“Türk” Limanı…

Uğur Mumcu ve Abdullah Öcalan metaforundan

hareketle temel paradigma: Zorla kimlik olmaz!

SAHNE – 1:

Yüzbaşı Uğur Mumcu, “Türklüğü” nasıl fark etti?

Uğur Mumcu, Osmanlı ordusunda ilerici hüviyetiyle öne çıkmış; Namık Kemal’in şiirleri, Ziya Gökalp’in Genç Kalemler dergisindeki yazılarıyla bilinçlenmiş , sonra Abdülhamit zulmüyle mücadele etmiş, Hareket Ordusu ile İstanbul’daki gerici ayaklanmayı bastırmak için yola koyulmuş halk çocuğu bir yüzbaşıdır.

İlk önemli görevi, Rumeli Ordusu’nda Balkanlar’da çarpışmaktır. Yüzbaşı Uğur Mumcu, Balkan savaşlarında ilk acı dersini alır. Yüzyıllarca Osmanlı sancağı altında yaşamış tüm halklar ayaklamıştır ve ordulaşarak Sırp Ordusu, Yunan Ordusu, Bulgar Ordusu bayrakları altında Osmanlı’yı yıkmak için harekete geçmişlerdir. Hatta Müslüman Arnavutlar da Osmanlıya kılıç çekmişlerdir. Adım adım tüm Rumeli kaybedilir. Yüzbaşı Uğur Mumcu, dersini alır: Osmanlıcılık diye bir ideoloji asla olamaz. Olsa idi, Osmanlı uyruğundaki bu halklar, niçin Osmanlı’yı acı biçimde katletmezlerdi. 1912’de Selanik’ini kaybı, facianın zirvesidir. 35 bin kişilik Osmanlı ordusu, komutanları Arnavut Kara Hasan Tahsin Paşa’nın emri ile tek kurşun atmadan, içinde ancak %10 Rum barındıran Selanik’i Yunan ordusuna teslim ederler. Günümüzde Yunanistan Kara Kuvvetleri Müzesi’nin avlusunda Kara Hasan Tahsin Paşa’nın haşmetli mezarı yer alır ve “Yunan Milli Kahramanı” unvanına sahiptir. Arnavutlar da onu “Milli Kahraman” ilan etmişlerdir. Yüzbaşı Uğur Mumcu’nun başı öne eğiktir ve acı bir kaderi yaşamaktadır.

Ardından bu kez dünya savaşı patlar.. Yüzbaşı, Kafkasya Ordusu’na tayin olur.. Düşman, Ruslar ve onların tahriki ile ayaklanan Ermeni çeteleridir. Kafkasya Ordusu, güya Rus Ordularını ve Ermeni çetelerini ezerek Turan yolunu açacak ve tüm Asya Müslümanlarını ayaklandıracaktır. Sarıkamış’ta karlara gömülen ordu, Turan hayallerini de karlara gömer. Turan yerinden kıpırdamaz, Osmanlıya yardımı aklına bile getiremez. Osmanlıcılık ideolojisini Rumeli’de terk eden Yüzbaşı Uğur Mumcu, Sarıkamış bataklıklarında Turan’ı da kaybeder.

Yüzbaşı artık Arap çöllerindedir.. Filistin, güzelim Kudüs, Suriye, Irak, Arabistan, kutsal emanetler Mekke ve Medine, Sina yarımadası gibi İslam yurtları Osmanlı bayrağından kopmamak için kendini çöllere feda etmiş Osmanlı zabitlerini ve yorgun Mehmetçikleri beklemektedir. Yüzbaşı böyle düşünür. Ama gerçek tamamen farklıdır. Bu topraklar ve bu çöller, Osmanlıya karşı ayaklanmışlardır. İslam halkları artık Osmanlı ordusunu arkadan vurmaktadır. Hem de İngiliz casusu Lavrens’in altınlarına satılarak.. Yüzbaşı, sabaha karşı garnizonun sınırlarındaki nöbetçilerini daima arkadan eğri hançerle arkalarından öldürülmüş olarak bulur. Eğri hançerler, Arap hançerleridir. Yüzbaşı, İngiliz Ordusu ve yedeğindeki kahpe Arap şeyhleri tarafından yönetilen Arap İslam orduları ile çarpışa çarpışa, başta Kabe (Beytullah- Allahın Evi), Kudüs’teki Mescid-i Aksa, Kubbet-us-Sahra gibi kutsal emanetleri ve tüm Arap topraklarını terk ederek Anadolu’ya sığınır. Artık kızgın çöllerin derinliklerine İslamcılık ideolojisi de gömülmüştür..

