Meksiko Şehri

Orta Amerika seyahatimiz için önce Meksika’ya, Paris aktarmalı uçuyoruz. İstanbul’dan Paris’e 3.5 saat ve sonrasında 11.5 saat daha süren uçak yolculuğu ile Meksiko Şehrine (Mexico City) iniyoruz. Aralık ayının son günlerinde Türkiye’deki soğuk kış günlerinden sonra, bizi burada 24 derece sıcaklıktaki hava karşılıyor. Zaman, Türkiye’den dokuz saat geride akıyor. Para birimi Pezo (MXN) ve 1 Amerikan doları (USD)=19 Meksika pezosu kurundan değişim yapılıyor. Seyahatimi gerçekleştirdiğim 2018 yılı sonunda, Meksika için normal pasaport sahipleri internet üzerinden ücretsiz e-vize alırken, yeşil pasaport sahibi olup İzmir’de yaşayanlar, İstanbul konsolosluğundan randevu alarak bireysel başvuru ile vize alabiliyordu.

Meksika, Kuzey Amerika’nın güney bölümünde yer alır, ülkemizin 2.5 katı büyüklüğünde ve nüfusu 130 milyon civarındadır. Meksika’nın başkenti ve en büyük şehri olan Meksiko Şehrinin nüfusu 9 milyon, deniz seviyesinden yüksekliği 2250 metredir. Meksika’da halk kendini Azteklerin torunu olarak tanımlar. Meksika’nın tarihi M.Ö. 8000’lere kadar uzanıyor. 1521’de İspanyol kolonizasyonu öncesinde, Aztek, Maya, Zapotec, Teotihuacan, Toltec, Olmec gibi birçok gelişmiş Mezoamerikan uygarlıklarının yurdu olmuş. Mayalar Meksika’da daha çok Yucatan Yarımadasında ve Chiapas bölgesinde, Aztekler ise Meksiko Şehrinde yaşamış. Meksiko Şehri, Azteklerin anavatanı olarak kabul ediliyor. Azteklerin şehir kurma efsanesine göre, kartalın kaktüs üzerinde yılanı yediği yerde şehri kurarlar. Meksika bayrağı bu sembolleri taşır. Serbest bıraktıkları kartal, günümüzdeki Zocalo adlı Meydanın arkasında yılanı yemiş, o nedenle Aztek İmparatorluğunun başkenti Tenochtitlan şehrini buraya kurmuşlar. 1325’de Texcoco Gölünde bir adada kurulan şehrin altı tamamen bataklıkmış.

Buradaki bir günlük şehir turumuza Ata’mızı ziyaret ederek başlıyoruz. Konsoloslukların yer aldığı Reforma Caddesinde bir meydanda Sait Rüstem tarafından yapılan, 2003’de açılan, beyaz mermerden dev bir ay-yıldız arasında Atatürk’ün heybetli heykeli yükseliyor.

Aracımızla, en fazla turistin ziyaret ettiği yer olan Teotihuacan’a doğru turumuza devam ediyoruz. Unesco Dünya Mirası listesindeki, Tanrıların yeri anlamına gelen Teotihuacan, Kolomb öncesi Mezoamerika’nın en büyük şehri ve dini merkezidir. Teotihuacan’daki piramitler aslında Azteklerden önce 7. yüzyılda yapılmış. 12. yüzyılda Aztekler buraya geldiklerinde gördükleri yapıları mezarlıklara benzetmiş. Teotihuacan’ın, Orion takımyıldızının yeryüzüne birebir yansıması şeklinde yapıldığı tespit edilmiş. Teotihuacan’daki en önemli üç piramit (Tapınak): 65 metre yüksekliğindeki Güneş Piramidi, 43 metre yüksekliğindeki Ay Piramidi ve üçüncü büyük piramit olan Quetzalcoatl (Tüylü yılan) Piramitleridir. Güneş Piramidi, Aztekler için daha kutsaldır. Güneş Piramidinin zirvesine çıkılınca dileklerin gerçekleşeceğine inanılırmış. Piramitlerde kurban törenlerinin yapıldığı söyleniyor; bir günde 20.000 insan kurban edilebilirmiş. Kurbanın kol ve bacakları rahipler tarafından tutulur, kalbi obsidiyen taşı ile çıkarılırmış. Ay ve Güneş Piramitleri arasındaki yola Ölüler Yolu deniyor; Aztekler taşları mezarlara benzettiği için böyle isimlendirmiş. Teotihuacan’ın niye terk edildiği bilinmiyor, kuraklık, kıtlık veya savaş nedeniyle terk edildiği düşünülüyor. Yapımında milyonlarca yığma taş kullanılan yapıların çoğu günümüzde restore edilmiş durumda.

