Aralık Ayının Beş Önemli Olayı

Geride bıraktığımız aralık ayı beş olayla sarsıldı.  Sarsıldı dememiz, olayların önemli olması yanında büyük toplumsal ilgiler uyandırmalarından.  Ve bu toplumsal etkilenmelerin bazıları, sadece ülkemizde değil, dünyada da geniş kesimleri kapsamakta.

Türkiye’den dünyaya açılıp Türkiye’yi bölge ve dünya ile birleştiren bir haberdeki küçük bir “ayrıntı”ya geleceğiz.

Bir, “altı yaşındaki kız” davasından tarikat-cemaatler sorununda beklenmedik patlama.

İki, Cumhurbaşkanı adaylığı konusunda ilgi uyandıran şaşırtıcı ve hazin gelişmeler.

Üç, “Almanya’da darbe” girişimi sürecindeki Türkiye çağrışımları ve Avrupa’da yeni bir “Cadı Avı”.

Dört, alışılmadık bir Dünya Kupası, daha karşılaşmalara geçmeden önce farkedilen Asya, Afrika ve Latin Amerika ağırlığı.

Beş, Yunanistan Türkiye’ye karşı “silahlanıyor”, Türk basını, Yunanistan’ı başta ABD olmak üzere Batı’nın, Avrupa’nın silahlandırmasını gizlemek için “Yunanistan’ın silah satın aldığı”nı ileri sürüyor.

*

2022 yılının en büyük olayı, elbette Ukrayna kışkırtması ve “Avrupa’da savaş”tı.  Ancak savaş, daha önce tahmin edildiği gibi, tavsadı; ne bitti, ne büyüdü.  Sürüncemeli ama unutulmaya yüz tutan bir savaş oldu.  Bu yüzden olsa gerek “Amerika’nın kahramanı”, kendi sözleriyle, ABD için savaşan, ABD’ye hizmet eden Zelenski, ABD’de şansını son bir kez daha denemek için Amerika’ya gitti.  Beklenti olan “şans”, savaşa ABD’nin bizzat kendisinin girmesiydi.  Heyhat, sadece laf.  Savaş bitecek gibi görünmüyor.  Sönüyor, haber değeri kalmıyor, ama ne yazık ki gene de bitmiyor.

Bu durum, planlanan bir strateji.  ABD, savaşın Ukrayna sınırları içinde kalmasını istiyor.  Sonlandırmak diye bir hedef yok, aksine, sonlandırmamak düşünülüyor.  Genişletmek de söz konusu değil.  Dünya çapındaki büyük ilaç şirketlerinin stratejisine benziyor; “hastalıkları yok etmek, sonlandırmak” değil, “hastanın ölmemesini sağlamak ama hastalıktan kurtulmasını önlemek”.  Bunu sağlayan ilaçlarla böylece ilaç satışını sürdürmek.  Bir piyasa garantisi yöntemi.

Şimdi, gerçi hepsi birbirinden önemli ama, biz gene ilk belirlediğimiz “önem” sırasıyla aralık olaylarını değerlendirelim.

BİR: ALTI YAŞ, EVLİLİK, CİNSELLİK VE MAĞDURİYET?

Altı yaşındaki bir kızın evlendirilmesi yüzünden başlayan bir adli sürecin beklenmedik bir şekilde “sonlandırılmış” olması üzerine olayın kamuoyuna mal olması, son zamanların en önemli Türkiye olayı idi.

Kısaca özetliyoruz.

Bir gazetede 2002 yılında altı yaşındaki bir kız çocuğunun imam nikahıyla  evlendirildiği haberi yayınlanıyor.

İlginç noktalar:

-“Evlilik” gizli yapılmamasına rağmen adli takibata uğramıyor.

