Mikro Mücadele: İnsana Verilen Değerin Göstergesi

Mikro Mücadele: İnsana Verilen Değerin Göstergesi

ABD yapımı filmlerde hukuk davalarında çok büyük meblağlı tazminatlara hükmedildiğini izliyoruz. Bununla ilgili çok garip vakalar dillere destan olmuş. Kimisi filmlerde kimisi dizilerde ballandıra ballandıra anlatılıyor. Misal: Birisi kahveci kahve almış ama kartonun üstünde ”çok sıcak, dikkat!” yazmadığı için sıcak kahveyi içerken kaza yapan vatandaş haklı bulunup yüklü tazminatlara hak kazanmış. Bir başkası, internet hizmeti sürekli kesintiye uğradığı için çok önemli bir işlemi yapamamış. Sonrasında yine fahiş bir tazminat… Gelsin paralar.

Bu vakaları, ABD’nin hukuk sistemindeki garabete dikkat çekmek için anlatır insanlar. Oysa ben aynı olayları insana, insanın huzur içinde yaşama hakkına ve birlikte yaşama kültüründe ”doğrudan sapmama” anlayışına saygı duymak üzerinden değerlendirmeye çalışacağım.

Huzurlu yaşam sürme hakkı

Türkiye’de kanun koyucu hep güzel düşünür ama ne hikmetse vatandaşı, toplumsal gerçekliği ve idarenin keyfiliğini unutur. Hal böyle olunca çok güzel yasalar layıkınca uygulanamıyor. Bizde Anglo-Amerikan hukukunun aksine ”sebepsiz zenginleşme” diye bir müessese var. Bu anlayışın bir uygulaması olarak bizde, tazminat davasında hükmolunacak tazminatın kişiye ”oh ne güzel musibet” dedirtecek denli yüksek olmaması gerektiği düşüncesi hakim. Oysa iş böyle olunca manevi tazminata ya kimse hak kazanmıyor ya da kuş kadar bir tazminata hükmolunuyor.

Sırf kendimden gideceğim. Telefon konuşmalarım 4-5 yıl hukuka aykırı dinlenmiş ama benim alabildiğim birkaç yıl önce 5000 TL ya var ya yok. Bununla da sınırlı değil. Haksız bir disiplin soruşturmasına maruz kalmamın, eğitim hayatımın sekteye uğramasının vb. pek çok sorunun karşılığı olarak tazminata yıllardır kavuşamıyorum.

Türk Hukuku, sebepsiz zenginleşme nedeniyle ve ”başıma iyi ki bu musibet geldi bak zengin olduk” lafı sarf edilmesin diye komik miktarda manevi tazminat kararları veriyor. İnsanın başına gelen musibet karşılığı çektiği ızdırap önemsiz addediliyor; hatası, ihmali ve basbayağı kötü niyeti sonucu insana bu ızdırabı çektirenler ise ”sadakam” olsun diyerek tazminatı güle oynaya veriyor.

Bu olaylara en çok haksız yargılamalarda, idarenin haksız veya hatalı işlemlerinde veya tüketici haklarının çiğnendiği durumlarda tanık oluyoruz. Sonuç: Yapanın yanına kar kalıyor, çeken çektiğiyle kalıyor.

Bilinçli Tüketicinin ve Yurttaşın Elinde Caydırıcı Bir Silah Olmalı

Ticaret erbabının hatalı, özensiz ve kötü niyetli davranışları sonucu veya idarecinin kanuna, iyi niyete ve sağduyuya aykırı hareketleri sonucu ızdırap çeken yurttaşlar sadece maddi tazminatlarına kavuşabiliyor. Oysa, idarenin hatalı işleminden ötürü hem genel olarak ilgili idare hem de bu işlemleri ister amirlerinin talimatıyla ister talimatsız bir şekilde yapan memur ağır tazminatlara mahkum edilmiş olsa bu olaylar daha az tekrarlanırdı. Hal böyle olunca işler hem daha sağlıklı yürür hem de yargının yükü hafiflerdi. ”Git nereye istersen şikayet et” lafının yerine ”durumunuzu inceleyeceğim, biraz süre tanıyın, bu talimat haksız mı diye kontrol edeyim, üstlerime danışayım vb.” laflar daha sık duyulur olur.

Bu tür olaylar, yurttaşların durumu bilgi asimetrisi bakımından olumsuzlaştıkça daha sık yaşanıyor. Yurttaşlar olası bir yargılamanın sonucunun yeterince tatmin edici olmayacağını bildiklerinden yargının kapısını çalmıyor bile.

Yurttaşların caydırıcı bir silaha ihtiyacı var. Kanun buna cevaz veriyor. Ama hakimler bu yönde karar almaktan çekiniyor. Zira yüksek mahkemeler manevi tazminatları düşüren veya hepten silen kararlar alıyor. O yüzden de hakimlerimiz yüksek miktarda manevi tazminata hükmetmekten çekiniyorlar. Sonuç: Yurttaş başına gelenlerin üstüne bir bardak soğuk su içiyor.

Kafkaesk zamanlarda yaşıyoruz. Yurttaşın yüzüne kapı duvar. Çalabileceği kapıları çalsa ve sonuç alsa bile sonuç tatmin edici olmuyor. Yurttaşın elinde kalan tek seçenek sosyal medyadan şikayet etmek veya aradaki memurları ve çalışanları CİMER’e şikayet etmek. Bu da sonuç vermiyor veya yurttaş sonuç almakta gecikiyor. Her geçen gün hukuka, adalete, hakka ve geleceğe olan inanç azalıyor.

İşte tam da bu noktada efsanevi hukukçu ve Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’a kulak verelim: “Cumhuriyet savcıları,
M
eriç kıyılarında çalışan Türk köylüsünün kaybolan sabanlarından tutunuz da, bu yurtta yaşayanların uğrayacakları en ufak bir haksızlıktan, hatta Bingöl dağlarının ıssız kuytularında nafakalarını bekleyen öksüzlerin göz yaşlarından siz sorumlusunuz!”

Sorumluluğu genişletmemiz gerek. Bu sorumluluk hepimizin. İnsanların yıpranmayacağı, adaletsizlikle mücadelede bir merciye erişebileceği, haksızlığa hukukla isyan edebileceği ve tüm bu mücadele sonucunda tatminkar bir sonuç alabileceği bir ülke inşa etmeliyiz. Bu ülkenin inşası iktidar değişikliği gerektirmiyor. Başta savcı, hakim ve avukat ve tüm çalışanlarıyla Türk yargısı, haklarını bilen ve bu haklarını sonuna kadar savunan yurttaşlar, medya ve siyasal partiler bu sorumluluğu sırtlamalı.

Unutmamalıyız Adalet Mülkün [Devletin] ve bir arada yaşamanın temelidir.

Bunları da sevebilirsiniz