Yoksulluğun Kadınlaşması

Sanayi Devrimi’nden sonra kitlesel boyutta görülen işçi sınıfının yoksulluğu uzun yıllar devam eden bir olgu olmamıştır. Zamanla işçi sınıfının yaşamında önemli oranda iyileşmeler meydana gelmiştir. Emek sömürüsü devam etmekle birlikte,sistemden önemli kazanımlar elde eden işçi sınıfı, kapitalizmle uyumlu bir şekilde yaşamaya devam etmektedir.

Günümüzde ise kent yoksulluğu, hem küresel bir boyut kazanmış hem de kronik bir hastalık halini almıştır. Kent yoksulluğu,özellikle, çoğu ülkede toplumsal cinsiyet ayrımcılığına uğrayan ve toplumda dezavantajlı bir konumda bulunan kadınlar için, içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Kentsel ortamlarda maddi yokluk ve kapasite yoksunluğu nedeniyle toplumsal dışlanma riskiyle karşı karşıya kalan kadınlar, toplumsal yaşam alanlarından geri çekilmeye zorlanmaktadırlar. Kadın yoksulluğunda gözlenen ortak nokta ise, kadınların dezavantajlı konumlarının hemen hemen bütün ülkelerde gelenekler, sosyal ve kültürel normlar tarafından kabul görmüş olmasıdır. Bu durum, sadece azgelişmiş ülkeler için değil, gelişmiş ülkeler için de geçerlidir.

Kentsel yoksulluğun getirmiş olduğu zorluklar, hane reisi kadın olan hanelerde daha fazla hissedilmektedir. Yoksulluğu ekonomik alanın ötesine geçen ve insanın toplumsal ve siyasal hayata katılımını sınırlayan faktörleri de kapsayan çok yönlü bir olgu olarak ele alan Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal İlişkiler Birimi (ESA), çocuklardaki özellikle kız çocuklarındaki yetersiz beslenmeden dolayı görülen hastalıkları, okur-yazarlık oranının düşüklüğünü ve eğitimsiz kalışı yoksulluğa bağlamaktadır.

Yoksul kadınlar, acımasız kent koşullarında dikkate değer bir hayat mücadelesi vermektedirler. Çeşitli yoksunlukları bulunmasına ve toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine uğramalarına rağmen, yoksul kadınlar bütünüyle hayata küsmemekte, enformel sektörün değişik iş sahalarında çalışarak, evde parça başı işler yaparak ve çeşitli yardım kuruluşlarında haklarını talep ederek yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Ancak, her türlü konfordan yoksun olan bu kadınlar, tüm geçinme stratejilerine rağmen, sağlıksız ev koşullarında kronik yoksulluğu yaşamaya devam etmektedirler. Çok azı yaşam koşullarını değiştirecek ve dolayısıyla yoksulluktan kurtulacak imkana sahiptir.

Yoksulluğun kadınlaşması” kavramını ilk kez Pearce 1978 yılında kullanmıştır. Bunun yanı sıra,“yoksulların en yoksulu” gibi kavramsallaştırmalar da bulunmaktadır. Bunlarla kadın yoksulluğunun nedenleri ve kadınlara yönelik toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sebepleri saptanmaya çalışılmaktadır. Yoksulluğun kadınlaşması kavramı, kendilerini ve ailelerini geçindirmek zorunda olan kadınların bütün yoksullar içinde çoğunluğu oluşturduklarını ifade etmek için kullanılmaktadır.

Yoksulluğun kadınlaşmasıyla ilgili önemli araştırmalar yapılmasına rağmen, hangi kadınların bu kapsama girdiği henüz netleşmiş değildir. Sadece hane reisi ve bekar olan kadınların değil, aynı zamanda yoksul hanelerdeki evli kadınların da bu kapsama girebileceğini belirtilmektedir. Çünkü hem evli hem de bekar anneler kadın yoksulluğunda önemli bir inceleme konusu oluşturmaktadır. Yoksulluğun kadınlaşmasıyla ilgili olarak belirtilmesi gereken bir diğer önemli nokta ise, bu olgunun statik bir durum olarak değil dinamik bir süreç olarak anlaşılması gerektiğidir.