–        Hamilelik şüphesi üzerine 14 yaşındaki o evlendirilen kız çocuğunun çocuk yaşta evlendirildiğinin ortaya çıkması, 2012’de bir soruşturma açılmasına yol açıyor.  Bu süreçte “aileler” kız çocuğunun yaşının “büyütülmesi” ile olayı kapatmak istiyor.

–       Kız çocuğunun yaşının büyütülmesi sürecinde devlet hastanesinde kemik testine yaşça çok daha başka yetişkin bir genç kadın sokuluyor (21 yaşında), dolayısıyla çocuğun yaşının ortaya çıkmaması için sahtekarlık yapılıyor.

–       Ocak 2013’te takipsizlik kararı verilip olay kapatılıyor.

–       En önemli noktalar; bu “evlilik” aileler ve ailelerin çevresi tarafından meşru ve doğru görülüyor.  Kimseyi böyle bir uygulamaya zorlayacak veya kabülü gerektirecek bir durum yok.  Ama bunları doğru bulmayan ve itiraz eden de yok.

–       Örneğin, kız çocuğunun ana ve babası bu evliliğe taraftar.  Evliliğin duyurulması ve genel kabul görmesinin sağlanmak istenmesine de karşı değiller.

–       Kız çocuğunun babası, altı yaşındaki çocuğunu evlendirmek isteyen baba, ülkemizdeki tarikatlardan biri olan İsmailağa Cemaati ile bağlantılı olan Hiranur Vakfı’nın başkanı!

–       Altı yaşındaki kız çocuğuyla evlenmek isteyen ve onunla imam nikahı kıydıran 29 yaşındaki adam, İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’nın “hafızlık hocası”!

–       İsmailağa Tarikatı, bir dinsel kuruluş olarak “çocukların evlendirilmeleri” konusunda dinen bir sakınca ve sorun olmadığı anlayış ve görüşündedir.

–       Altı yaşındaki kız çocuğu belli bir yetişkinliğe geldiği zaman 2020 yılında kendi iradesiyle savcılığa şikayette bulunuyor.  Böylece soruşturma yeniden açılıyor.

–       Savcılığın devreye girmesiyle şikayetçi mağdur korumaya alınıyor bir “kadın konuk evi”ne yerleştiriliyor.

–       Ancak adli sürecin ilerlemesi mümkün olmuyor, ve iki yıl daha geçiyor.

–       Nihayet 31 Ekim 2022 tarihinde hazırlanmış bir iddianame ile yargılama süreci başlıyor.

–       Savcılığın sanıkların tutuklanması talepleri (iki kez) kasım ayında reddediliyor.

–       Mahkeme duruşma tarihi olarak 2023 yılının mayıs ayını belirliyor.

–       Bu safhada gelişmeler kamuoyuna intikal etmiş olduğundan büyük bir toplumsal tepki ortaya çıkıyor ve mahkeme duruşma tarihini ocak ayına çekiyor.

Şimdi hiç yorum yapmadan sanıkların hangi suçlarla yargılanacaklarını belirtelim:

–       Altı yaşındaki çocukla “evlenen” adam (“koca”), çocukların nitelikli cinsel istismarı ve nitelikli cinsel saldırı,

–       Altı yaşındaki kız çocuklarını evlendiren ana ve baba (“ebeveyn”), çocuklarının nitelikli cinsel istismarı ile yargılanacaklardır.

Bu eylemler, Türk Ceza Kanunu’na göre suçtur.  Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir.  Medeni Kanun (17 Şubat 1926), ailelerin, tarafların ve çocukların kendilerinin rızaları ve istekleri olsa dahi çocuk evliliklerine izin vermez.

Ayrıca Cumhuriyet Devrimi Kanunları arasında çok önemi olan “Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanun” (30 Kasım 1925), “genel olarak tarikatlarla birlikte”, şeyhlik, müritlik, nakiplik, üfürükçülük vb. ile ilgili ünvan ve sıfatların kullanılmasını yasaklamıştır.  Bu ünvan ve sıfatlara ait hizmet vermek ve kisve giymek de yasaktır.

