Çıkmaz Sokak

Toplumsal olarak bir debdebenin içinde bulunmaktayız. Ekonomik olarak yaşanılan darboğaza her gün bir yenisi ekleniyor. Daha kötü ne olabilir ki demeye kalmadan bir başka felaketle karşı karşıya kalıyoruz. Birçok insan çıkmaz bir sokağa girmiş ve kendine yol bulmaya çalışır halde. Böylesi bir çıkmazda paldır küldür bir seçime doğru gidiliyor.

Maalesef bu seçim süreci aday kim olmalı sorusundan öteye gidemiyor. Kişi üzerinden bir söylem geliştiriliyor. Hala kişilerin etnik kimlikleri ve dini inanışları üzerinden gündem yaratılıp sonuca varılamayan tartışmalar yapılıyor. Ne yazık ki bu durum, ülke tarihimizin onulmaz yaralarından biri. Karizmatik, toplumun genelinin etnik kimliğine ve dini inancına göre devlet başkanı seçme sevdasının ülkeyi ne hale getirdiğini iliklerimize kadar yaşıyoruz.

Oysa bu kadar çürümüşlük ve kokuşmuşluk içinde öncelikle bakılması gereken kişiden çok kişinin izleyeceği yol olmalıdır. Birçok aile, evine bırakın et almayı ekmeği bile hesaplayarak alıyor. Fakat ekonomik anlamda tek doğru adım atılmıyor. Atılan adım ise tabiri caizse doğruyu söyleyen kesimi susturup daha çok milletin tepesine binmek. Sansür yasası bunun en önemli adımı. Ekonomik olarak eli kolu bağlanan insanların ağızlarına, sansür yasası ile bant çekeceklerini sanıyorlar. Ellerinden gelse insanların zihinlerini okuyup düşünmelerine de fırsat vermeyecekler. Kendi kendine yeten ülkeden kendini tüketen bir ülkeye dönüşmüş durumdayız.

Tüm bunlara bakıldığında öncelikle muhalefet oluşturduğu masaya, izleyeceği yol haritasını istikrarlı ve net bir şekilde koymalıdır. Dikkati, adayın isminden çok seçimden sonra bu ülke nasıl düze çıkarılırın yol ve yöntemlerine çekmelidir. Ciddi anlamda umutsuz ve agresif bir kitle oluşmuş durumda. İnsanlar bırakın geleceklerini, yarın ne olacak onu bile kestiremiyorlar.

Bu nedenle bu seçim, tartışılan konulardan ve saçmalıklardan çok daha fazlasını ifade ediyor. Tarih profesörü Ali Yaycıoğlu, tarihten çok güzel bir örnek ile durumu özetliyor:

Büyük Avrupa tarihçisi A. J. P. Taylor 1848 Devrimleri sırasında Almanya’nın burjuva ve işçi sınıfının beraberce yürüteceği bir demokratik dönüşümün tüm koşullarıyla hazır olduğunu ama bunun gerçekleşmediğini anlatır. Orta sınıf ve işçi sınıfı arasındaki bölünme, güçlü Alman ve Avusturya aristokrasinin aradan sıyrılıp, 1848 Devrimlerini kendi lehine çevirmesiyle sonuçlanır. A. J. P. Taylor, 1871’de Prusya ve Almanya federasyonlarının birleşik Almanya’yı kurduğunu ama 1848’de kaçırılmış o fırsatın demokratik ve liberal değerler üzerine inşa edilmiş bir Almanya yerine otokratik bir Almanya’ya yol açtığını anlatır. Ona göre Nazizm’e giden o korkunç macera böylece 1848’de kaçırılan o fırsatla başlar. Tarihçi şöyle der: 1848’de Almanya tarihi bir dönemece gelmişti ama bu dönemeçten dönmeyi beceremedi. (German history reached its turning-point and failed to turn.)”(1)

Dilerim biz bu dönemeçten dönmeyi becerebiliriz…

  1. https://gazeteoksijen.com/yazarlar/ali-yaycioglu/2023-endisesi-artarken-163524

Bunları da sevebilirsiniz