Dünyada 2022’nin 2021’deki İzleri

 

Dünya küçüldükçe zaman daha hızlı akıyor. Yıllar, eskiden on yıllarda anca gerçekleşen olaylara tanıklık ediyor ve küçüldükçe dünya, sorunlar büyüyor. 2021 de böyleydi. Geride bıraktığımız ve bırakamayacağımız irili ufaklı birçok şey yaşandı. Dünyamız bir yaş aldı. Biz yine ders almadık. Bu yazımda, 2021’de dünya siyasetinde olup bitenlerden geride bırakamayacaklarımıza değinmek istiyorum.

ABD’de Biden İktidarı

2021’de geride bırakamayacaklarımız listesinin açılışını hiç kuşkusuz ABD’de Biden’ın başkan seçilmesi yapıyor. Sıradan bir ABD genel seçimi diyemeyeceğimiz kadar önemli bir tarihsel dönemeçte yaşandı bu seçim. ABD’deki karikatür hükümetin sona ermesinin ötesinde anlamları olduğu da kuşkusuz. Her ne kadar, Biden kendisini iktidara taşıyan rüzgarın gücünü çoktan kaybetmiş gibi dursa da, dış politikasının tüm dünyayı etkileyecek sonuçları olacağı tartışmasız. Biden dünyadaki mevcut güç kümelenmelerini ideolojik bir kavramsallaştırmayla ele alıyor. Biden’ın ideolojik eksenleri “demokrasi ve otoriterlik”. Bu politikası devletleri bu eksenlerden birisine yerleşmeye zorladığı için kutuplaşmayı derinleştirici bir niteliği olacak ve biz önümüzdeki yıllarda bu türden “ideolojik” politikaların sonuçlarıyla yüzleşiyor olacağız.

Taliban geri döndü

Biden dış politikasının 2021’de dünyayı yakından ilgilendiren en yakıcı sonucu elbette Afganistan’dan çekilme süreci ve sonrasında yaşananlar oldu. Şimdilik ortalık süt liman gözükse de Asya’nın kalbinde patlamaya hazır bir bomba olduğu asla unutulmamalı. Taliban’ın yönetimi ele geçirmesiyle Afganistan, emperyalizm karanlığından orta çağ karanlığına gömüldü. Afganistan’da istikrar sağlanması pek bir ihtimal dahilinde değilse de istikrarın bölgeye ne denli ve hangi şiddette yayılacağını bize zaman gösterecek. Taliban yönetiminin meşruiyet elde etmek için Çin, Rusya ve İran gibi devletlerle işbirliği zemini araması ise dünyadaki kutuplaşmanın daha derinleşeceğinin sinyallerinden.

Saflar belirginleşiyor: İran ŞİÖ’de

Dünyadaki safların belirginleştiğinin diğer bir göstergesi ise 2005’ten beri Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) üyeliğini bekleyen İran’ın ABD’nin Afganistan’dan çekilmesinin hemen ardından örgüte tam üye olması. İran nükleer programı ve İslamcı ideolojisi nedeniyle ŞİÖ kapısında uzun yıllardır bekliyordu. Ancak Taliban yönetiminin bilinmezliklerine karşı bölgedeki istikrarın güçlendirilmesi gereği Rusya ve Çin gibi devlerin ivedilikle İran’ı saflarına katmasını gerektirdi. Elbette ABD’nin bölgeden çekilmesi sürpriz değildi ve elbette İran’ın üyeliği bir gecede kararlaştırılmadı. Ancak Amerikan karşıtı radikallerin adayı İbrahim Reisi’nin cumhurbaşkanı seçtirilmesi sonrasında gelen bu gelişme, zamanlaması itibariyle, hem İran’daki Amerikan karşıtlarını hem de bölgedeki ABD müdahalelerine karşıt aktörlerin cephesini güçlendiren bir hamle oldu.

Batı” ittifakında çatlak

Karşı cephede ise yarılma var. Biden iktidara gelişinden sonra ABD’yi Batı ittifakının lideri yapma iddiasıyla hegemonik bir role soyundu. Çin’e karşı “müttefiklerle” birlikte mücadele stratejisini uygulamaya koydu. G-7 ve AB ile temasları, gündeminin önemli maddesi haline getirdi. G-7 ülkelerine “demokratik Kuşak-Yol” inşa etme projesi sunarak Çin’in ekonomik çevrelenmesi stratejisini uygulamaya soktu. Ancak, Biden’ın Çin’e karşı demokrasi bloğu zorlaması AB gerçekliğine takıldı. ABD’nin AB ekonomisindeki Çin’in yerini tutabilmesinin mümkün olmadığının farkında olan AB ülkelerinin işi zorlaştı. Trump döneminde güçlenen ABD’den bağımsızlaşma eğilimleri Biden’ın gelmesiyle bir yandan “demokrasi”ye dönüş bağlamında aşınsa da diğer yandan AB’nin net saf belirlenmesi talebi konusunda zorlu bir sınava tabi olacak gibi duruyor.