Bu yüzden Cumhurreisi Mustafa Kemal, “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz” demiştir (1 Eylül 1925).

İKİ: TC CUMHURBAŞKANLIĞI ADAYLIĞI VE EMPERYALİST BATI’NIN MÜDAHALELERİ

Senaryo üreticisi değiliz, atıp tutup “uzak görüşlü olmak” da işimiz değil, ama ortada olanı herkes bilmiyorsa onu da söylemek lazım.  Amerika’sı ve Avrupa’sıyla Batı’nın Türkiye’ye karışmak, mümkün olursa iktidarları belirlemek gibi hevesleri var, sömürgeciliğin “vali “atama” dönemlerinden kalma bir mirasın alışkanlığının kalıntısı.  Sömürgecilik bitmişti, ikinci büyük savaş sonrasında kendilerine yakın, daha doğrusu kendilerine bağlı iktidarlar istiyorlardı.  O dönem bu süreci başlattı, zaman zaman beklentilerinin tersi olsa da genellikle Türkiye’ye onlar yönetici seçtiler (Özallar, Çillerler vb.).  Adamlarını gönderdiler (Kemal Derviş), onlara işbaşı yaptırdılar.  Ancak 20. yüzyılda yaşanan gelişmeler, 21. yüzyılda Batı’nın Türkiye’ye iktidar ve yönetici bellirlemesinin ve atamasının artık olamayacağının işaretiydi.  Ve sonunda bugün, Batı’nın istediği kişilerin iktidar olma yolları tıkanmış bulunuyor.  Eski alışkanlıklarla parlamenter muhalefetin Batı’ya, onların hizmetinde olacaklarını göstermek isteyenlerin iktidar olmak şeklinde başarı şansları yok.  Tam tersine, Batı’nın destekleri “adaylar”ın değil seçilme, şansını dahi azaltıyor.

            Nedenini de artık herkes biliyor, Türkiye’de halk, dünyada ABD’ye en yüksek tepki oranına sahip bir kitleyi ifade ediyor!

            Türkiye’deki yarışta CHP Başkanı Kılıçdaroğlu, aday olursa yarışı kaybetmek için ne gerekiyorsa onu yapıyor.  ABD, İngiltere, Almanya gezilerinin ona eksi puan kazandırması yanı sıra, türban-Anayasa önerisiyle AKP-Erdoğan’ı sıkıştırma “stratejisi”, ve en son olarak da Erdoğan’ı İstanbul seçimine daveti (26 Aralık / gazeteler 28 Aralık).  Bunlar yüzünden kaybı o kadar büyük ki, “kazanamayacak bir aday” olarak adeta Akşener ekibinin tezini desteklediğini, savunduğunu düşündürüyor.

            “Altılı Masa”nın ABD denetimi ve yönetiminde bir cephe olduğu ile ABD’nin de bu cepheyi desteklediği gerçekleri, aralık ayında daha da netleşti.

            Kılıçdaroğlu’nun aralık girişimleri “hamleler” olarak değerlendiriliyor, Akşener’in yaptıklarının da “hamleler” diye anılması, onlardan da böyle söz edilmesi, bir “iç savaşı” göstermiyorsa neyi gösteriyor?

            “Altılı”ların bazı önemsizleri çok silik, ne bir aday önerileri var, ne de söyleyecek bir şeyleri.  Toplara hiç girmiyorlar.  Ama her topa girenlerin, topa hep girenlerin bu yüzden kârlı olma durumları da söz konusu değil.  

            “Altılı”lar oldukça üretici, sanki pusuda beklermiş gibi sessiz duranlar öne fırlamak için beklemekteler.  Sırada yeni adlar ortaya sürülmesi var herhalde.  Mağduriyet ise tutmadı, zaten İmamoğlu’nun hataları ve yıpranmışlığını giderecek kadar önemli bir şey değildi,

Altılı” deyince:  Birbirinin kuyusunu kazanlar!  Bu cümleyi, olumsuz görmek ve kötülemek için ben yazmadım.  “Sosyal medya”da veya orada burada değil, yazılı basında kullanılıyor.  Herkes bir başkasının kuyusunu kazmaktaymış!