Teotihuacan’a geldiğimizde önce Quetzalcoatl (Tüylü Yılan) Piramidinin bulunduğu yerde aracımızdan inerek dolaşmaya başlıyoruz. Gökyüzünde yükselen, antik şehri yukarıdan izleyen renk renk balonlar görüyoruz. Dolaşırken bir yandan bilgilendirme panolarını okuyorum: “2400 yıl önce Teotihuacan Vadisinde 6.5-9.5 kilometrekare alanda 5000 nüfuslu çeşitli kırsal topluluklar yaşardı. M.S. 200’lerde güneydeki nüfusun bir kısmı Texcoco Gölü’nün kuzeyine göç etti. Bu da vadide yeni nüfus merkezlerinin oluşmasıyla ve yerleşimlerin reorganizasyonlarıyla sonuçlandı. Böylelikle Mezoamerika’da ilk planlı şehir yerleşimi doğdu. Şehir gelişiminin sonraki dönemlerinde, Ölüler Yolu ve doğu-batı caddesi olarak iki geniş yolun hakim olduğu sokaklar ve bloklarla daha karmaşık kentleşme meydana geldi.

Zirvede olduğu dönemde şehir 37 kilometrekare alana sahip ve 175.000 nüfusludur. Sadece Teotihuacan Vadisini değil komşu diğer vadileri de kontrol eden teokratik bir toplumdur. 900 yıl boyunca şehrin kendi üzerinde farklı yapı evreleriyle nasıl büyüdüğü görülüyor. 700-750 yıllarında düşmesine kadar, Teotihuacan kültürünün farklı gelişme evreleriyle bağlantılı olan üst üste binalar görülüyor. Şehir yıkıldıktan sonra, İspanyollar gelinceye dek Toltekler ve Aztekler gibi çeşitli kültürel gruplar kutsal bir şehir olarak buraya saygı gösterdiler, çevresinde yerleşimler kurdular.”

Yan yana sıralanmış hediyelik eşya tezgahlarına baka baka Quetzalcoatl Piramidine gidiyor ve ön tarafındaki kademeli platformun basamaklarından yukarıya çıkıyoruz. 150-200 yılları arasında yapılmış olan bu piramit, Ay ve Güneş Piramitlerinden çok daha küçük. Platformun arka tarafındaki merdivenlerinden inerek piramidin duvarını yakından görüyorum. Tapınakta, taşa oyulmuş deniz kabuklarının arasında hareket eden Tüylü Yılanlarla desenli duvarlar bulunuyor. Tüylü Yılanların merdiven kenarları boyunca uzanan gövdeleri çiçeğe girerken, başları bir çiçeğin yaprakları arasından çıkıyor. Bunun yanı sıra duvarlarda çenesi olmayan büyük dişli canavar figürleri de görülüyor.

Quetzalcoatl’ın, yeryüzünde insan aktivitelerinin yaratıcısı olduğu, toprağı ve takvim bölümlerini oluşturduğu kabul edilir. Bu nedenle, tapınağın zaman kavramına adanmış olabileceği düşünülür. Quetzalcoatl Tapınağının altında ve çevresinde, 150-250 yılları arasına tarihlenen ve tapınağın yapımına başlandığında adak olarak kurban edildiğine inanılan birçok insan gömüsü bulunmuş.

Piramidi dolaştıktan sonra park yerinde aracımıza binmeden önce, yüksek bir direğin üzerinden, bir ayaklarına bağlı uzun iple baş aşağı sarkarak dönen, geleneksel dansçıları izliyoruz.

