Kavgaya Mahalleden Adam Çağırmak: Elmer Eric Schattschneider’dan Bize Kalanlar

Alakasız görünen birkaç cümle yazalım.

Uluslararası hukuk buna izin vermez.”

Aile içi mesele kardeşim, sen karışma.”

Sendikalar sektörlerine göre örgütlenmeli, sektör dışına çıkmamalıdır.”

Belediye başkanı belediyesine baksın, Türkiye ile sonra da ilgilenir.”

Hepsinin bir ortak noktası var, şimdi açıklayacağım. Önce arka plan.

Eric Elmer Schattschneider (1892-1971) çok da meşhur olmayan bir Amerikalı siyaset bilimci. Aslında akademik çevrelerde bir tanınırlığı varmış, 1956-57 arasında Amerikan Siyaset Bilimi Derneğinin başında kalmış. Yaşarken okuyanı da varmış elbette ama o dönemin ağır topları (Robert Dahl, Charles Lindblom, Seymour Martin Lipset, Stein Rokkan, Karl Deutsch ve dahası) ile kıyaslandığında biraz sönük kalmış. Yazdıklarının kıymeti ancak bugün anlaşılmaya başlandı.

Schattschneider bize şunu hatırlatmak istiyordu: Biz toplumsal çatışmaları, kavgaları, hatta gerginlikleri durağan şeyler gibi algılıyoruz. Sanki taraflar bir boks ringi ya da güreş minderine çıkıyor ve belirli, herkesçe kabul edilmiş ve kolay kolay da değişmeyen kurallarla mücadele ediyor. Bu görüş pek de gerçekliği yansıtmıyor. Birincisi, oyunun kuralları çoğu zaman sabit kalmıyor. Daha da önemlisi, herhangi bir mücadelede, çatışmada, çekişmede taraflar çoğu kez değişiyor. Dışarıdan dahil olanlar, sonradan çıkanlar veya saf değiştirenler. Tüm sosyal çatışmalarda kazanan ve kaybeden aslında çatışmanın ne kadar geniş bir alanda, kimleri kapsayacak biçimde yapıldığına bağlı. Örneğin bir işveren, işçi sendikası ile görüşmek yerine sadece kendi işçileriyle pazarlık etmeyi bin kez yeğler. İşçiyse arkasında sendika olsun ister. Yani, işveren çekişmeyi daha dar bir alana çekmek isterken, işçi genişletmek ister. Veya örneğin bir yere bir inşaat yapılacak ama köylüler bir türlü arsalarını vermiyor. Hay Allah. Olacak iş mi? Ne karıştırıyorsunuz gazeteyi, medyayı, sivil toplumu? Kendi arasında halletsin insanlar. Yoksa bu ülke çapında gündem olsa şimdi; parayla, iknayla çözülmez bu iş, uzar gider. Köylüler ne yapacak peki? Elbette medyayla, başka bölgelerde aynı sorunu yaşayan insanlarla, sivil toplumla kısacası akla gelebilecek tüm kurumlarla bu meselenin üzerine gitmeye çalışacak. Hep duyduğumuz, alıştığımız hikâye.

Sığınmacılar sorununda da bunu gözlemleyebiliyoruz: Sığınmacıların gitmesini isteyen insanlar bunu ulusal egemenlik ve ulusal hukuk ile gerekçelendirirken gitmemesi için uğraşanlar uluslararası hukuku da denkleme katmaya çalışıyor. Yine bir taraf çatışmayı dar alana, diğer taraf da geniş alana çekmeye çalışıyor. Belediye başkanlarının ulusal siyasete ne kadar karışması gerektiği konusunda da tartışma aynı. Bir belediye başkanı kendi şehri dışındaki siyasete karışır mı karışmaz mı sorusunun teorik binlerce cevabı olabilir. Pratik ve gerçek hayatta gördüğümüz ise çok daha net. Belediye başkanı ile benzer düşünenler karışsın, ötekiler karışmasın isteyecek. Bazen hem siyaset hem de ekonominin korkunç karmaşık yapısı bu denli basit, neredeyse aritmetik gerçeklere dikkat etmemizi engelleyebiliyor. Şöyle bir nefes alıp bir adım geriden bakmak lazım belki de.

Tüm bunları en geniş ve en dramatik haliyle düşünmeyin lütfen. Bizans entrikaları veya Brezilya dizilerini düşünmeye gerek yok. Bazen gündelik hayatımızda bile karşımıza çıkıyor böyle şeyler. Aynı durumu aile içi çatışmalarda da görüyoruz. Feminist kuramcıların yıllardır “kişisel olan politiktir” söylemi de bunun bir tezahürü aslında. Yüzbinlerce insan “sadece aile içi meseledir” diye şiddetin pek çok farklı türüne ses çıkarmıyor. Feministler de çatışmayı daha geniş bir cepheye yaymak istiyor: Aile içinde olan sadece aile içinde değildir. Kişisel olan aynı zamanda politik alanın bir parçasıdır. Elbette aile içinde ne isterse onu yapmak isteyen birey de bunun hiç de politik bir mesele olmadığını, meselenin sadece kendisini ve ailesini ilgilendirdiğini söyleyerek çatışmanın alanını küçültmeye çalışacaktır. Hatırlarsınız, sosyal medya işin içine girince normalde kimsenin ruhu duymayacak davalar gündem oldu, belki de tutuklama, hatta hüküm çıkmayacak duruşmaların kaderi değişti. “Depolitize” olmuş, politikanın dışına itilmiş görünen meselelerde bile kazanan ve kaybeden aslında tarafların nasıl bir formasyona girdiğine bağlı. Kavgaya kim girecek, kim giremeyecek? Mesele biraz da bu. Sadece güçlü olan kazanmıyor. Gündemi ve belki daha da önemlisi gündemin etrafında “kapışacak” olan tarafları belirleyebilen kazanıyor. The Semisovereign People [Yarı Egemen Halk] kitabında Schattschneider, bu tarafların nasıl belirlendiğini, kimin hangi kavgalara dahil olduğunun ve bu durumun nasıl bir güç dağılımı yarattığını anlamanın siyaseti de daha iyi anlamaya yaradığını söylüyor.

O yüzden artık sürekli, bakkalda para üstüne dair çıkan ufak tartışmalardan uluslararası ilişkilere kadar her şeyi bu dinamizmi göz önüne alarak düşünmeye başladım. Kafam daha çok karışıyor ama hiç olmazsa daha gerçekçi analizler yapabildiğimi fark ediyorum. Sizler ne dersiniz? Toplumsal kavgalar ne kadar hareketli, ne kadar durağan? Gerçekten uyuşmazlıkların kapsamı ve tarafları genişledikçe ya da daraldıkça sonuç değişiyor mu? Yoksa Schattschneider bizi mi kandırıyor? Gerçeği daha iyi anlamak için bu tartışmaya bunu okuyan insanları da davet ediyorum; çemberi, alanı genişletelim. İşimize gelirse sonra da daraltırız. Herkesin yaptığı şey sonuçta.

Bunları da sevebilirsiniz