Bu durumda “masa” nasıl ayakta kalabilir?  Sorunlar her gün çeşitlenir ve büyürken!

Bütün bunlardan sonra “yedi kişilik Altılı Masa”nın bilinen bir zaafiyeti aralık ayının son haftasında kendini çok belirgin bir şekilde ve gene ve tekrar gösterdi.  Adayıyla Cumhurbaşkanlığı yarışında bir şansı varsa, biz öyle bir şansı olduğunu görmüyoruz ama, o şansın da yok olmasına yol açacak PKK’ya yaranma gösterisi.  Paris olayında üç PKK’lının öldürülmesinden sonra “Altılı Masa”nın sözcüleri (FETÖ’cülerle birlikte), Ahmet Kaya adının arkasına sığınarak PKK’ya başsağlığı mesajları yarışına kalktılar.

PKK-HDP ile yolu ayrılmamış hiç bir adayın kazanma iddiası ve ihtimali olamayacağını bilenler için durum açık, ancak başta CHP ve Altılı Masa’da bunu kimse bilmiyor olmalı!

Bir akıllısı yok mu bunların?

Yüzde beş on kazanmak için yüzde doksan karşıya alınır mı?

29 Aralıkta, HDP’nin Anayasa Mahkemesi’nce kapatılması davasının sürekli ertelenmemesi ve bir an önce sonuçlandırılması için Vatan Partisi tarafından Mahkeme binası önünde “nöbet eylemi” başlatıldı.

Bu eylem, zamanlama bakımından son derece uygun, daha sonra yapılsaydı bugün sağlayacağı yarar ortaya çıkamazdı.  Altılı Masa’nın, ama ayrımsız hepsinin, “7. Sandalye”ye aşkının bugün belirginleşmesi ve çok iyi algılanması lazım.  Çünkü Masa’da kimse HDP’nin kapatılmasını desteklemeyeceği için, ve ne yazık ki, kapatılmasına hepsi karşı çıkacakları için tiyatro sona erecek.  Altılı Masa’nın seçmeni de, PKK’nın Meclis’te temsil edilmesini, terörizmin devletin-halkın parasıyla beslenmesini pek içine sindiremez. 

Kapatılma kararına karşı Altılılar’ın yapacakları, bütün kapalı gözleri bile açacak kadar önemli.

Ayrıca aralık ayı gösterdi, açık durum şu; “aday”ın kim olacağı belirlenemiyor ve açıklanamıyor.  İnsanın aklına aday açıklanırsa dağılacakları geliyor. 

Bu cephede aday olarak düşünülebilecek, akla gelebilecek kimse “kazanabilecek aday” değil!  Adları saymıyoruz, yer işgal etmeyelim.

ÜÇ: BİR AVRUPA ÜLKESİNDE HÜKÜMET DARBESİ “HAZIRLIĞI” VE EN YENİ ‘CADI AVI’

Haber, hayret uyandırıcıydı, Almanya’da devlet darbesi hazırlığı yapan bir oluşuma baskın düzenlenmiş, büyük bir operasyon yapılmıştı.  Bugünün sanayi-teknoloji devi ve devleti Almanya’yı 20. yüzyıl başındaki ve ilk büyük savaş sonrasındaki durumuna benzetmek mümkün değildi, ama yapılan da buydu.

Söylentilere göre izlenen “gizli” örgütün internet üzerinden haberleşen 20 bin üyesi varmış. Bunların yüzde 5’i şiddete eğilimli imiş.  Demek ki yüzde 95’i şiddete eğilimli değilmiş.  Aranan 52 kişinin 25’i gözaltına alınmış.  Ancak suç delili varsayılan silahlar ise ortalarda yok.