Önemli bir gelişme tüm bu tartışmaları derinleştirdi. Fransa’nın Avustralya ile büyük önem atfettiği askeri işbirliği anlaşması apar topar Avustralya tarafından feshedildi ve Avustralya, artık AB üyesi olmayan İngiltere ve ABD arasında nükleer denizaltıları da içeren kapsamlı bir stratejik anlaşma imzalandı (AUKUS). Avustralya’nın Fransa ile anlaşmayı feshetmesinin en önemli gerekçesi Fransız denizaltıların, transatlantikteki askeri mevcudiyetini artıran Çin’e karşı yetersiz kalacağı savıydı. Kısacası, ABD Çin’e karşı transatlantikteki askeri işbirliğini AB’nin demirbaşlarından Fransa’yı karşısına almak pahasına güçlendirmeyi göze aldı. Bu Biden’ın lideri olma iddiasında olduğu ittifakını bir arada tutmak için “demokrasi” artık eskisi gibi bir tutkal olamıyor mu sorularını gündeme getirdi. Öte yandan özellikle Fransa’da güçlü olan ABD’den bağımsız AB eğilimlerini daha da güçlendirdi.

Yeşil ve dijital dönüşüm: gelecek ekonomi-politik mücadelelerin şifresi

AB’nin 2019 yılında gündeme getirilen Yeşil Mutabakat kapsamında İklim yasasını onaylaması ise kesinlikle bu yılın geride bırakılması imkansız gelişmelerinden birisi oldu. Bu gelişme Biden’ın yeşil ve dijital dönüşüm için ayırdığı kaynaklar ve belirlediği yol haritasıyla birlikte değerlendirildiğinde, önümüzdeki yılların uluslararası ekonomi politikasını belirleyecek en önemli gelişmelerden olduğu görülüyor. Batı dünyası, Asya’nın hızlı ve destursuz yükselişi karşısında yitirmeye başladıkları ekonomik güçlerini yeşil ve dijital dönüşüm üzerinden yeniden konsolide etme peşinde. Yeşil ve dijital dönüşümün dünya gezegeninin ve insanlığın genel olarak çıkarına olduğu tartışma götürmez bir gerçek. Ancak bu dönüşümün, en basitinden uluslararası ticaret dinamikleri ve küresel iş gücü hareketliliği gibi temel ekonomik süreçler üzerindeki etkileri düşünüldüğünde ekonomik ilişkilerin gerginleşeceğini ön görmek mümkün. Kaldı ki yeşil ve dijital dönüşüm demokratik olmayan yönetim biçimlerinden beslenerek, ucuz ve örgütsüz iş gücü ve standartsız üretim süreçlerinden nemalanarak hızlı kalkınan Asya ülkeleri üzerindeki yıkıcılığı fazla olabilir ve bu durum diğer yandan da bölgedeki otoriterliği güçlendirerek Biden’ın “demokrasi” ve “otoriterlik” ikiliğine hizmet edebilir.

Almanya’da değişim rüzgarları bilinmeze esiyor

2021’i kapatırken gerçekleşen ve asla geride bırakamayacağımız diğer bir gelişme ise, Almanya seçimleri oldu. Almanya’da sosyal demokratların birinci parti seçilmesinden sonra başlayan koalisyon çalışmaları sonlandı ve 16 yıllık Merkel iktidarı yerini sosyal demokratlar, yeşiller ve liberaller arasındaki kalisyona bıraktı. Almanya’daki bu değişim, yalnızca Almanya açısından değil, AB’nin geleceği ve dünya politikaları açısından da pek çok gerilim ve bilinmezliğe gebe. Yeşillerin lideri ve Almanya’nın Yeni Dışişleri Bakanı Baerbock’un anti-Rus / anti-Çin yönelimiyle, yeni Şansölye Scholz’un itidalli yaklaşımı arasındaki dengenin nasıl kurulacağı bu bilinmezliklerin başında geliyor. Ayrıca demokrasi rüzgarları estiren yeni hükümetin, AB politikalarının nasıl olacağı, AB’de yükselen otoriterlikle mücadelede nasıl bir yol izleyeceği de önümüzdeki yıllarda sıkça tartışılacak.

Kısacası 2021, 2022’de ve sonrasında tartışılmaya devam edecek, etkilerini hissedeceğimiz pek çok olay ve olgunun tohumlarını atmış gibi duruyor. Benim en büyük dileğim ise, 2022’nin, dünya sahnesinin daha az kan ve daha az göz yaşına büründüğü; barışın, kardeşliğin, özgürlüğün ve eşitliğinin inşasına bir adım daha yaklaşabildiğimiz bir yıl olması. Hepimize bol şans.

Bunları da sevebilirsiniz