Aracımıza geçerek Ay Piramidine doğru gidiyoruz. Jaguar Sarayı ve Kelebekler Tapınağının yakınındaki giriş kapısında aracımızdan inerek yürümeye başlıyoruz. Burası ordunun konuşlandığı asker kışlasıymış. M.Ö. 100-200 tarihli yapıda kırmızı orjinal taşlar, duvarlarında resimler görüyoruz. Templo de los caracoles emplumados adlı tapınağın üzerindeki piramidin üç tarafında çok renkli duvar resimleri, yeşil kuş işlemeli paneller bulunuyor. Gövde şekilleri papağan gibi olmasına rağmen bu yeşil kuşların Quetzal oldukları varsayılır. Tapınağın iç duvarında orijinal boyalı halkaları ve altındaki yeşil kuşu görüyoruz. Tapınaktan çıkıp yürüyerek tipik Teotihuacan evinin önünden geçiyoruz. Palacio Quetzalpapalotl ‘ın yan tarafındaki merdivenlerden inerek Ay Piramidine doğru yürüyoruz.

Ay Piramidini karşıdan fotoğrafladıktan sonra Ölüler Yolundan Güneş Piramidine doğru yürüyoruz.

Şehrin ana caddesi olan Ölüler Yolu, Güneş Piramidi ve kale gibi ana binalar ile komplekslerin yanından Ay Piramidine yürümek için kullanılmış. Ölüler Yolu, şehir merkezinde doğu-batı caddesiyle kesişir ve böylelikle şehir dört bölgeye ayrılır. Yönetim merkezi olan kale, şehrin merkezinde yer alır. Ölüler Yolunun iki tarafında yer alan binalar, Teotihuacan eyaletinin politik, yönetim, dini, kent aktiviteleri için yapılmış saraylar ve tapınaklar ile başta rahipler olmak üzere sosyal olarak üst düzeydeki kişilerin konutlarıdır.

Ölüler Yolundan yürüyerek Güneş Piramidine geliyoruz. Güneş Piramidi, 100-650 yılları dönemindeki yapılar arasında en büyüğü ve İspanyol öncesi dönemde Mezoamerika’daki yapıların en önemlilerinden biridir. Bu devasa anıtta Güneş tanrısına ibadet edildiğini düşündüren 16. yüzyıldaki bilgilere göre, güneşe adanmış tapınak olduğuna inanıldığı için ismi buradan gelir. Yeni yorumlamalarla bu tapınağın su tanrısı Tlaloc’a adandığı öne sürülmüş. Solid yapıdaki bu anıt, Tzacualli döneminde 1-100 yıllarında yapılmış, 100-250 yıllarında ön cephesine U şeklinde platform eklenmiş ve sonra ona paralel olarak kuzey ve güney yanına iki tapınak yapılmış. Piramidin tepesine de dini törenlerin gerçekleştirildiği tapınak yapılmış.

Güneş Piramidinin bulunduğu alan çok daha kalabalık, önünde çok sayıda hediyelik eşya tezgahları yer alıyor. Önce piramidi karşıdan gören platformdan fotoğraf çekiyor, sonra uzun bir kuyruğu izleyerek dik taş merdivenlerinden piramidin yukarısına doğru tırmanmaya başlıyorum. Bir süre çıkmaya devam ettikten sonra fotoğraf çekip aşağıya iniyorum. Aşağıda çıkış kapısına kadar sıralanan tezgahlardan hediyelik alışverişi yapıyoruz.

Yemek molasından sonra Ulusal Antropoloji Müzesine gitmek için aracımızla şehir merkezine dönüyoruz. Bir saat sonra şehir merkezinde, Chapultepec Parkı içinde 1964 yılında yapılmış olan Antropoloji müzesine geliyoruz. Orta Amerika kültürlerine ışık tutan, zengin antropolojik, etnografik, arkeolojik koleksiyonlar barındıran Ulusal Antropoloji Müzesinin girişinde üstte ulusal arma görülüyor. Müzenin büyük avlusunda, aynı zamanda çeşme olan ve üzeri Meksika tarihini yansıtan kabartmalarla dekore edilmiş tek sütun üzerinde şemsiye gibi çatılı bir yapı karşımıza çıkıyor. Bu yapı, Meksika halklarının bir çatı altında birleştiklerini temsil ediyormuş. Avlunun çevresinde 12 arkeoloji salonu sıralanıyor, Antropolojiye giriş, Mezoamerika, Orjinler, Preklasik, Teotihuacan, Toltec, Meksika, Oaxaca, Körfez Kıyısı, Maya, Kuzey Meksika, Batı Meksika salonları ve üst katta Etnografya bölümleri bulunan, İspanyol öncesi dönemlere ait eserlerin sergilendiği müzeyi yılda 6 milyon turist ziyaret ediyormuş.