Hangi açıdan bakılırsa bakılsın Alman polisinin aralık ayı ortasında yaptığı baskın ve tutuklamalar CIA’nın yönlendirdiği ve yönettiği bir BND (Alman İstihbarat Örgünü) operasyonu gibi gözükmekte.

Kendilerine “İmparatorluk Yurttaşları” (Reichsburger) diyen akıl sağlığı yerinde olmayanlardan oluşan bir örgüte karşı yapılan operasyonun amacı, siyasal sahnedeki ABD aleyhtarı ve Rusya taraftarı kişi ve kesimleri sindirmek olmalıydı.  Başta, çeşitli siyasal ortamlarda başarılı bir gelişme çizgisi gösteren AfD’den olmak üzere meclislerde aykırı sesler duyulmaktaydı.  Bu yıl başlarında Alman Deniz Kuvvetleri Komutanı Kay-Achim Schönbach, Ukrayna savaşının kışkırtmayla yersiz bir şekilde çıkarıldığını söylemiş, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmek istediği düşüncesinin doğru olmadığını ileri sürmüştü.  Bu konudaki siyasetlerin hakim olması yüzünden de görevinden istifa etmişti.  Bu olay, Alman devletinde ABD-NATO ile ilişkilerde bir sorun olduğunu, her birimin ve yetkilinin izlenen yolun arkasında durmadığını göstermişti.

Olayın boyutu ise Almanya ile sınırlı da değildi.  Fransa, Macaristan, Hollanda, Avusturya ve İtalya’da da yönetimde veya siyasette Amerikan politikalarını doğru görmeyenler, Rusya’ya ambargoya karşı çıkanlar vardı.

Amerikan aleyhtarlığı Avrupa çapında değerlendiriliyor ve baskı altına alınmaya çalışılıyor.  Gülünç iddialar ve bu saçma yöntem Avrupa tarihindeki Cadı Avı’nı hatırlatıyor.  Yüzyıllar boyunca insanlar “şeytanla işbirliği” yaptıkları ithamı ve suçlamasıyla işkence görmüşler, yargılanmışlar, suçlu bulunmuşlar ve yakılarak öldürülmüşlerdi.  Sayılar milyonlarla ifade edilmekteydi.

Cadı Avı daha sonra, 17. yüzyılda, Kuzey Amerika’ya taşındı.  Bugün “Salem Cinayetleri” adıyla anılan bir yargılamalı kıyımda yirmi kadar suçsuz insan idam edildi.

En sonunda da Cadı Avı, ikinci büyük savaştan sonra ABD’de yaşandı.  Seytanla işbirliği, yerini bu sefer “Sovyetlerle işbirliği”ne bırakmış, insanlar casuslukla, komünist olmakla, vatana ihanetle suçlanmışlar, sorgulanmışlar, yargılanmışlar, cezalandırılmışlar, yalnızlaştırılmışlar, tecrit edilmişlerdi.  (Bu konuda ayrıntılı bilgi için kasım ayındaki “Cadı Bayramı Neyin Bayramı, Kimin Bayramı?” başlıklı yazımıza bakınız.)

Batı’da Türkiye gibi ülkelerde olağan görülen silahlı-askeri darbelerin, aynı ABD tezgahıyla Avrupa ülkelerinde de oluyor, olabilir gibi düşünülmesi, ABD’nin hegemonyasını kaybetmekte olduğundan başka bir şeyi göstermiyor.  ABD’nin istenmediği her yer darbe ihtimalinin olduğu yerdir.

Neyse, uzatmayalım… Özetle CIA bütün Avrupa’da ABD-NATO siyasetlerine itiraz eden bütün parti ve hareketleri tecrit etmeye, provokasyonlarla halkı korkutarak “totalitarizme karşı demokrasi” başlığı altında stratejik bir kampanya yürütmeye başlamış bulunuyor.