Yüzbaşı Uğur Mumcu, Rumeli’de “Osmanlıcılık”, Kafkasya’da “Turancılık”, Arap çöllerinde “İslamcılık” ideolojilerini terk ederek dünya savaşında yenilen Osmanlının imzaladığı Mondros Mütarekesi’ne göre, işgal edilen Anadolu’ya başı eğik sığınır.

Artık elinde “Türklüğünden” başka hiçbir silahı yoktur.

Türk” olduğunu işte o zaman fark eder..

Sadece “Türk Limanına” sığınabileceğini idrak eder..

Ne yazık ki, köyünde bıraktığı nişanlısının başörtüsüne, gavur askerin eli uzanmıştır artık.

Yüzbaşı Uğur Mumcu yeniden silaha sarılır..

Milli Mücadele böyle başlar..

Direnişin başını bu yenik askerler, yorgun savaşçılar çeker. İstiklal mitingleri, halk kurultayları, kahraman efelerin çığlıkları, kadın savaşçıların silaha sarılması, gazi meclisin açılması ve Ezan’ı Muhammedi’nin bir ihtilal çağrısı olarak toprağa yayılması ile ismi gibi mübarek Milli Mücadele ateşi herkesi tutuşturur..

Milli Mücadele ise, Türkiye Cumhuriyetinin 1923’te ilanı ile başlayan süreçte 5 kavramı doğurmuştur.

Bu konuda Dağarcık Türkiye Sitesinde Ocak 2022 tarihinde yayınladığım ”Cumhuriyetin 100.Yılı… İlk Yazı..” başlıklı yazıma bakınız.. Bu yazının sonunda, “Evet.. Dağarcık Türkiye gemisinin tayfaları, 100.yılda fırtınalı denizlerde rotamızı genel hatlarıyla çizdim. Gelecek yazılarda, gemimizin uğrayacağı limanları yazacağız..” demiştim. İlk uğrayacağımız liman, “Türk” limanıdır, bugünkü yazımda bu limanı anlattım. Yazımda ismi geçen Uğur Mumcu metaforu, bizzat rahmetli Uğur Mumcu’nun bir konferansında, kendini bir Osmanlı Türk subayı yerine koyarak sunduğu ders verici hayali hikayeden alıntıdır. Bu yazımı da 24 Ocak 2022 tarihinde yani Uğur Mumcu’nun katledildiği tarihin yıldönümünde yazmış olmam ilginç bir rastlantı oldu.

Hatırlayalım.. Ocak 2022 ayında sözünü ettiğimiz 5 hayati ve değiştirilemez kavram şunlar idi:

Türkiye

Atatürk

Türk Milleti (veya ulusu)

Türk Devrimi

Türkçe

Türkiye Cumhuriyetin kurucu kimliği, bu 5 kavram üzerine oturur. Yani binanın su basmanı budur. Bunun üzerine isteyen bağımsızlıkçı sosyalizmi, isteyen sosyal demokrasiyi, isteyen Türkiyeci bir liberalizmi inşa edebilir. Ancak binası su basmanı üzerine oturması gerekir.

Ancak kurucu Cumhuriyetin ana omurgası bunlar ise, yıkıcı ve bölücü Cumhuriyet düşmanı saldırının da gerçekte ne istediğini anlamamız gerekir ki, “Anayasadan Türk ismi çıksın, Türkiyeli kavramı benimsensin, Türkçe dışında anadilde eğitim getirilsin, Türk edebiyatı yerine Türkçe Edebiyat” kullanılsın isteklerinin gerçek amaçlarını çözümleyebilelim.

Bunları çözüm için Amerikan ve Avrupa Emperyalizminin desteğindeki PKK (Partiya Kerkaren Kürdistan – Kürdistan İşçi Partisi) kurucusu Abdullah Öcalan’a dikkat kesilmemiz gerekir.

Devam ediyorum..

