellerine saldırılarına karşı DP iktidarı 1952’de “Atatürk’ü Koruma Kanunu” çıkarmıştı.

2 Altı Ok’un Atatürk’ten sonraki, özellikle 1960’tan sonraki akıbeti konusunda “Altı Ok Anayasa’da -CHP Programından Cumhuriyet’e Teminat Olmaya-“ başlıklı yazımıza bkz. Dağarcık Türkiye, Şubat 2020,

http://dagarcikturkiye.com/2020/02/01/alti-ok-anayasada-chp-programindan-cumhuriyete-teminat-olmaya/

Bunları da sevebilirsiniz