Avrupa’nın ABD’ye bağımlılıktan bir an önce kurtulması lazım.  Yoksa Avrupa ülkeleri bu gidişle “hakiki” Amerikan hükümet darbelerine maruz kalabilir!

Dikkatimizi çeken şey, Almanya gibi Batı uygarlığını temsil eden ülkelerden birinde bunun yaşanmasının nasıl yorumlanacağı.  En istikrarlı, en iyi donanımlı Batılı ülkeler, demek ki her şeye açık!

Bu durumu dünyaya geçen yıllarda da ABD yaşatmıştı, hatırlayalım.

Batı ülkeleri, siyaseti, uygarlığı, ahlakı vb. artık güven duyulması ve örnek alınması bakımlarından bir anlam taşımıyor.

DÖRT: KÜRESEL SAFLAŞMANIN DÜNYA KUPASI’NA YANSIMASI

Bu önemli olayların içinde en dünyasal olanı, en kitlesel ilgi göreni, küreyi en geniş kaplayanı bu gelişme.  Dört yılda bir yapılmasından ileri geliyor olsa gerek, her şeyden önce yılın kitleler gözünde birinci derecede olanı ilk kez kasım-aralık aylarında yapılan Dünya Kupası.

Grupların oluşması ve eşleşmeler kura ile yapıldığından kim kimle karşılaşıyor, hepsi rastlantı.  Ama ilk kez görülüyor, Dünya Kupası Avrupa-Batı’nın tekelinden çıkmış durumda.  Afrika, Kuzeyi hariç Amerika ve Asya takımları ağırlığı oluşturuyor.  48 takımın katıldığı kupada, Avrupa’dan ve Kuzey Amerika’dan 15 takım bulunuyor, kalanlar 33.  (Bu arada Avrupa’nın, Polonya, Sırbistan, Hırvatistan, Portekiz, İspanya gibi ülkelerinin de Avrupa’da zengin olmayanlardan, “ikinci sınıf” olduklarından dünya çoğunluğu açısından önemli görülmesi gerektiği de düşünülmeli.  33’e bu 6’yda dahil edebiliriz.)

Daha önceki kupalarda yanız 3 Latin Amerika takımı şampiyon olmuş, gerisi hep Avrupa ülkelerinin.

Bu rakamlar ve geçmişteki durum, dünyadaki güç dengesinin nasıl değişmekte olduğunu, dünyanın nüfusça ağırlıkla olan coğrafyasının şimdiye kadar olmadığı şekilde öne çıktığını gösteriyor.

Uygarlığın yeşerdiği ilk uygarlık arazilerinden biri olan Afrika kıtasından Kupa’ya beş ülke katılmıştı.  Hepsi de maçlarını izleyenlerde olumlu izlenimler bıraktılar.  Yarı finale yükselerek Afrika adına tarihi bir açılış yapan ve “Atlas Aslanları” olarak da anılan Fas Milli Takımı, yarı finale yükseldi ve bütün dünyanın sevgisi kazandı.  Futbol başta olmak üzere elde ettiği sportif başarılarla adından çok söz ettiren Fas devleti, spora yatırım yapıyor ve sonucunu alıyor.

Bu vesileyle Avrupa takımlarında oynayan ve hatta İngiltere, Fransa ve Belçika gibi eski sömürgecilerin milli takımlarında yer alan Afrika kökenliler, gene Afrika’nın ayağa kalkışının göstergesi durumunda.  Yani onlar Avrupa için vazgeçilmezler durumunda.

İlerideki kupalarda Afrika’nın daha da büyük başarılara imza atacağını şimdiden görüyoruz.  Belki de bu yüzden Avrupa’nın zengin ülkelerinden derecelere giren milli takımların giderek azalacağını da yaşayacağız.

