Cumhuriyetimizin 100. Yılında Ütopyamız

Ütopyalar hayatımızdaki sınırlamaları aşmak ve daha da ileriye gitmek için bir ilham kaynağı olagelmiştir. Peki nereden çıkıyor bu ütopyalar ? Hangi düşünsel iklimde var oluyorlar ?

Ütopyanın kapitalizmin yerleşirken yol açtığı yoksulluk ve kargaşaya tepki olarak doğduğunu sosyalist ütopyacıların ise, sanayi devriminin yarattığı büyük zenginlikle birlikte ortaya çıkan kitlesel yoksulluğa şaşkınlığı ve çözüm arayışını yansıttığını yazmıştı Yalçın Küçük. Düzenin kriz zamanlarında ve ahlaki çöküntünün devletin tüm ideolojik aygıtlarına sirayet ettiğinde çelişkilerin görünür hale gelmesi çözüm arayışlarını belirgin hale getiriyor.

Cumhuriyetin kuruluş felsefesi de Saltanata(saraya) ve emperyalizme karşı yüzyıllarca ihmal edilmiş çoraklaştırılmış Anadolu coğrafyası için en ideal çözüm arayışının düşünsel karşı duruşu ve ütopyalara yelken açmak için kurulmuş bir başlangıç ütopyası olması özelliği de taşır. Anadolu İhtilali bu anlamda geleceğe bakışın bu topraklardaki yeniden uyanışının örgütlenmiş bir manifestosuydu diyebiliriz.

Yeni kurulmuş cumhuriyetin Türk ütopyaları, ideal bir toplum tasarımını hedefleyerek düşünsel çalışmalar yarattılar. Özellikle 1930’lardan itibaren ütopya yazıları ve düşünceleri oldukça popüler hale geldi. Bu yazılarda çağdaşlaşma, modernleşme ve ilerleme kavramları etrafında ideal bir toplum tasarımı yapılmıştır. Bu döneme baktığımızda Türkiye’nin geçmişte yaşadığı sorunlardan, özellikle geri kalmışlık ve yoksulluk gibi problemlerden kurtulmak için ütopya yazarları genellikle Batı Avrupa ülkelerinde görülen sosyal, siyasi ve kültürel yapıları örnek almıştır. Bu ülkelerin özellikle sanayileşme sürecinde yaptıkları reformlar ve modernleşme hamleleri, Türkiye’deki ütopya yazarlarının hayalindeki toplumu şekillendiren temel unsurlar olmuştur. Aynı zamanda kadın hakları, çevre koruma ve sürdürülebilirlik gibi konulara da yer verilmiştir.

Cumhuriyetin 100.yılına girerken , ekonomi, dış politika, eğitim, sağlık, kentleşme ve göç olgusuna kadar derinleşen sorunlar silsilesi ile karşı karşıyayız. Bu tıkanıklık seçimde iktidarın olası yenilgisi ile de hemen çözülmeyecektir. Çünkü toplumsal aklın tıkanması, örgütlü bir bilinçsizleştirme ve bilgisizleştirme hareketinin sonucudur. Bilgiyi reddetme, onu coğrafi ve tarihi olarak dışlama ve post-truth olgu ve algılarla cumhuriyet devriminin kazanımları çok fazla darbe almıştır. Cumhuriyet nasıl ki toplumsal eşitliği ve refahı teşvik etmişken ütopyalar da bu idealize edilmiş dünyayı daha da ileriye taşımayı hedefler. Bu anlamda umudun rasyonelleştirilmesi ve kitleselleştirilmesi toplumsal akıl tıkanıklığını açacaktır.

Muhalefete düşen en büyük görev toplumsal ütopyayı ve umudu rasyonelleştirmek ve cumhuriyetin bir varoluş krizi ile karşı karşıya olduğu gerçeğini halka anlatmak olmalıdır.

Peki nasıl bir Ütopya kurulmalı ?

Türkiye coğrafi ve düşünsel iklim krizi içindedir. Temiz hava, temiz su mücadelesi aynı derecede emek mücadelesi ve de onunla paralel laiklik kazanımlarının korunması/kazanılması da mühimdir. Laiklik en çok emek mücadelesinin ve çevre mücadelesinin yegane yol açıcısıdır. Aklını kullanma cesaretinin ilkesidir. Tartışma kültürünün ve demokrasinin kurumsallaşmasının taşıyıcısıdır.

100.yılda ve 21.yüzyılın 2.çeyreğine girerken, çevre dostu, bilim ve teknolojiyi daha yaygın ve halka erişilebilir kılan, demokrasi ve insan haklarına saygılı bir toplum inşa etmenin yollarını somutlaştırmak ve açmak için Türkiye’de yeni ütopya yazarlarına ihtiyaç vardır. Cumhuriyetimizi ayakta tutabilmemizin ve onu daha ileriye taşıyabilmemizin yegane koşulu bugünün eleştirisi ile yarına dönük yapıcılığın ve ütopyaların özgürce tartışılabilir olmasını etkin kılmaktır.

Bunları da sevebilirsiniz