Dünyadaki yoksulların %70’ini ve okuryazar olmayanların üçte ikisini oluşturan kadınlar, erkeklerle kıyaslandığında yoksullaşma riskiyle daha fazla yüzleşmekte ve yoksulluğu daha yoğun bir şekilde yaşamaktadırlar. Kadınlar dünyadaki toplam iş gücünün 2/3’ü oluşturdukları, günlük çalışma süreleri bakımından erkeklerden %25 daha fazla çalıştıkları ve dünyadaki toplam gıdanın yarısını ürettikleri halde, gelirleri dünya gelirinin yalnızca %10’u kadardır. Kadın yoksulluğunun bir dünya sorunu haline geldiğini , kadınların aleyhine olan yukarıdaki rakamların toplumsal cinsiyet eşitsizlikleriyle ilgili olduğu kabul edilmelidir.

Kadın Yoksulluğunun nedenleri

Yoksullukla kadın arasındaki ilişki ve kadın yoksulluğunun nedenleri toplumdan topluma, aynı toplum içinde kentten kente ve kentle kır arasında ve zaman içerisinde değişmekle beraber, bazı ortak nedenlerden söz edilebilir. Kadınların erkeklere göre daha fazla yoksul olması ve yoksulluğun kadınlaşmasının üç temel sebebi olarak ; hak ve yeteneklerde kadınların dezavantajlı bir konumda olmaları, kadınların ağır çalışma koşulları ve düşük ücretler ile karşılaşmaları ,kültürel, yasal ve işgücü piyasası engelleri yüzünden çeşitli sınırlamalar sayılabilir. Boşanma, yeniden evlenme ve bekar annelik ile ilgili değişiklikler kadınların yoksulluğu üzerinde çok etkili faktörlerdir.

Buradan hareketle aşağıda kadın yoksulluğunu açıklayan bazı etmenler üzerinde durulmalıdır.

Ayrımcılık:

Ayrımcılık, genel olarak Etnik/Irk temelli ve Toplumsal Cinsiyet temelli olarak ortaya çıkmaktadır:

Etnik/ırk temelli ayrımcılık, başta siyah ve beyaz ırklar arasında olmak üzere, en çok Amerika’da görülmüştür. Ancak, bu ayrımcılık günümüzde sadece Amerika ile sınırlı ve yalnızca siyah ve beyaz ırklarla ilgili değildir. Bugün birçok ülkede ırk ve etnisiteye dayalı ayrımcılıklar yaşanmaktadır. Yoksulların çoğunun ayrımcılığa maruz kalan kesimlerden oluşması tesadüfi değildir.

Toplumsal cinsiyet temelli, yani kadın-erkek eşitsizliğine dayanan ayrımcılık ise hemen hemen her toplumda görülmektedir.

İşgücü piyasalarında kadınlara yönelik ayrımcılık iki biçim almaktadır: “Bunlardan birincisi, aynı işi yaptıkları halde düşük ücret almalarına yol açan doğrudan ayrımcılık, diğeri ise kadınların daha düşük verimlilik ve ücret düzeyindeki işlerde yoğunlaşmalarına yol açan dolaylı ayrımcılıktır Toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri toplumda değişik şekillerde tezahür etmektedir. Bu eşitsizliklerin, sadece bir alanda değil, birçok alanda yansımaları görülmektedir. Toplumsal cinsiyet ayrımcılığı yoksulluğa ekonomik kaynaklara ve eğitim olanaklarına erişim ve işgücü piyasaları konumu yoluyla yansımaktadır. Ayrıca,bu ayrımcılığın derin kültürel kökenleri de bulunmaktadır.

Hane İçindeki Eşitsizlikler:

Günümüzde bir çekirdek aile, anne-baba ve bekar çocuklardan meydana gelmektedir. Bu durumda hane içindeki eşitsizliklerde daha çok anne-babanın konumu ve çocukların cinsiyetiyle ilgili olmaktadır. Hane içindeki eşitsizlikler,erkeklere ve kadınlara verilen değer, çocukların hane gelirine katkıları, kızların eğitimi ve doğurganlığıyla yakından ilişkilidir. Anne-babanın konumunu ele alırsak şu tip durumlar ortaya çıkmaktadır.

a) Eğer anne çalışmıyorsa, haneye giren gelir üzerinde bir tasarruf hakkından mahrum kalmakta; çalıştığı zaman da koca veya erkek evlatlar tarafından gelirine el konulmaktadır. Bazı durumlarda ise bizzat annenin kendisi kazancını hane erkeğine vemektedir. Bu konuda herhangi bir anlaşmazlık çıkarsa, bundan en kötü biçimde etkilenen yine kadındır.Böyle durumlarda, fiziksel şiddete uğrayanlar, terk ve boşanma riskiyle karşılaşanlar, çocuklarından uzaklaşma veya onları kaybetme tehlikesiyle yüzleşenler hep kadınlardır.