Kahraman takımlar, dikkate değer futbolcular, çok güzel ve çekişmeli geçen maçlar, beklenmedik sonuçlar.  Dünya Kupası dünyalılaşıyor.  Artık daha güzel.

BEŞ: SİLAHLANDIRILMAYA VE SAVAŞTIRILMAYA SÜRÜKLENEN SON ÖRNEK – YUNANİSTAN

Evet Yunanistan silahlanıyor, evet Yunanistan Türkiye’ye karşı silahlanıyor, evet Yunanistan silahlanarak Türkiye’ye kışkırtıcılık yapıyor.  Bunlar doğru.  Görünüşte savaşmak istediği düşünülebilir.  Peki Türkiye ile savaşmak istiyor olabilir mi?  İşte bu olmaz.  Nedeni, birincisi sikletlerimiz birbirine uygun değil.  Tüy sikletle ağıt siklet eşleşir ve karşılaşır mı?  Elbette olmaz.  Her şeyden önce kendi istemez.  O halde burada bir tutarsızlık ve bir sorun var. Açıklanması tarihte yatıyor.  (Yunanistan’ın geçmişi ve bugünü konusunda geniş bilgi için Haziran 2021 tarihli “Yunanistan Nereden, Yunanistan Nereye?” başlıklı yazımıza bakınız.)

Türk basınında ve medya haberlerinde ısrarla kullanılan bu “silahlandığı” ve “savaş istediği” ifadeleri doğru değil.

Girişte kullandığımız cümlelerde küçük ama yanlış olarak çok önemli bir ayrıntı bulunuyor.  O da şu:  “Silahlanıyor” değil, “silahlandırılıyor”.  Ve Yunanistan Türkiye’yle savaş istiyor değil, ABD’nin isteğini yerine getiriyor, savaş isteyen ABD.  Hatta ABD, geçtiğimiz yakın haftalarda tasarladığı bu savaşın manevralarını bile yaptı.

Yunanistan, savaş çıkarsa arkasında ABD’nin, hatta Avrupa ülkelerinden çoğunun da olacağını biliyor

Kışkırmaları sonucunda Yunanistan ile Türkiye savaşa tutuşsa “savaşacak” olan Amerika ve ABD’nin emrindeki NATO!  Bu durumda da Türkiye tırsacak ve Yunanistan ne  yaparsa ve ne isterse kabul edecek! 

Çöken emperyalist, hayal dünyasında oluyor, 20. yüzyılda İngiltere’nin olduğu gibi.  Çanakkale’de hem deniz ve hem de kara savaşlarında, ayrıca Irak’ta yenilgiyi tatmış, İstanbul’u işgal etmeye kalkmıştı.  Bu savaşlar ve işgal, “dünya hakimi” emperyalistin felaketi ve tarihteki ilk mağlubiyetleri olmuştu,

Yunanistan’ın Ege’de karasularını 12 mile çıkarması, savaşın başlamasına neden olabilir.  Herkes biliyor, Türkiye için savaş nedeni.

Bunların neden üstünde duruyoruz.

Küçük ama önemli dediğimiz ayrıntıya dikkat etmeyenler, etmek istemeyenler, bu ayrıntıdaki püf noktayı farketmeyenler tuzağa düşme durumundadır.  Yunanistan’dan çok üstünüz diyorlar.  Yunanistan’ı silahlandıran ABD olmasa, kışkırtmaların arkasında Amerikan politikasa bulunmasa, ‘savaşı da kazanırız, Yunanistan’ı da rezil ederiz’ diyenler haklı olur, ama durum öyle değil.  Karşımızdaki Yunanistan olmayacak, NATO’suyla, Avrupa’sıyla bütün Atlantik-Batı dünyası olacak. 

Tehlikeyi görmek lazım.  Yunanistan’la savaşmayacağız, emperyalizmle savaşacağız.

