Analiz 141

Soğuk savaşın bitişiyle birlikte yeni dünya düzenine ilişkin çeşitli tezler üretilmiştir. Bunlardan en çok tartışma yaratanı 1990’larda Samuel P. Huntington tarafından kaleme alınan “Medeniyetler Çatışması” oldu. Tezin bütününü tartışmak yerine Türkiye’ye ilişkin öngörülerinden hareketle günümüzde yaşanan Cumhuriyeti tahrip sürecinin iktidar değişikliği ile sonlanıp sonlanmayacağını analiz etmek gerekiyor.

Huntington , Türkiye’yi “bölünük ülke” olarak tanımlamaktadır. “Bölünük ülke”den kasıt, yöneticilerinin Batı medeniyetine, halkının bir kısmının ise buna karşıtlığı halidir. Bir anlamda Cumhuriyetin aydınlanma değerlerine taraf ve karşıt olma durumu.

Huntington , Türkiye için şu ifadelere yer vermiştir. “Bu tür bölünmenin en prototipik örneğini Türkiye teşkil ediyor. Türkiye’nin yirminci asrın sonlarındaki liderleri, Atatürk geleneğini takip etmekte ve Türkiye’yi modern, seküler, Batılı ve milli devlet olarak tanımlamaktadırlar. Türk toplumundaki bazı unsurlar, aynı zamanda İslami bir silkinişi desteklemiş ve Türkiye’nin esas itibarıyla Müslüman bir Ortadoğu ülkesi olduğunu ileri sürmüşlerdir. Türkiye’nin seçkinleri Türkiye’yi Batılı bir toplum olarak tanımlarken Batının seçkinleri Türkiye’nin öyle olduğunu kabule yanaşmıyorlar.”

Kenan Evren’in önderliğinde devlet 1980’lerde Türkiye’yi ABD’nin Yeşil Kuşak Projesine göre şekillendirmişti. Buradan da Türk-İslam sentezi doğmuştu. Bu süreç, bugünkü tarikat ve cemaatlerin yeniden hayat bulmasına yol açmıştı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Yeşil Kuşak Projesi yerini ılımlı İslam’a bıraktı.

Büyük Ortadoğu Projesi 2000’lerde yürürlüğe sokuldu. AKP bu koşullarda iktidar oldu. Hungtington’ın yukarıda aktardığım ifadesinde yer alanın aksine, Türkiye’nin yeni seçkinleri halkın seviyesinde herkesi eşitlemeyi amaçlayan süreci hızlandırarak amaçları yönünde ülkeyi tam bir Ortadoğu ülkesi yapmak için tam yol ilerliyorlar.

Bu amacı gerçekleştirirken oluşacak direncin kırılması için özellikle TSK’nın, yargının, Diyanet’in dönüştürülmesi gerekiyordu. Güya askeri vesayet bitirilecek ve ileri demokrasi inşa edilecekti. Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar sona erecekti. Oysa Diyanet öncülüğünde yeni vesayet odağı inşa edildi. Tarikat ve cemaatler ekonomik, sosyal, siyasi güç merkezi oldular. Tam tersine yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar ülke gündeminin ayrılmaz parçası haline geldi.

Bütün bunlara rağmen halkın bütünüyle dönüştürülmesi mümkün değildi. Bu yüzden, ülke sınırları Ortadoğululara açılarak sosyal dokunun yeniden yapılandırılmasına girişildi. Hatay, Kilis, Gaziantep, Urfa artık Türk kimliği ve kültürünü yansıtan şehirler olmaktan çıktı. İşin ekonomik boyutu da bu süreçten bağımsız düşünülmemelidir.

AKP’nin “Türkiye Yüzyılı” vizyonu, Cumhuriyet aydınlanması karşıtlığı ortak paydasında ülkeyi bölünük olmaktan kurtarmayı ve gerçek bir Ortadoğu ülkesi yapmayı amaçlamaktadır. CHP’nin “İkinci Yüzyıl’a Çağrı Beyannamesi” de ülkeyi bağımsız, halkı egemen ve bireyi özgür kılmayı amaç edinen Cumhuriyet programını yürürlüğe koyarak , herkesi seçkin kılacak ve bölünük hale bu şekilde son verecek zenginliği içermekten yoksun görünüyor.

Yeniden Cumhuriyet’in temel tercihlerini merkeze koymadan aydınlık bir yol tutturmak ve dış dayatmalara direnmek mümkün değildir. Seçimlerde iktidarın değişmesi mümkün gibi görünse de bunun büyük bir dönüşüme yeteceğini ileri sürmek aşırı iyimserlik olur.

104 Amiralimiz , 3 Nisan 2021 tarihinde Montrö Sözleşmesinin gerekliliği üzerine yayınladıkları basın bildirisinden ötürü haklarında açılan davadan beraat ettiler. Amirallerimiz ve Deniz Kuvvetlerimiz bu ülkenin aydınlık değerleridir. Yaşanan jeopolitik gelişmeler aslında bu operasyonların neden yapıldığını açıklıyor.

Türkiye bu süreci de atlatacaktır. Mustafa Kemal Atatürk Türkiye gemisinin harcını o kadar sağlam atmıştır ki en sert havalar, kocaman dev gibi dalgalar bu gemiyi sadece biraz sarsar ama bu geminin Atamızın belirlediği rotada, aydınlık yarınlara doğru yol almasını engelleyemez.

Üzücü olan, kendilerini “yurtsever” olarak tanımlayan bazı kesimlerin geçmiş yıllarda yaptıkları ve sonrasında pişman oldukları hatalarına yenilerini eklemeleridir. Yıllar evvel Mustafa Kemal Atatürk’ü dergilerinde, “beton” sıfatı ile bir araya getirenler, Kıbrıs Barış Harekatın’da ordumuza “işgalci ordu” diyenler şimdi de Amirallerimize karşı aldıkları tavırla yine hata ve vefasızlık yapmaktadırlar. Siyasi tarih hiç bir şeyi unutmadığı gibi bunu da unutmayacaktır.

Tüm olumsuzluklara rağmen Türkiye üretime dayalı politikalar ve oluşturulabilecek liyakatli kadrolarla bu süreci başarılı bir biçimde yaşayabilir. İhtiyacımız olan Cumhuriyetimiz ve onun devrimlerine sahip çıkacak genç kadroların göreve getirilmesidir.

Aydınlık bir ay dileğiyle.

Bunları da sevebilirsiniz