Antropolojiye giriş salonunda insan ırkının çeşitlilik ve birliğine adanan bir duvar resmi dikkati çekiyor. Meksika’nın en eski sanat eserinin, binlerce yıl önce prehistorik insanlar tarafından fosil devesinden bir parça kemik ile yapılan, çakal şeklinde bir ritüel mask olduğunu öğreniyoruz. Mezoamerika salonunda Mezoamerika’nın kültürel sanatsal ve arkeolojik özellikleri özetleniyor. Orjinler salonundaki duvar resminde pleistosen dönemdeki başlıca hayvanlar görülüyor. Amerika kıtasının insanlarının kökenini, daha çok kuzey ve kuzeydoğu Asya’dan gelenler, daha az olarak Okyanusya ve Afrika insanları oluşturur. Preklasik salonunda Mezoamerika’nın antik dini kültleri ve ilk tören merkezlerinden materyallerle, Meksika’nın merkez platosundaki tarım topluluklarının gelişimi gösteriliyor. M.Ö. 600. yıllardan itibaren, yağmur tanrısı ve ateş tanrısına tapınılan ilk piramitler görülmeye başlıyor. Teotihuacan salonunda Teotihuacan kazılarında bulunan ve Mezoamerika’daki en eski pre-hispanik (İspanyol öncesi) şehrin gelişimini gösteren en önemli arkeolojik objeler sergileniyor. Salondaki en seçkin örneklerden biri, tanrıça Chalchiuhtlicue’nin anıtsal heykeli. Bu salonda Tüylü Yılan Piramidinin cephesinin, orijinal renklerindeki replikası da yer alıyor. Toltec salonunda 750-1200 yıları arasında Tolteclerin, Quetzalcoatl gibi antik kültleri ve metallerin ilk kullanımına dair arkeolojik ve sanatsal kalıntıları sergileniyor.

Meksika salonu müzenin en büyük salonudur. Meksiko Şehrinin altında keşfedilen Tenochtitlan’dan (1300-1521) kalıntıların sergilendiği bu salonda Güneş taşı ve Coatlicue’nin anıtsal heykelleri yer alır. Chapultepec’in sembolü olan çekirge şeklindeki oyma, Ay tanrıçası Coyolxauhqui ve Meksikalıların askeri zaferlerini taşa işlemesinin bir örneği olan 1.Moctezuma’nın taşı (Cuauhxicalli) bu salonda yer alıyor. Rüzgar tanrısını sembolize eden hamile maymun şeklindeki obsidiyen vazo ise müzenin en değerli objesi olarak tanımlanıyor.

Aztek takvimi olarak da bilinen Güneş taşı, Meksikalılar için en önemli arkeolojik eser ve ikinci ulusal arma gibi değerlendiriliyor. İspanyol öncesi dönemin kozmogonik ve takvimsel bilginin özeti olarak ifade ediliyor. Diskin merkezinde, toprak deliğinden çıkan, bir çift insan kalbini tutan ve kurban bıçağına dönüşmüş dilini gösteren Xiuhtecuhtli’nin yüzü görülür. Beşinci güneşin öncesindeki dört güneşle, sırayla yazılmış 20 günlük işaretler dizisi ile çevrili olan bu yüz, sonraki halkada simetrik olarak sivri noktaların eşlik ettiği dört ışınlı güneş figürüyle çerçevelidir. Diskin en dış halkası iki Xiuhcoatl (Ateş yılanı) ile çevrilidir. Salonun bir duvarında Tlatelolco pazarı maketi bulunuyor. O dönemde Tlatelolco pazarı, her gün 30.000 kişinin mallarını değiştirdiği en önemli yerli pazarıymış.