b) Eğer hanede erkek egemenliği söz konusuysa, kadınlara çocuk yetiştirme ve ev temizlik işleri gibi görevleri yerine getirmek düşmektedir. Bazı toplumlarda dinsel inançlar ve kültürel değerlerden dolayı kadınların çalışması hoş karşılanmadığı için kadınların hanenin gelirine katkı sağlama imkanları ortadan kalkmaktadır. Bu durum, kadın yoksulluğunu doğrudan etkilemese de, hanenin yoksulluğunu dolaylı biçimde etkileyebilir. Hane erkeğinin iş bulmak için yurtiçi ve yurtdışına olan göç durumu ise hane halkının diğer fertlerinin (kadınlar ve çocuklar) yoksullukla yüzleşmesinde doğrudan etkili olmaktadır. Kadınların iş tecrübeleri olmadığı için, erkeklerin maruz kaldığı ani hastalık, sakatlık/özürlülük ve savaş gibi durumlarda, erkek işgücünden mahrum kalan, reisi kadın olan hane halkları kronik yoksullukla yüzleşmektedirler.

Düşük Ücretler:

1980’lerde uygulamaya konulan neoliberal ekonomi politikalarıyla birlikte ücretlerde büyük bir düşüş yaşandı. Artan küreselleşme söylemiyle birlikte neoliberal politikalardan hareketle IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası finans kuruluşları aracılığıyla üçüncü Dünya ve Latin Amerika ülkelerinde uygulanan istikrar ve yapısal uyum programlarıyla istihdam oranları düşmüş ve sanayileşme gerilemiş hatta durma noktasına gelmiş, buna karşılık yoksulluk oranında ise büyük artış görülmüştür. Yapısal uyum programları, uygulandığı birçok ülkede sanayileşme hedefinin rafa kaldırılmasına ve bunun da ötesinde, sanayisizleşme sürecine girilmesine ve sanayi istihdamında önemli düşüşlere yol açmıştır. Neoliberal ekonomi politikalarıyla küresel kapitalist ekonominin bütün dünyada yaygınlık kazanmasıyla ücretlerdeki düşüşler giderek artmıştır. Düşük ücretle çalışmak ile kölelik arasında bir fark kalmamış gibidir. Düşük ücretler o kadar caziptir ki, büyük uluslararası şirketler yatırım yapmak ve fabrika kurmak için düşük ücretli işgücünün yoğun olduğu yerleri tercih etmektedirler. Düşük ücretlerin çoğunda çalışan kadınlar olduğu için kadınların maruz kaldığı yoksulluk, kronik bir şekilde varlığını devam ettirmektedir.

Kadınların düşük ücretli işlerde çalışmak zorunda kalmalarının çeşitli nedenleri vardır. Önemli bir nedeni, erkeklerin işsizliğidir. İşsizlik , hane halkı içindeki diğer fertleri, özellikle kadınları, düşük ücretli, sağlıksız ve güvencesiz işlerde çalışmaya itmektedir. Sanayisizleşme ve erkeklerin çalıştığı resmi sektör işlerinin yok oluşu, çoğunlukla bunu izleyen erkek göçü, kadınları parça başı işçiliği, içki satıcılığı, işportacılık,piyango bileti satıcılığı, kuaförlük, dikişmakineciliği, temizlikçilik, bulaşıkçılık, bebek bakıcılığı, fahişelik gibi yeni geçim imkanları yaratmaya zorlamaktadır.

