“Mikro” Mücadele 2: Düzenbazlıkla Mücadele

Konumuz halkın kandırılması. Bu duruma karşı sol, mücadelesini birkaç cepheyle sınırlı tutuyor: 1) Evrim Karşıtlığı 2) Kapitalizmin genel siyasal söyleminin çarpıklığı 3) Zorunlu din eğitimi.

Düzene dâhil olan düzenbazlıklar bunlarla sınırlı değil. Kamunun imkanlarıyla, kamu adına okullarda evrim karşıtlığının yayılması veya bu yönde “eğitim” verilmesi, daha doğrusu gericiliğin propaganda yapması elbette kabul edilemez. Fakat halkımızın dertlerini ve eğitim durumunu düşündüğümüzde, bu cephedeki mücadelenin halk nazarında anlamlı görünmesi zor. Gerçi bu zorluk bizi durdurmamalı. Evrim karşıtlığına karşı var gücümüzle çalışmalıyız.

Gelgelelim, hemen her ideolojiden insanı tehdit eden başka düzenbazlıklar da mevcut. Bunların bazıları ayyuka çıkmış durumda: Çiftlik Bank, sahte kriptopara kampanyaları vb. Benim odaklanacağım düzenbazlıklar çok “mikro” olup etkisi çok kapsamlı olanlar.

Gelin bakalım.

Hacamat Meselesi

Canan Karatay ile Tabip Odaları arasındaki ilişki hepimizin malumu. Canan Karatay’ın dediklerinin doğruluğunu tartışacak değilim. Türkiye kamuoyu bu meseleyle epeydir ilgilendi, ilgileniyor. Karatay’ın destekçisi olanlar da var karşıtları da var. İstanbul Tabip Odası, bildiğiniz üzere Karatay’ı defalarca eleştirdi, savunmasını istedi, hatta Karatay’a ceza kesti. Tarafların haklılığından bağımsız olarak bu konuyu ele aldım, çünkü gelmek istediğim konu başka.

Aklın, modern bilimin savunucusu olan herkesin uzlaştığını düşündüğüm bir başka ihtilaf var: Hacamat uygulamaları. Tabip odası defalarca bu uygulamaların çağdışılığı konusunda açıklama yaptı. Hatta Hacamatçılar, Tabip Odalarına karşı protesto mitingleri düzenlediler.

2013 yılında hükme bağlanmış bir dava var: İstanbul Tabip Odası vs. Süleyman Gök davası. Bu davanın konusu, Süleyman Gök’ün doktor olmadığı halde hacamat tedavisi yapmasıdır. 1219 sayılı Kanun’a göre doktor olmayan kişilerin bu tedaviyi yapması suç teşkil ediyor. İstanbul Tabip Odası da bu kanuna dayanarak ilgili şahsı dava ediyor. Odanın hakkıdır, hakkını kullanmıştır, kamu yararı gütmüştür. Ne var ki, kanunen zorunlu olması nedeniyle Oda’ya üye hacamat tedavisi yapan çok sayıda doktor var. Bu kişilerin merkezleri, mesleki birlikleri bile var. Fakat bu kişilerle karşı Oda’nın benzer soruşturmalar açtığına tanık değiliz. İşin kötü tarafı, gayet soyut bir dille ele alınmış “Tamamlayıcı Tıp” Yönetmelikleriyle bu “tıbbi” uygulamalara kanuni kılıf da uydurulmuş. Bu yönteme başvuran hekimler, bildiğim kadarıyla, Tabip Odası kaynaklı bir soruşturmaya konu olmadılar. Demek ki halk sağlığı söz konusu olduğunda, yeterince kalabalık bir çağdışılığa, bilimdışılığa karşı Karatay’a karşı gösterilen tavrı göremiyoruz.

Hacamatın bilimselliğinden dem vuranlar olabilir. Tıbbi uygulamalara dair bilimsel incelemelerin toplu halde ulaşılabildiği PubMed portalında hacamatı savunan akademik makalelerin çoğunda ya “kesin bir şey söylemek mümkün değil, rastlantısal kontrollü araştırma yapılmalıdır” yazıyor ya da şeriatla yönetilen birkaç ülkeden yapılan yayınlarda “bizdeki sonuçlara göre olumlu etki gözlendi” türünden ciddiyetsiz ifadeler yer alıyor. Ne hikmetse, Hindistan’dan yogayı, meditasyonu alıp değerlendiren Batılı hekimler hacamatı gözden kaçırmışlar. Oysa şifa burunlarının ucunda. Bizim gibi “önyargılı bilimci-laikçi” kafalar bu şifayı bir türlü göremiyor. Yazık!

