Milli Egemenlik ve Cumhuriyet

Her yıl 23 Nisan; Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlanır. Peki, nedir ulusal egemenlik? Cumhuriyetle, demokrasiyle, laiklikle, hukuk devletiyle, kadın – erkek eşitliğiyle, özgürlükle, yurttaşlıkla, tam bağımsızlıkla, antiemperyalizmle nasıl bir ilişkisi vardır? Tartışalım…

Millet, bir insan toplamı değildir. Rastgele, tesadüfen bir araya gelmiş bir kalabalık da değildir. Milli egemenlik de, herhangi bir egemenlik değildir. Anlamı derin, kapsamı geniş, ulaşılması zor bir egemenliktir. Ulaşmak için; milli birlik ateşi, milli direniş ruhu, milli devlet hedefi gerekir.

Millet; özgür bireylerden, yurttaşlardan oluşur. Yurttaşlar, yasalar önünde eşittir. Cumhuriyet; yasalar önündeki eşitliği daha da ileri taşıyarak, etkin biçimde, toplumsal yaşamda da fiilen eşitlik iddiası taşıdığından, sosyal devlet boyutuyla da öne çıkar. O yüzden Gazi Mustafa Kemal Atatürk; “Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” demiştir. O nedenle, Cumhuriyet Devrimi’nin programının özeti ve simgesi olan 6 Ok’un arasına, ekonomik düzlemde halkçılık ve devletçilik oklarını koymuştur. Çünkü bu iki ilke, milli egemenliğin, laikliğin, eşitliğin hayata geçirilmesinin temel unsurlarıdır.

Tarihin Doğal Akışı

Türkiye’de kimilerinin sandığı gibi ulus devlet, ulus bilinci, ulus kimliği, ulusal egemenlik, Mustafa Kemal Atatürk’ün kişisel özlemlerinin sonucu değildir. Bunun tarihsel, siyasal, toplumsal, kültürel, iktisadi temelleri vardır. Osmanlı Devleti’nin gerileyiş ve çöküş süreci, Tanzimatçılar, Yeni Osmanlılar, Jön Türkler, İttihatçıların hedefleri ve yarattıkları birikim, dünyanın değişen koşulları, Avrupa’daki siyasal gelişmeler etkili olmuştur bu süreçte. Bunlar bilinmeden, Atatürk ve Cumhuriyet anlaşılamaz.

Osmanlı Devleti’nde millet kavramı yoktur. Millet; batıdaki anlamıyla ve tarihsel seyriyle değil, 1789 Fransız Devrimi’nin ürünü olan milliyetçilik akımıyla gelişen, pekişen siyasal boyutuyla değil, dini cemaat, ümmet anlamında kullanılmıştır Osmanlı’da. Osmanlı Devleti’nde, yurttaş da yoktur. Padişahın tebaası vardır. Dahası, padişah aynı zamanda halife olduğundan, halife sultanın siyasi ve dini otoritesini kabul eden Müslümanlar, siyasi otoritesini kabul eden gayrimüslimlerle birlikte Osmanlı tebaasını oluştururlar. Bu nedenle Osmanlı’da millet kavramı, siyasal anlamıyla değil, dinsel anlamıyla kullanılmıştır. Teokratik bir monarşi olsa da, çok katı bir şeriat düzeni uygulamayan Osmanlı’da Millet Sistemi denince de, bünyesindeki farklı dinler, mezhepler anlaşılmıştır. Müslüman çoğunluk da Müslüman olmayan azınlıklar da buna dahildir. Çoğunluğu oluşturan Müslüman Milleti’nin yanı sıra, Rum Milleti, Ermeni Milleti, Yahudi Milleti vardır. Her millet, sultanın otoritesi altında, kendi dini inancının hükümlerine göre yaşamıştır. Kurucu unsur olan Türklerde, millet ve milliyetçilik bilinci, diğer unsurlar koptuktan sonra, en son aşamada gelişmiştir.

Rönesans, Reform, Aydınlanma, Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi Avrupa’dan başlayarak dünyada etkili olurken, Osmanlı da bu gelişmelerden payına düşeni almış, dış ve iç dinamiklerin etkileri, etkileşimleri, devletin zayıf düşmesi, kaybedilen savaşların, yitirilen toprakların aydınlar arasında ve toplumda yarattığı öfke, yeni arayışları gündeme getirmiştir. Osmanlı’daki farklı etnik ve dinsel kümelerin bağımsızlık çabaları, ayaklanmaları ve devletten kopmaları sonucu, Osmanlı Millet Sistemi parçalanmış, 1. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti tasfiye olurken, toprakları da işgal edilmiştir. Yunanlar, Bulgarlar, Araplar ayaklanıp kendi devletini kurmaya yönelirken, yıllarca “Millet-i Sadıka” olarak anılan Ermeniler bağımsız devlet kurmak için büyük güçlerle işbirliği yaparken, Harb-i Umumi’de Ruslar ve Fransızlarla birlik olup, cephe gerisinde bozgunculuk yapıp, isyanlar çıkarırken, Türkler hem vatansız hem devletsiz kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardır.