SAHNE -2 :

Abdullah Öcalan’ın gerçek hedefi: Türkiye’nin tümü!..

27 Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır’ın Lice ilçesi Fis köyünde Kürdistan İşçi Partisi (PKK)’nin kurucu başkanı ve parti genel sekreteri seçilen Abdullah Öcalan (Apo), Temmuz 1979’da Hafız Esad (günümüzdeki Suriye lideri Beşşar Esad’ın babası) tarafından diktatörlükle yönetilen Suriye’ye geçti ve Ekim 1998’de Suriye Hükûmeti tarafından sınır dışı edilene kadar, Avrupa’ya yaptığı iki kısa seyahat haricinde Suriye’de kaldı.

Apo, Suriye başkenti Şam’da devletin gizli güvenlik servisi El Muhaberat tarafından korunan bir binayı ofis olarak kullanarak Türkiye’deki terör ve siyasi faaliyetlerini, Avrupa’daki propaganda, örgütlenme ve esrar kaçakçılığından fonlanan muazzam para kaynağını idare etti.

Bir gün BBC televizyon ekibinin 2 elemanı, İngiliz Elçiliği’nin izin talebiyle randevu olarak Şam’da Apo’nun ofisinde Avrupa’nın dikkatle izlediği ve Başkan olarak tanıttığı kişiyle buluştu.

Aşağıda sunacağım görüntülü söyleşinin yazıl metnini TC İstihbarat servisleri ve ilgililer kolaylıkla BBC arşivinden bulabilirler.

Türkiye’nin karanlık geleceğini etnik açıdan gözler önüne seren bu paha biçilmez belgede Apo’nun özerklik, tam bağımsızlık, toprak talebi önerilerinden çok daha başka bir amacı olduğu gözler önüne serilmektedir.

Yıl 1997..

BBC’nin her iki röportajcısının ön ismi de aynı: Michael..Biri söyleşiyi yapan öteki kameraman..

Bir Türkçe – İngilizce çevirmen var. İngiliz Elçiliği görevlisi. Ekranda gözükmüyor.

İngiliz Michael’in ilk sorusu çok ilginç:

  • Sayın Başkan ne zaman bağımsızlık ilan edeceksiniz?.. Böylece Kuzey Irak ve Kuzey Suriye ile birleşmenizin önünde hiçbir engel kalmaz.

Bu soru Apo’ya Türkçe çevrilir çevrilmez, Apo masaya yumruk atarak feveran eder:

  • Asla bağımsızlık istemiyoruz. Türkiye’yi bölmek istemiyoruz. Bu sözümü kaç tekrar edeceğim?.. bölücü olmak yok!

Bu sözler İngilize çevrilir. Michael sorar:

  • Peki neden Başkan?..

Apo hayret verici bir konuşma yapar:

  • Yani Türkiye’yi böleceğim öyle mi?.. Yani Şırnak’ın, Hakkari’nin, Muş’un, Urfa’nın beş para etmez toprakları Kürtlere kalacak da, Karadeniz’in Marmara’nın, İzmir’in, Akdeniz’in güzel suları (cümle aynen böyle) Türklere mi kalacak?

  • Peki kime kalacak Başkanım?

  • Sizler dünyada en büyük Kürt şehrinin İstanbul olduğunu bilmiyorsunuz galiba.. Kürtler sadece doğu ve güneydoğunun değil tüm Türkiye’nin gerçek en eski sahibidirler. Bir bölgede bağımsızlık yok, hepsi var. (Konuşmanın burasında Apo, kendini Yaser Arafat’a benzetir, Arafat’ın nasıl tüm Arapların lideri ise kendin de Kürtlerin ve Türklerin ortak lideri olarak sunar)

Bu uzun söyleşinin en önemli bölümünde Apo, şunları söyler:

  • Bizim bir düşünce adamımız vardır, İsmi Musa Anter. Ape Musa şunu sorar, ben de aynı şeyi size soruyorum. Fırat nehri nereye akar?

Michael düşünür yanıt verir:

  • Fırat, Mezapotamya’ya akar.

Bu sözü Apo’ya tercüme ederler. Şiddetle itiraz eder.

  • Fırat, Mezapotamya’ya akmaz. Fırat, Marmara’ya akar. Bugün tüm Kürtler batıya, Marmara’ya, İstanbul’a akmaktadır. Türkiye, geçmişte de Kürt idi, gelecekte de Kürt olacaktır.

