Cumhuriyetin İkinci Yüzyılında Yeniden Kurucu İrade

Ülkemiz açısından yeni bir çağın şafağındayız. Cumhuriyetimiz ya yara bere içinde yattığı yerden ayağa kalkıp daha güçlü bir şekilde tarih sahnesinde hak ettiği yeri alacak ya da başına üşüşmüş akbabalar tarafından daha fazla didiklenmeye devam edecek.

14 Mayıs 2023’te yapılacak genel seçimlere doğru bir yandan değişim heyecanı ve umudu, bir yandan da şiddet ve gerilim endişesiyle yol alıyoruz. Erdoğan’ın siyasi ömrünü daim kılmak için getirdiği ve sözde istikrarsız koalisyon hükümetlerini engelleme iddiasıyla savunduğu %50+1 sistemi, koalisyonları engellemek şöyle dursun, iktidara gelebilmek için öncelikle koalisyon kurmayı zorunlu hale getirdi. 2018 seçimlerinden beri Türkiye’de ittifaklar kuruluyor, ittifaklar bozuluyor. Cumhur ve Millet ittifakları ana omurgalarını muhafaza ederek 2023’e gelmeyi başardı. Muhalefet, 2018’den itibaren Erdoğan iktidarını sona erdirebilmek için giderek genişleyen bir ittifaklar ve dostlar modelini hayata geçirdi. Model, 2019 yerel seçimlerinde rüştünü ispatladı, ardından “6’lı Masa” adı verilen yeni genişleme hamlesiyle siyasi etkisini arttırdı. Yakın zamanda imzalanan mutabakat metniyle Millet İttifakı’nın artık 6 partiden oluştuğu tescillendi. Ancak %50+1 sisteminde seçim kazanmak için daha fazla genişleme zorunluluğu muhalefetin önünde durmaya devam ediyordu. Bunun için de 6 milyondan fazla oya sahip olan Halkların Demokratik Partisi’nin omurgasını oluşturduğu Emek ve Özgürlük İttifakı, cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak açısından belirleyici hale geldi. Ne Cumhur İttifakı’nın ne de Millet İttifakı’nın bu kitlenin desteğini almadan seçimi kazanması mümkün görünüyor. Bu olguyu uzun süre önce idrak etmiş olan Millet İttifakı liderliği, HDP’nin cumhurbaşkanlığı seçiminde ittifaka dışarıdan destek vermesini sağlayacak bir diyalog kanalı geliştirdi. Ülkenin iki gerilimili siyasi geleneği olan milliyetçiler ile Kürt siyasetini seçim stratejisi için tek bir cumhurbaşkanı adayı altında yan yana getirmek için büyük çaba harcandı. Neticede Millet İttifakı cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu ile HDP, 20 Mart’ta TBMM çatısın altında bir araya geldi ve ardından da beklendiği üzere HDP, cumhurbaşkanı adayı çıkarmayacağı açıklaması yaparak Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklediğini zımnen ilan etmiş oldu.

Görüşmenin ardından Kılıçdaroğlu’nun yaptığı açıklama muhalefetin milliyetçi kanadında tartışmalara neden olurken iktidar tarafından da bir karşı propaganda malzemesi olarak kullanılmaya çalışıldı. Bu açıklamanın yapıldığı günün akşamı Tele 1 televizyonunda konuktum. Son derece umut verici bulduğum bu uzlaşma girişimini şu ifadelerle tanımladım: “Bu yeniden bir kurucu irade oluşturma girişimidir.”

Evet, yeni bir kurucu irade. Milleti derleyip toparlayacak, yeni bir toplumsal mutabakat etrafında bir araya getirecek, ülkenin bütünlüğünü tesis edecek yeni bir cumhuriyetçi atılım… Türkiye özellikle son 40 yıldır kangren halini almış sosyolojik ayrışmalar ve kutuplaşma siyasetleriyle gelebileceği yolun sonuna gelmiş bulunuyor. Günden güne derinleşen ayrışmalar ile kimlik ve mezhep temelli gerilimler, ülkeyi emperyalist müdahalelere karşı savunmasız hale getiriyor. Siyasi sistemin, toplumun tümünü kapsayabilme kapasitesinin zaafa uğraması nedeniyle sistemin kenarlarına itilen toplum kesimleri, PKK başta olmak üzere terör örgütlerinin ihtiyacı olan insan kaynağı için verimli birer yatak haline geliyor. Sosyolojik zaaflar, ulusal güvenlik sorununa dönüşüyor ve bölgemizde emperyalist vekalet savaşları giderek azgınlaşıyor. Yanı başımızda Irak ve Suriye’yi parçalanmaya götüren müdahaleler de benzer sosyolojik ve siyasi zaaflardan beslenerek komşularımızı istikrarsızlaştırdı. Bu ülkelerde siyasi sistemler kapsayıcı olmaktan çok dışlayıcı politikalar izlediği, vatandaşlarını sistem içinde müreffeh bir şekilde yaşatacak kaynak paylaşımını ve hukuk düzenini örgütleyemediği için dış kaynaklı kışkırtmaların mağduru oldu. Buralardaki iktidarlar, vatandaşlarının bir kısmını düşman ve rakip olarak konumlandıran siyasetler nedeniyle radikalleşmeye, sistem dışına atılan insanların terör örgütleri tarafından devşirilmesine kapı araladılar.