Yasal Eşitsizlikler:

Kadın yoksulluğunun meydana gelmesinde ve devam etmesinde yasal kurallar da etkili olmaktadır. Avrupa’da kapitalizmin ilk evrelerinde yoksulları, serserileri ve hırsızları cezalandıran yasalar gibi, bugünkü yasalar da halkın dikkatini iş yaratmak,yeterli maaş sağlamak ve iş kalitesini artırmak için insanları eğitmek konularında başarısız olan ekonomik sistem üzerinde değil de, yoksullar üzerinde toplayan bir ideolojiyi sürdürmek ve yoksulları cezalandırmak üzere tasarlanmıştır. Birçok ülkede erkek-kadın arasında, hukuki açıdan eşitlik bulunduğu halde, pratik hayatta bu eşitlik pek uygulanmamaktadır. Gerek işe alma konusunda olsun, gerekse verilen ücret meselesinde olsun kadınlarla erkekler arasındaki eşitsizlikler hala varlığını sürdürmektedir. Yasal kurallar bazen kadına yönelik şiddet ve suç unsurlarının artmasına da neden olmaktadır. . Hane Reisinin Kadın Olması:

Hane reisinin kadın olması, haneyi genellikle olumsuz yönde etkilemektedir. Yapılan araştırmalar, hane reisinin kadın olduğu ailelerin diğer ailelere göre yoksulluğa daha fazla maruz kaldıklarını göstermektedir. Avrupa refah devletlerinde bile yoksulluk, hane reisi erkek olan ailelere oranla kadın reisli ailelerde daha yüksektir. Hane reisinin kadın olduğu hane halkları, Üçüncü Dünya Ülkeleri’nde de (özellikle kentsel alanlarda) yoksulluğun yoğun olduğu bir hane halkı türüdür . Bunun yanı sıra, kadın yoksulluğunun artmasında, Amerika ve Avrupa’da 60 yaş ve üstü kadınların büyük oranı, kadınların daha uzun ömürlü olması,bekar annelerin toplum tarafından kabul görmesi, kadınların ekonomik hayata girmeleri ve kendi evlerini kendilerinin oluşturması gibi etmenler de etkili olmaktadır .

Kadın yoksulluğunun diğer nedenleri maddeler halinde kısaca şöyle özetlenebilir

Nüfus artışı.

Erkeklerin göçü.

Artan sayıda aile parçalanması.

Düşük verimlilik.

Boşanma.

Kapitalizmin içinde bulunduğu ekonomik kriz ve yapısal uyum

politikaları

Kadınların maruz kaldığı fiziksel ve psikolojik

şiddet.

SONUÇ

Yoksul Kadınlar , mahrumiyetlerinin ve dezavantajlı konumlarının acılarını en çok yaşadıkları evlerde ve toplumsal yaşam alanlarında hissetmektedirler. Hayat yoksullar için gerçekten çok zordur; fakat kadınlar söz konusu olunca,bu zorluk ikiye katlanmaktadır. Evi geçindirme, çocukların bakımı ve eğitimi, sağlık sorunlarını tedavi etme, gündelik hayatın değişik etkinliklerine katılma gibi hususlarda, yoksul kadınlar birçok güçlükle karşılaşmaktadırlar. Geleneksel anlayış, yoksul kesimlerde oldukça yaygındır. Erkek evin reisidir ve ailenin geçimini sağlama rolünü üstlenmiştir. Çalışan ve iş güç sahibi olduğu için, dışarıyla ilişkili olan erkektir. İşsizlik durumlarında bile evde oturmak erkeklere yakışan bir davranış değildir. Bunu ne erkek gururuna yedirir, ne hane kadını hoş karşılar, ne de toplum onaylar.

Ülkemizde kadının yoksulluğu ekonomi ve ataerkil kültürel sistem sayesinde yaşanmaktadır. Kadın ve erkek arasında toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanmadan, yoksulluğun giderilmesi mümkün görünmemektedir. Kamusal alandan özel alana kadar kadının her alanda karşılaştığı ayrımcılık, eşitsizlik,adaletsizliğin ve kadına yönelik şiddetin giderilmesi için devletlerin politikalar belirleyerek tepeden tırnağı bütün toplumsal yapıların bu politik bakış açısıyla yenilenmesi gerekmektedir.

KAYNAKÇA;

1-AÇIKGÖZ Reşat Yardım ve Dayanışma Dergisi 2010 Kadın Yoksulluğu Üzerine Bir İnceleme

2-DUYAN Çamur Gülsüm Aile ve Toplum Dergisi 11.cilt 6.sayı 2010 Yoksulluğun Kadınlaşması

3-KONUK Bahar Avrupa Birliği Hukukunda Cinsiyet Ayrımcılığına İlişkin Temel Kavramların Değerlendirilmesi

4-TİRE Olcay Mavi Atlas 2017 Toplumsal Cinsiyet Rolleri Açısından Türkiye’de Kadın Yoksulluğu

Bunları da sevebilirsiniz