Enseyi Karartmayalım

Tarlada, pazarda, bahçede, yolda, durakta başınız; düşünceli düşünceli önünüze düşüp duruyorsa, enseniz kararır…
Başınızı dik tutun, enseyi karartmayın.
Ve olup bitenlerle, olup biteceklere de, hiç mi hiç şaşırmayın.” yazmıştır Çetin Altan 19 Mart 2003 tarihli yazısında.(1)

Enseyi karartmayın” deyiminin Çetin Altan’ın yazılarında sık olarak kullandığı ve dilimize kazandırdığı söylenir. 9 Mayıs 2012 Ense adlı yazısında “Enseyi karatmayın” derken ne demek istediğini açıkça yazar:

Rumelililer efkârlı gördüklerine:
-Enseyi karartma, derlerdi.
Yüz zaten kararabileceği kadar kararıyordu. Karanlık, enseye de geçti mi, iflah olmak artık kolay değildi.”(2)

Başımızın dik, umudumuzun diri olması gerektiğini anlatmaya çalışan Çetin Altan bile şu yaşadığımız günleri görse bu sözü söylerken bir kez daha düşünürdü sanırım.

Yine de artık her anlamda sıcak ve yakıcı yaz günlerine girdiğimiz şu günlerde insanların zihinlerini bir an olsun rahatlatacak önerilerimi yazmak istedim. Umarım kaygı ve anksiyetenin her yaşta baş gösterdiği bu zorlu günlerde bir nebzede olsa enseyi karartmadan uzaklaştırabilecek öneriler olur.

Film Önerisi:

Üç filmden oluşan bir seri olacak ilk önerim. Polonya’lı yönetmen Krzysztof Kieslowski’nin üç renk üçlemesi olarak adlandırılan seri Mavi, Beyaz ve Kırmızı adlı filmleridir.

Bu üç renk isimlerini Fransız bayrağından alır ve aynı zamanda Fransız Devrimi’nin oluşturduğu özgürlük, eşitlik ve kardeşliği temsil etmektedir. Birbirinden bağımsız konuları işleyen bu serinin etkileyici yanlarından biri de Polonya’lı besteci Zbigniew Preisner’in eşsiz müzikleridir.

Benim en çok sevdiğim sahne ise Beyaz’da geçmektedir. Bunalımda olan Mikolaj kendisi cesaret edemediği için intihar edemez ve Karol’a para karşılığında kendisini öldürmesini teklif eder. Karol istemeye istemeye de olsa çaresizlikle teklifi kabul eder. Arkadaşının mutsuz ve acı çektiğini gören Karol, Mikolaj’ın da zorlamasıyla silahı onun kalbine dayar ve tetiği çeker. Fakat silah boştur. Mikolaj ise her ne kadar boş mermi sesiyle sarsılsa da ölümle burun buruna gelmiş olur. Sonrasında ise bambaşka bir ruh haline bürünür. Mikolaj ve Karol arasında şu diyalog geçer:

Mikolaj: Kendimi yeniden çocuk gibi hissediyorum.

Karol: Bende.

Mikolaj: Artık her şey mümkün.

Ve sonrasında koca bir çığlık atar.

Serinin üç filminde de karakterlerin içsel dünyalarına yolculuklar yapılır. Siz de bu yolculuklara eşlik etmek isterseniz serinin üç filmini tercih edebilirsiniz.

Podcast Önerisi:

Podcast sözcüğü, broadcast ve pod kelimelerinin birleşiminden oluşur. Broadcast canlı yayın anlamına gelir. Pod sözcüğü ise esasen tohum, kapsül ve koza kelimelerini tanımlar. Ancak podcast’ler ilk ortaya çıktığında iPod’lar aracılığıyla dinlenmek üzere tasarlandığı için podcast terimindeki pod sözcüğü iPod’a atıf yapar.(3)

Her ne kadar böyle tanımlansa da ben modern radyo olarak görüyorum Podcast programlarını. Onlardan farkı, dinleyeceğimiz şeyi istediğimiz zaman dinleyebilme özgürlüğüne sahip olmamız. Günümüzde herkesin cebinde olan akıllı telefonlar aracılığıyla ve internet bağlantısının sağlanmasıyla kolaylıkla her yerde dinleniyor olması podcastleri cazip kılıyor. Bir yerden bir yere giderken, evde yemek yaparken veya sakince oturup denizi izlerken iki kişinin sohbetine ortak olabiliyorsunuz.

Bu sohbetlerden en çok sevdiklerimden biri:

Gazeteci Nilay Örnek’in her bölümünde bambaşka hikayelere ve hayatlara ışık tuttuğu Nasıl Olunur? adlı podcast serisi. En son 156. Bölümü yayınlanan bu seride Nilay Örnek farklı alanlarda uzman ve öne çıkan kişilerle bir saati aşkın sohbetler yapıyor. Bu sohbetlerde kişilerin çocukluklarından bu yana hayat hikayelerine tanıklık ediyorsunuz. Kimi zaman kendi hikayenize benzer noktalar buluyor kimi zaman da bambaşka bakış açıları görüyorsunuz. Kendi ilgi alanızdan veya farklı alanlardan birçok konuda deneyimleri dinlemek zihninize ve ruhunuza iyi geliyor.(4)

Kitap önerisi:

Son öneri de benim en yakın arkadaşım olan kitaplardan gelsin. Önereceğim kitabın yazarını ilk kez okudum. Fakat bu son olmayacak. Kitap Hakan Günday’ın Az kitabı. Arka kapak yazısı bile aslında sizi kitabın içerisine çekmeye yetiyor.

AZ…Küçük bir kelime, büyük bir roman Diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın. Belki de çok az… O zaman şöyle demeliyim: Seni az tanıyorum… Az… Sen de fark ettin mi? Az dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi…”

Birçok toplumsal konunun da işlendiği kitapta iki farklı insanın acı ve şiddetle yoğrulan hayatı ve sonrasındaki kavuşma işleniyor. Kullanılan dil ve muazzam yapılan kurgulama sizi esir alıyor adeta ve kendinizi hikayenin içinde buluyorsunuz. Anlatılan hikayenin yakıcılığı içinizi acıtsa da büyük bir merak ve heyecanla okumaya devam ediyorsunuz. Kitabı elinizden bırakıp kapağını kapattığınızda ise karanlık bir kuyudan çıkmış gibi rahatlıyorsunuz.

Kitaptaki en etkili ve gerçek cümlelerden biri ile bitireyim: “Çünkü dünyanın en çabuk geçen, geçer geçmez de en hızlı yakalanılan hastalığına sahipti: Umut.”

  1. https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cetin-altan/hiiic-enseyi-karartmayin-5186404

  2. https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cetin-altan/ense-1537838

  3. https://www.ofmark.com/blog/podcast-nedir-podcast-nasil-dinlenir/

  4. https://open.spotify.com/show/1q6zr0Va8JXmTrcfqRTcJO

Bunları da sevebilirsiniz