Salonun dışındaki duvarda, antik Mezoamerika’daki bir ritüel sporda, içinden topların geçirildiği halkalar sıralanıyor. Meksikalılar için kutsal top oyununun ismi, topun yapıldığı kauçuktan türeyen bir kelime olan Ullamaliztli’dır. Toplar, ön kol veya kalça ile vurularak bu deliklerden geçirilmelidir. Bazen bu oyunlar insan kurban etme ile sonlanırmış.

Oaxaca salonunda, Zapotec ve Mixtec olarak iki önemli kültürün geliştiği bölgeden örnekler sergileniyor. Körfez kıyısı bölümünde, bölgedeki en eski kültür olan Olmecler’in (M.Ö. 1200-600) anıtsal taş heykellerinin en önemli örneklerinden biri olan güreşçi heykeli ile Olmec liderinin taştan devasa başı yer alıyor.

Maya salonunda Maya insanlarının arkeolojik ve sanatsal eserleri sergileniyor; Maya mimari dekorasyonun iyi bir örneği olan Güneş tanrısı görüntülü büyük sıva cephe, en uzun yaşayan Kral Pacal’ın mezar replikası ve Palenque’deki orijinal mezarından çıkarılan yeşim mücevher, deniz kabuğu ve kaya kristali çalışmaları bulunuyor.

Salonları ziyaret ettikten sonra, şehrin kalbi olan ve Zocalo olarak bilinen Anayasa Meydanına doğru gidiyoruz. Zocalo, meydan anlamına geliyor. Reforma Caddesinin başladığı yerde bir sütun üzerinde altın rengi melek heykeli yer alıyor. Bu heykel, bağımsızlığın 100.yılı için 1920’da yapılmış. Yılbaşı kutlamaları esnasında bu cadde, meydana kadar trafiğe kapatılırmış.

Dünyanın en büyük meydanlarından biri olan Zocalo’nun kuzeyinde Teocalli olarak bilinen Azteklerin tören merkezi yer alıyormuş. 1520’lerde İspanyollar, Aztek yapılarını yıkıp o taşlarla meydanı ve binaları yapmışlar. Meydanın kuzeyindeki, Meksika Şehrinin en eski kilisesi olan ve Aztek tapınağının yerine inşa edilen Metropolitan katedralinin yan tarafında aracımızdan iniyor ve katedrale yürüyoruz. Katedralin iki tarafı eğimli, ortadaki şakül binanın ne kadar kaydığını gösteriyor. Meydanın doğu kenarında başkanlık sarayı, güneyinde hükümet ofisleri, batı tarafında oteller ve dükkanlar yer alıyor. Kalabalık meydanın ortasında hediyelik eşya tezgahlarının sıralandığı çadırlar kurulmuş. En yüksek bina olduğu söylenen Latin Amerika kulesi meydandan görülüyor. Meydanda biraz dolaşıp fotoğraf çektikten sonra, katedalin karşı tarafında alışveriş merkezinin beşinci katındaki Cafe Mirador’a çıkıyoruz. Tüm meydanın manzarasına hakim olan kafede, meyvalı margarita çeşitlerinden tadarak meydanı yukarıdan izliyoruz.

Aracımıza dönerek Garibaldi Meydanına gidiyoruz. Burası Mariachi adı verilen geleneksel giysili yerel müzisyenlerin her zaman bulunduğu meydan. Bir Mariachi grubundan dinleti izledikten sonra, meydanda biraz dolaşıp James Bond filminin bir sahnesinin çekildiği Tenampa kafeyi de gördükten sonra buradaki bir günlük turumuz sonlanıyor. Meksiko Şehrinde, dünyaca ünlü Meksikalı ressam Frida Kahlo’nun özel eşyalarını ve anılarını barındıran, 1958’den beri müze olan La Casa Azul (Mavi Ev) ile Diego Rivera’nın ulusal saraydaki duvar resimleri ve Mural Müzesi de görülmeye değerdir. Ertesi sabah seyahatimiz uçakla Guatemala’ya devam ediyor.

Bunları da sevebilirsiniz