İki Anahtar Kelime: Savaş ve Devrim

Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Kurtuluş Savaşı verip, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarak bu cehennemden kurtulan Türkler; bu nedenle devletleşirken milletleşen, milletleşirken devletleşen bir halktır. Birbiriyle iç içe geçmiş savaş ve devrimin sonucudur bu. Savaş; işgale karşı direnişle başlayan, emperyalizme ve onun yerli işbirlikçilerine karşı, halife sultana rağmen verilen antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı’dır. Savaşla birlikte, iç içe, eş zamanlı olarak yapılan devrim ise egemenlik devrimidir. Egemenliğin kökünü, kaynağını, tanımını, anlamını, işlevini, sahibini değiştirmiştir. Egemenliği; gökten alıp yere indirmiştir, dinsel olmaktan çıkarıp siyasal hale getirmiş, dünyevileştirmiştir, padişahtan alıp millete vermiştir.

23 Nisan 1920’da Ankara’da açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi, yani Gazi Meclis; bir yandan savaşırken, bir yandan vergi toplamıştır. Bir yandan ülkeyi yönetirken, bir yandan kaçakları, hainleri yargılamıştır. Bir yandan milli birliği, milli kimliği, milli temsili, milli bilinci, milli iradeyi, milli egemenliği, milli meşruiyeti, milli bağımsızlığı, milli devleti tesis ve temsil ederken bir yandan düzeni sağlamıştır. Bu yönüyle hem kurtarıcı hem kurucudur.

Türklerin Kurtuluş Savaşı verdiği dönem; dinsel monarşilerin çöktüğü, kralların tahtının, sultanların tacının, imparatorların sarayının devrildiği, yıkıldığı dönemdir. Milli egemenlik bilincinin, tam bağımsızlık ülküsünün, ulus devlet hedefinin yükseldiği dönemdir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk de, her devrimci deha gibi, tarihin doğru yerinde, doğru bir zamanlama, doğru bir hedef, doğru bir müdahaleyle tarih sahnesine çıkmıştır. Yarı sömürge durumuna düşmüş, işgal edilmiş, çokuluslu bir imparatorluğun kulundan, laik, demokratik, çağdaş, ulusal egemenliğe dayalı, tam bağımsız bir cumhuriyetin yurttaşını yaratmak için Kurtuluş Savaşı yapmış ve Cumhuriyet kurmuştur.

Kul Değil Yurttaş, Ümmet Değil Millet

Türkiye Cumhuriyeti; tarihin bir kırılma anında, sadece Anadolu’da yaşayanların değil, Türk olup, Anadolu dışında yaşayan Osmanlı Devleti tasfiye edilirken, Balkanlardan, Kafkaslardan, Ortadoğu’dan göçüp gelen, kaçıp gelen, koşup gelen, yitip, bitip, kırılıp, tükenip, sürülüp gelen, anayurduna sığınan ve onu savunan kahraman evlatlarının verdiği ulusal ve kutsal Kurtuluş Savaşı’yla kurulmuştur. Cumhuriyet yurttaşlarının birlikte yaşama iradesinin hukuksal, anayasal boyutları yanında, tarihsel, toplumsal, kültürel, siyasal boyutları da vardır. Ortak geçmiş ve ortak gelecek bağı; soy veya boy değil yol bağı; ortak kader ve keder bağı; bunlar arasındadır. Atatürk de, ulusal bilincin gelişmesi ve pekişmesi için, milletteki farklılıkları değil, ortaklıkları, benzerlikleri, aynılıkları öne çıkarmış, kurumsallaştırmıştır. Millet olmanın yolunun öncelikle ve özellikle özgür, bilinçli, sorumluluk sahibi yurttaşlardan geçtiğini bilen Atatürk; kuldan yurttaşa, ümmetten millete, cemaat toplumundan cemiyet toplumuna, imparatorluktan cumhuriyete geçişi, hep milli egemenlikle açıklamıştır. Milli egemenliğin içinde hukuk devleti, hukuk birliği, hukukun üstünlüğü vardır, laiklik vardır, kadın – erkek eşitliği vardır, tam bağımsızlık vardır.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu büyük devrimi, zamanın ruhuna, tarihin diyalektiğine uygundur. Türkiye Cumhuriyeti; dine, ırka, etnik kökene, mezhebe, soya, doğum yerine, kan bağına, aşiret ilişkilerine değil; yurt ve ulus bilincine, ortak kültüre, hedef birliğine dayanan bir devlettir. Türkiye; feodal inanç cumhuriyeti değil, siyasal bilinç cumhuriyetidir. 1924 Anayasası’nın 88. maddesinde, “Türkiye ahalisine, din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur” denilmiştir. Atatürk’ün, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabında (1930) yaptığı millet tanımı da bunu pekiştirir ve taçlandırır: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk Milleti denir”.