Türkiye bu iki ülkeye kıyasla daha güçlü bir ekonomiye, daha gelişkin bir hukuk sistemine, daha köklü bir demokratikleşme deneyimine ve daha güçlü bir devlet geleneğine sahip olduğu için Irak ve Suriye’nin kaderini paylaşmaktan kurtulabildi. Ancak tehlike sona ermiş değil. Ülkemizin etrafı ateş çemberi. Güneyde vekalet savaşları; kuzeyde, Ukrayna’da kafa kafaya çarpışan küresel güçler; batıda ABD’nin Yunanistan’a yaptığı silah yığınağı; iklim krizi; düzensiz göç dalgası; enerji krizi; su krizi ve kıtlık tehlikesi gibi büyük sorunlarla çevrelenmiş durumdayız. Çetin sınavlarla sınanıyoruz ve sınanacağız. Uzun vadeli plan yaparak bu krizleri ve riskleri bertaraf edip, çatırdamakta olan uluslararası sistemin enkazı altında kalmaktan kaçınmak zorundayız. Türkiye’yi bu zorlu süreçlere iç cephede bütünlüğünü ve refahını tesis etmiş bir ülke olarak hazırlayacak bir devlet aklına ihtiyacımız var. İç cephenin tahkim edilmesi gerekiyor. Bu tahkimatın yapılabilmesinin tek yolu da kangren olan sorunlarımızı kökünden çözmemiz, cumhuriyetimizi inşa ederken karşılaştığımız çatlakların bakiyesini kapatarak yüzümüzü dışarıya ve geleceğe dönmemizdir.

İhtiyaçlarımızı reel politika açısından bugüne bağlayalım ve daha da somutlaştıralım: Türkiye’de günü kurtarmayı değil yarını inşa etmeyi hedefleyecek bir devlet aklı, Kürt siyasi hareketini sistemin merkezine çekecek, meşru zeminde kalmasını sağlayacak ifade kanallarını, özgür tartışma ortamını, hukuk sistemini ve parlamenter demokrasiyi tesis etmeli. Bunu yapabildiği takdirde terör örgütünü marjinalize edebilmesi, örgütün insan kaynağını kurutabilmesi ve dış destekli terör sorununu ülke gündeminden çıkarabilmesi de mümkün olacaktır. Hukuk, siyaset ve ekonomiyle desteklenmeyen bir güvenlik politikası yıllardır deneyimlediğimiz üzere kötürüm kalmaya mahkûmdur.

Millet İttifakı cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu’nun Kürt siyasetini parlamenter demokrasi içinde meşru zeminde ve sistemin merkezinde kalmaya teşvik edecek girişimini, bu tarif ettiğim sorun ve çözüm çerçevesinde ülkenin kaynaklarını uluslararası rekabete tahsis etmesini sağlayacak bir devlet aklının nüvesi olarak değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Cumhuriyetimiz yükselmek ve gönenmek istiyorsa ikinci yüzyılına girerken yeni bir sayfa açmak zorunda. Bunu başardığımız takdirde yeni bir ilerleme mücadelesi için kolları sıvayacağız.

Yazımı 2021’in Eylül ayında tam da bugünlerde yaklaşmakta olduğumuz karar anına yönelik bir referans olması için yazdığım Dağarcık yazımdan1 bir alıntıyla bitirmek istiyorum:

Türkiye Cumhuriyeti devletinin geleceğe uzanabilmek için kendisine yönelen yakın ve sıcak tehditlerle mücadele etmesi kadar, hatta ondan daha da öncelikle, ülkeyi bu tehditlere karşı savunmasız bırakan ve bu savunmasızlığı sürekli kılan toplumsal ve yönetimsel zaaflarını gidermek zorunda. İnsan haklarının iyileştirilmesi, demokratik katılım yoluyla devletle toplum arasındaki makasın kapatılması, insan kaynağının uluslararası rekabet ortamına uygun niteliğe ulaştırılması, ülkede liyakat ve hukukun tesisi yoluyla beyin göçünün engellenmesi gibi sosyolojik ve siyasi sorunların çözümü jeopolitik anlamda uzun vadeli başarının kaçınılmaz öncelikleridir. Bu öncelikler dikkate alınmaksızın Türkiye bir devlet olarak saplandığı vasattan çıkamayacak, emperyalist müdahalelere maruz kalmaya devam edecek ve kanserleşmiş jeopolitik tehlikelerin üstesinden gelemeyecektir.”

Bunları da sevebilirsiniz