Solun bu konuda sessizliği ilginç değil mi? Ankara’nın en merkezi yerlerinde bile “hacamat”ı bir tedavi olarak sunan kliniklere rastlıyoruz. Acaba benimkisi algıda seçicilik mi yoksa solun çoğunluğu bu konuda vurdum duymaz mı? Halkın sağlığını savunuyorsak bu tür çağdışılıklara karşı hukuken gerekli bireysel ve örgütlü mücadeleyi yürütmemiz gerekir.

Konu mesleğin faaliyet alanını savunmaya gelince daha faal olan meslek kuruluşlarımız mesleklerinin özüyle ilgili pek çok şeyi es geçiyor maalesef.

Benzer bir örneği aşı karşıtlığında da görüyoruz. Aşı karşıtı olup hakkında soruşturma açılan hekim de var kuşkusuz: Bilgehan Bilge. Evet, İstanbul Tabip Odası bu zat hakkında soruşturma açtı. Fakat soruşturmanın konusu kendisinin aşı karşıtlığı değil. Soruşturma konusu, aşı karşıtlığıyla hızını alamayıp aşı yapan, yaptıran veya bunu olumlayan doktorlara “şarlatanlar” deyip hakaret etmesi ve bu doktorlar hakkında “yargılanacaklar” demesi. Oysa, aşı karşıtı yayınlar yapması nedeniyle kendisi hakkında soruşturma açılması gerekirdi. Herhangi bir kişinin aşı karşıtı olması da hoşumuza gitmeyebilir, ama uzman olmaması nedeniyle bu doğrudan bir suç oluşturmuyor. Ne var ki, doktorlar kamu görevi yürütüyorlar ve bir doktorun, hele hele bir beyin cerrahının ihtisas alanından şaşarak aşı karşıtlığının bayraktarlığını yapması düşünce özgürlüğünün ötesine geçmek oluyor. Sırf bu konu üzerinde durmamız gerekecek. Ama bu başka bir yazının konusu.

Devam edelim…

Bilgehan Bilge yalnız değil! Tabii böyle deyince slogan gibi oldu ama kendisi gerçekten yalnız değil. Daha utangaç ifadelerle de olsa başka aşı karşıtı hekimler de var ne yazık ki! Yaptıkları halk sağlığına zarar verdi, veriyor. Bu duruma karşı Tabip Odaları pozitif anlamda doğru açıklamalar yapsa da mesleklerinin saygınlığını ve halk sağlığını korumak adına daha sert ve hızlı tutum almalıydı.

Öte yandan, burada sorumluluk Tabip Odalarıyla sınırlı değil. Siyasal partilerimiz, sol örgütler bu konuda neredeyse hiçbir şey yapmadılar. Tek yaptıkları, kendi haber portallarında aşı karşıtlarını eleştirmek oldu.

Türkiye kıt kaynaklarıyla, pahalı eğitim sistemiyle, çarpık sınav yapısıyla kendi performans değerlendirme ölçütlerine göre en akıllılarını (kimilerine göre en zekilerini) tıp fakültelerine gönderiyor. Fakültede hiç görmeyecekler matematik dersinde en başarılı gençleri bu alana kaptırıyoruz. Gelin görün ki mesleğin saygınlığını koruması gerekenler kendi içlerindeki ayrık otlarını yolmuyor, onları karşılarına alamıyor. Bilim karşıtı şarlatanlar hala bu mesleğin onurunu ve halkın sağlığını tehdit edebiliyor. Sol bu konuda sessiz, dilsiz.

Hekimler böyle davranınca halk ne yapsın? En berbat komplo teorisi bile taraftar topluyor. Bir yanda Özlem Türeci ve Uğur Şahin gibi kahramanlar bir yanda safsatalara boğulmuş şarlatanlar. Mesleğin onurunu korumakla halkın sağlığını korumak ve dahası insan aklını, bilimi, çağdaş Türkiye’yi korumak gördüğünüz üzere kesişiyor. Şarlatanlıkla mücadele salt bir fikri mesele değil, gayet hayati bir mesele. Bu “mikro” sorunun da etkileri devasa.

Devam edeceğiz!

Bunları da sevebilirsiniz