Söyleşi biter.

Bu sözler bölünmekten daha vahim bir tehlikenin yani yok olmanın belgesini sunmaktadır.

Tam bu noktada, içinde yalancıktan güya solcu Türklerin de bulunduğu çoklu halkın partisi olduğunu iddia eden HDP’nin, Emperyalizmin desteğindeki liberallerin, bazı bölücü İslamcıların, Türk ve Türk Edebiyatı kelimelerine duydukları derin rahatsızlığı yansıtanların varacağı limanın kapkaranlık ufkunu görmeyen, ya kördür ya da vatan haini.

Sorarım..

Zorla kimlik olur mu?..

Zorla, terörle, çıkarcı siyaset ile kimlik mi değiştireceğiz?..

Türk’süz Milli Kurtuluş Savaşı mı olur?..

Yüzbaşı Uğur Mumcu’nun kemiklerini mi sızlatacağız, yoksa her sınıfın ve kimliğin içinde özgürce yer alacağı Emperyalizme karşı Milli Kurtuluş Ordusu’nun Türkiye Devrimi’ne mi baş koyacağız?.

Lafı uzatmadan Türk, Türkçe, Türkiye düşmanlığı üzerine Barış Doster ve İlber Ortaylı’nın yazılarını sunuyorum.

Nokta.

OKUMA PARÇASI – 1

Barış DOSTER: Türk, Türkçe, Türkiye düşmanlığı ve fonlama liberaller..

Cumhuriyet – 18 Ocak 2023

Son haftalarda yine “Türkçe şiir”, “Türkiyeli edebiyat” gibi saçmalıklara tanık oluyoruz. Etnik ayrılıkçılar, numaracı Cumhuriyetçiler, fonlama liberaller çekiyorlar kampanyanın başını. Bunları mezhepçiliği sosyalizm, etnikçiliği Marksizm, hemşericiliği komünizm sananlar da destekliyor. Bu tür zorlama tanımların, hayatta karşılığı, toplumsal tabanı olmadığı gibi, bilimsel temeli de yok. Yanlışları sıralayalım…

1. Kendi dili olana millet diyoruz. Bunu pekiştiren, hızlandıran bir unsur da, devlet kurmak elbette. Fakat her devlet, ille de ulus devlet olmuyor. Kısa sürede ulus yaratamıyor. Kendisini ulus devlet olarak da tanımlamıyor. Bunun tarihsel, siyasal, kültürel, toplumsal, coğrafi, iktisadi koşulları farklı çünkü.

2. Türkiye, ulus devlet. Türklerin dili var, Türkçe. Devleti var, Türkiye Cumhuriyeti. Ülkesi var, Türkiye. Tarihsel süreçte Türk; hem ırkın adı hem ulus kimliğin, üst kimliğin, ortak kimliğin adı. Yaşadığımız topraklara sadece bizler Türkiye demiyoruz. Başkaları da Türkiye diyor. Arap, Avrupa, Çin, Rus kaynakları yaşadığımız topraklara Türkiye, bize Türk diyorlar. Milattan sonra 6. yüzyılda Bizans kaynakları, 12. yüzyılda Avrupalılar, Venedikli ve Cenevizli tacirler, Türkiye diyorlar. Avrupa’da Osmanlı toprakları ve tebaası için, Türkiye ve Türkler deniyor.

3. Türkiye; ülkemizin, coğrafyamızın adı. Hükümet için kullanılacaksa coğrafyanın hükümeti olmayacağından halkın, milletin hükümeti bağlamında Türk Hükümeti veya devleti yöneten hükümet anlamında Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti demek doğru.

4. Türke Türk diyemeyenler, demeyi ırkçılık, faşizm olarak görenler, Japona Japon, İngilize İngiliz, Fransıza Fransız, Rusa Rus, Almana Alman diyorlar ve ırkçılık olmuyor. Ama Türk şiiri, Türk dili, Türk kahvesi, Türk edebiyatı, Türk kültürü demek ırkçılık oluyor bunlara göre. Britanya edebiyatı değil, İngiliz edebiyatı demek; ABD kültürü değil, Amerikan dili ve kültürü demek (ABD’nin dili İngilizce olduğu halde); İngiltere çayı değil, İngiliz çayı demek; İtalya mutfağı değil, İtalyan mutfağı demek; Fransa Devrimi değil, Fransız Devrimi demek ise ırkçılık değil. Tam bir ikiyüzlülük, tutarsızlık, cehalet bunlarınki.