Cumhuriyet ve Liberal Demokrasi Farkı

Türkiye’de; son yıllarda cumhuriyeti küçülterek, azaltarak, zayıflatarak ve numaralayarak, demokrasiyi çoğaltacağını, güçlendireceğini, pekiştireceğini sananlar, yani numaracı cumhuriyetçiler, etnikçiler, mezhepçiler, yetmez ama evetçiler, iktidarda ve muhalefette oldukça etkilidirler. Oysa Devletin, milletin, vatanın birliği, tekliği, tümlüğünü zayıflatma pahasına demokrasi gelişmez. Tersine, demokrasi, güçlü devletin, güçlü ulusal bilincin olduğu ülkelerde gelişir.

Dahası, cumhuriyet ve demokrasi, pek çok yerde birlikte, eş zamanlı, eş anlamlı olarak kullanılsalar da, belli konulardaki duyarlılıkları, kıskançlıkları arasında fark olduğu da açıktır. Örneğin; cumhuriyette ulusallık, liberal demokraside yerellik öne çıkar. Cumhuriyette sınıf kimliği, liberal demokraside alt kimlik siyaseti öne çıkar. Cumhuriyette benzeşenler ve ortak paydalar, liberal demokraside ise farklılıklar, ayrılıklar ve hatta aykırılıklar öne çıkar.

Cumhuriyette, kamu bürokrasisi, biraz ağır işlese, biraz hantal olsa da, yurttaşı esas alır, yurttaşı muhatap alır, yurttaşa hizmet etmekle yükümlüdür. Çünkü devletin toplumcu, halkçı, kamucu yönü, yani sosyal devlet vasfı esastır, başta eğitim ve sağlık üzere. Liberal demokraside ise bürokrasi sosyal devlet çok zayıftır. Yurttaşların, homo ekonomikus yönü öne çıkan, doğuştan akılcı, faydacı bireyler olduğu varsayılır. Parasal güç belirleyicidir. Kişisel kazanç, hür teşebbüs, özel mülkiyet esastır.

Cumhuriyet; eşitliğin olmadığı, fırsat eşitliğinin sağlanmadığı bir toplumda, özgürlüğün işlevsiz kalacağına, daha kötüsü mevcut eşitsizlikleri kökleştireceğine, derinleştireceğine, kurumsallaştıracağına inanır. Liberal demokrasinin özgürlükçülüğü ise parası olanlar içindir.

Cumhuriyet; feodalizmi, Ortaçağ kalıntılarını, emperyalizmi ve onun yerli işbirlikçilerini, uzantılarını tasfiye ederek, hem de savaşla tasfiye ederek kurulmuştur. Bu bağlamda Atatürk’ü de çok etkileyen düşünürlerden olan Rousseau’nun şu sözleri önemlidir: “Ancak yurttaş olduktan sonradır ki tam insan oluruz”. Liberal demokrasi ise akıl ve bilim dışı düşüncelerle, feodal bağlarla çok büyük sorun yaşamayabilir.

Cumhuriyet; ideolojik olarak kurucu iradeyi, siyasal olarak kamusal alanı, kamucu olanı ve kamu gücünü, kamu otoritesini, sınıfsal olarak ezilenlerin korunmasını, kollanmasını, ekonomik olarak kamu işletmelerini, kamu öncülüğünü, kamusal çıkarı benimser. Liberal demokrasi ise özelleştirmecidir, özel çıkarı, özel sektörü benimser.

Cumhuriyetçi; merkezi devlet, tekil devlet, üniter devlet konusunda kıskançtır. Liberal demokrat o denli kıskanç değildir. Federalizmi, feodalizm üzerinden federalizmi rahatlıkla tartışabilir. Ahmet Taner Kışlalı’nın sıkça dediği gibi, “Cumhuriyetçi, sandıktan çıkan oy oranı ne olursa olsun, ülkesinin bölünmesine izin vermez. Bir liberal demokrat ise bölünmeyi savunan parti sandıktan birinci çıkınca, gereğinin yapılmasından yana olur”

Cumhuriyetçi; yurttaşların gönüllü katılımının esas olduğu demokratik kitle örgütlerini, sendikaları, meslek odalarını önemser. Liberal demokratta ise uçsuz bucaksız bir sivil toplumculuk öne çıkar. Öyle ki tarikatları bile sivil toplum örgütü olarak tanımlar.

Kısacası, cumhuriyet ile milli irade, milli egemenlik, milli bilinç arasındaki bağ, hem emperyalizme hem de onun ülke içindeki uzantılarına karşı verilen Kurtuluş Savaşı nedeniyle çok sağlamdır. O nedenle Cumhuriyetçi, Cumhuriyet Devrimi kazanımları konusunda çok kıskançtır. Liberal demokrat ise aynı hassasiyeti göstermez.

Bunları da sevebilirsiniz