ABD, Ege’de Türkiye’ye karşı yeni bir cephe açacak.  Zaten Ege’den de kuşatmış ve Ege’de de yığınağını yapmış durumda.

Yunanistan ile savaşılacağını zannedenler, heyheylenerek ve Yunanistan karşısında yeterince güçlü olduğumuzu söyleyerek kendilerini kandırdıkları gibi, halkı da yanıltmaktadırlar.

Tuzağa düşen kafalardaki bir başka söylem, Yunanistan’ın silahlanmayı kendi iradesiyle yaptığını sanma yanında, satın alarak silahlandığıdır.  Oysa Yunanistan ekonomik durumu bakımından silahlanmaya para ayıracak durumda değildir.

Dolayısıyla Yunanistan silahlanmıyor, silahlandırılıyor.

Silahlandırılan Yunanistan’a ABD ve bazı Avrupa ülkeleri savaş araç-gereci ve silahı ya hibe etmektedir, ya da krediyle vermektedir.  Yani silahlandırılan Yunanistan devletinden para çıkmamaktadır, çıkmayacaktır.  Çünkü silahlandıran emperyalizmdir.

Yunanistan hibelerle kendini emperyalizme borçlu hissedecek, onların istedikleri her şeyi yapacaktır.  Ya da Yunanistan’a açılan kredilerle komşumuz silahlandırılmaktadır.  Böylece silahlandırılan Yunanistan borçlandırılmaktadır.  Batı’nın bir ülkeye istediklerini yaptırmanın en kısa, en etkili ve en ucuz yolu onu borçlandırmaktır.

Bunlar Yunanistan’ın sorunu.  Ama komşumuz zaten emperyalizmin ağındadır.  Hem bağımlıdır, hem de borçludur.  Ve her gün daha fazla bağımlı, daha fazla da borçlu oluyor.

Silahın ve savaş araçlarının hibesi iki nedenle ve iki şekilde yapılır. 

Kullanım süresi dolmuş silahlar çöpe atılacağına kendilerine borçlu kalması için aldıkları yüzünden minnet duyacak olan ülkelere verilir.  Uzun vadeli yatırımdır ve gözboyamadır, kandırmacadır.  Bu şekilde hibeler, verilen ülkede kendi lehlerine propaganda yapılmasına ve olumlu bir kamuoyu oluşturulmasınaa hizmet eder.

Kendileri için savaşmaya hazır ve istekli ülkelere hem eski, hem de yeni silahlar verilir.  Yeni silahlar, savaşa hazırlanan ülkelerin (ABD, Fransa, Almanya, İngiltere gibi) savaş yatırımıdır, bağımlılaştırmaya da hizmet eder.  Hibe haberleri Türk basınında da çıkmaktadır.  Çünkü medyadan saklanmamakta, aksine duyurulmak da istenmektedir.

Kredi yolu, kredi alıcılarının kıpırdayamaz durumları içindir.  Yunanistan da bu durumdadır.  19. yüzyılda Türkiye de bu yoldan geçmişti.

Emperyalizme hizmet eden ülkeler bu yollardan geçmektedir.  Biz geçtik, ama alnımızın akıyla kendimizi kurtardık.  Bir Kurtuluş Savaşı verdik, bağımsızlığımızı kazandık, dünyaya örnek olduk.

Komşumuzda “Ege’nin Zelenski’si” olmak isteyenler var.  Yunanistan yönetiminin ise bağımsızlık isteği yok, tersine, emperyalist boyunduruğa battıkça batıyor.  Tanrıları onlara yardımcı olsun.

*

Türkye, Aralık ayının bu önemli olaylarından Türkiye ile ilgili olanlarının üstesinden gelecektir, buna hazır, buna uygun durumdadır.  2023 yılında bazıları gene karşımızdadır.  Gelişmeler, ABD’den, Amerikancılardan, Türkiye’ye güvenmeyenlerden yana değildir.

Bunları da sevebilirsiniz