5. Türkiye coğrafyası denince, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal coğrafyası, sınırları anlaşılır. Türk coğrafyası denince ise Türklerin yaşadığı Türkiye, Orta Asya, Kafkasya, KKTC dahil çok geniş bir coğrafya anlaşılır. Hatta pek çok çalışmada tarihsel, kültürel boyutuyla buna Balkanlar, Bulgaristan ve Yunanistan’daki Türkler dahil edilir.

İdeolojik olarak Türk milliyetçiliği; Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde, vatanını emperyalist düşmana karşı savunan, devrim yapan, devlet kuran, mazlum bir milletin milliyetçiliğidir. Kültür, dil, tarih, vatan, yazgı, hedef birliğine dayanır. Kapsayıcı, kucaklayıcıdır. Siyasal bilinç temellidir. Batı’nın ırkçı, yayılmacı, işgalci, yağmacı milliyetçiliğiyle bir tutulamaz.

Atatürk’ün tanımı nettir: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir”.

OKUMA PARÇASI – 2

İlber Ortaylı: Türkiyeli değil, Türküm

17 Ocak 2023 – odatv

Fatih Altaylı’nın Teke Tek Bilim’de sorularını yanıtlayan Prof. Dr. İlber Ortaylı Türk mü, Türkiyeli mi tartışmalarıyla ilgili değerlendirmelerde bulundu. Ortaylı, “Bu da Türkiye’dir. Üzerinde oynama hakkın yok. Beni zedelemeye hakkın yok. Senin yüzünden Türkiyeli gibi bir tabire giremem. İstemiyorsan isteme. Senin beni kendi çamaşırın içine koyma hakkın yok. Bendeniz Türkiyeli değilim. Türkiye’yi çok seviyorum. Ecnebi olsaydım Türkolog olurdum. Şu anda ben Türküm.” ifadelerini kullandı.

Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı, Fatih Altaylı’nın Teke Tek programında son zamanlarda gündeme gelen Türklük tartışmalarıyla ilgili görüşlerini açıkladı. “İsteyen Türk olur, istemeyen olmaz. Memleketin adı Türkiye olur.” diyen Ortaylı, “Bendeniz Türkiyeli değilim. Türkiye’yi çok seviyorum. Ecnebi olsaydım Türkolog olurdum. Şu anda ben Türküm. Bunu böyle biliyorum. Bu bir mirastır. Bunu benimsersin, devam ettirirsin, o şekilde ölürsün.” diye konuştu.

Prof. Ortaylı’nın açıklamaları şu şekilde:

Bu işin cıvıması, mantığın dışına çıkmak. Ben Türkçe’den uzak kalmayı yapamam. Zaten belli Türkçe’den uzak kalmayacağım. Türk dilinde yazıyor olmak. Türk şairisindir, Türk romancısısındır, Türk tarihçisisindir. Sovyet şairi, Sovyet yazarı, Sovyet tarihçisi gibi bir konsept gelmedi. Zaten o da Rusya’da tutmadı. Bu tutmaz. Kimse Amerikan tarihçisi demez. Halil İnalcık Amerika’da yazıyor diye Amerikan tarihçisi olmaz. Türkçe yazanlar, Türkçe yazıyorsa yazsın. Etnik kimliğini muhafaza etmek isteyen o dilde yazar. Bu çok açık bir şeydir. Mesela Türk dilinde yazanlar, saçma. Nizami Gencevi Türk’tür. Tek Türkçe beyiti yok. Bu fevkalade önemli bir olay. Yok Türkçe yazanlar boş laftır. Türkiyeli yazar falan beni hiç ilgilendirmiyor. O Türk edebiyatıdır. Etnik grubu beni ilgilendirmiyor. Meşhur şair Şehriyar, sureti katiyede Türk’tü ama Türk yazar değildi. Sonra Türkçe’ye başladı, Haydar Baba’yı yazdı ondan sonra Türk edebiyatının mensubu oldu.

Bunları da sevebilirsiniz