Değişim Sancılarıyla Dolu Bir Yıla Girerken

AKP iktidarının 20. yılına giriyoruz. 2022’nin önceki birkaç yıl gibi ülke açısından pek iç açıcı bir tablo vadetmediğini kabul etmek gerekir. Özellikle 2015’ten beri otoriterleşmenin ve ekonomik çöküşün derinliği artıyor. 2016’daki darbe girişiminden sonra ülkenin içine sokulduğu olağanüstü hal rejimi fiili olarak olağan rejim halini aldı. Anayasasız, hukuksuz ve kurumsuz bir rejimin tasallutuna hapsoldu. 2019’da patlak veren pandemi 2020’de toplumu giderek daha boğucu bir iklime hapsetse de muhalefetin 2019 yerel seçimlerinde gösterdiği tarihi başarı değişimin de fitilini ateşlemiş, görünenin ardında devinen değişim mekanizmalarını görünür kılmış oldu. Ekonomik, siyasi ve hukuki olarak zayıflayan, zayıfladıkça daha fazla kriz üreten, nihayetinde de krizlerle baş edebilmek için daha fazla otoriterleşen saray rejimi açısından artık denizin bitmekte olduğuna dair somut belirtiler var. Normal şartlar altında 2023’te gerçekleştirilmesi gereken seçimlerin 2022’de yapılması beklentisi giderek yükseliyor. Bu nedenle 2022, Türkiye açısından çok şiddetli kırılmalara, altüst oluşlara, yeni başlangıçlara ve hesaplaşmalara gebe bir yıl olabilir.

Genel manzaraya baktığımızda Erdoğan rejiminin oylarını dramatik bir biçimde arttırmasını güçleştiren, rejimin sürdürülebilirliğini farklı açılardan sakatlayan ve muhalefet (dolayısıyla Türkiye’nin geleceği) açısından iyimser olmamızı mümkün kılan etkenlerin bir kısmını şöyle özetleyebiliriz:

  1. Erdoğan iktidarda kalabilmek için daha fazla otoriterleşmek ile finansal kaynak bulmak ikilemi arasına sıkışmış durumda. Türkiye doğal kaynakları bakımından zengin olmadığı için bu iki zorunluluk birbirini dışlıyor. Baskıcı rejimi finanse edip geniş yoksul kesimlerin rızasını devşirebilecek bir petrol veya doğal gaz rezervimiz yok. Refah için ya daha fazla borçlanmak ya da üretip satmak zorundayız. İktidar şu an birincisini yapmaya çalışıyor ancak güven ve öngörülebilirlik sicili bozuk olduğu için hem borç kaynakları kısıtlı hem de borçlanmanın maliyeti yüksek. Üreten bir ülke olabilmemiz için bu rejimin değişmesi bir zorunluluk. Kendine ayrılmaz bir biçimde bağımlı olarak kurduğu rant ağları ve oligarşik sermaye, kamu kaynaklarıyla semirmeyi bir rant modeli olarak benimsedi. Bunun dönüştürülebilmesi ve kamu kaynakları ile sermayenin stratejik bir planlama doğrultusunda üretken alanlara, ileri teknolojiye, liyakatli insan kaynağına yönlendirilebilmesinin tek yolu buna uygun bir siyasi irade oluşturulabilmesi. Geniş kesimler açısından refahın önünü tıkayan ana unsur olması toplumsal öfkeyi iktidara yöneltiyor. Yoksullaşmanın ve gelir adaletsizliğinin derinleşiyor olması da bu öfkeyi büyütmeye devam edecek.

  2. 20 Aralık 2021’de kamu bankaları eliyle arka kapıdan döviz satışı yaparak gerçekleştirilen şaibeli piyasa müdahalesiyle dolarda yaklaşık 6 liralık bir düşüş yaşanmasına karşın dövizin tekrar artışa geçeceğine işaret eden olgular mevcut. BDDK’nın 22 Aralık’ta yayınladığı günlük bültene göre, Erdoğan’ın Dövize Endeksli TL Mevduat planından iki gün sonra yabancı para cinsinden mevduat büyüklüğü 2 milyar dolar artış göstermiş. Yani açıklanan plan dövize talebi azaltmamış, aksine fiyatı düşen dolara talep artmış. Bu miktarın yaklaşık 1,7 milyar dolarının tüzel kişiler tarafından satın almış olması da yaklaşık 18 TL’den doları satıp daha düşük seviyelerden dolar alan büyük finans oyuncularına işaret ediyor. Türkiye’nin kısa vadeli dış borcunun 170 milyar dolar seviyelerine gelmiş olması döviz talebinin devam edeceğini ve döviz kurunun tekrar yukarı yöneleceğini gösteriyor. ABD Merkez Bankasının 2022’de enflasyonla mücadele için faiz artırımına gideceğini beyan etmesi de dünyada dolaşan doların ABD’ye yöneleceği ve dolayısıyla dolar kurunun artacağı anlamına geliyor. Saray’ın elinde borç alınan dövizle ve ülkeye şaibeli para girişleriyle (kamu varlıklarının peşkeş çekilmesi karşılığında) piyasaya geçici müdahaleler yapmaya çalışmak dışında bir enstrüman kalmamış durumda.

  3. Dış politikada itibar ve güven kaybını istikrarsız politika ve ilişkiler derinleştiriyor. İktidar bölgede kapasitesini aşan emperyal heveslere kapıldı. Bölgenin istikrarsızlaştırılmasını sağladı. Sırtını dayadığı küresel güçler işleri bitince AKP iktidarına sırtlarını döndü. Geldiğimiz noktada Rusya-ABD-Çin-AB arasında yaşanan mücadelelerden iktidarının ömrünü uzatacak kırıntılar kapmaya çalışıyor. Bir yandan Osman Kavala davasındaki AİHM kararını uygulamayıp Batı ile kriz üretmeye çalışıyor, öte yandan Montrö Bildirisi’ni yayınlayan emekli amiraller hakkında siyasi bir dava başlatıp ABD’ye göz kırpıyor. Rusya’dan uçak düşürmenin ve Suriye’de asker bulundurmanın diyeti olarak kullanılması mümkün olmayan S-400 füzeleri satın alınırken Ukrayna krizinde Rusya’nın karşısında ABD’nin yanında konumlanıyor. Erdoğan, ABD’de Biden seçildikten sonra ekonomi ve dış politika tercihlerini revize etmeye çalışıp aylarca Biden’dan görüşme için yanıt bekledi. Umduğunu bulamayınca tekrar yeni arayışlara girdi. Bu birbiriyle zıt eğilimler iktidarın içindeki güç odaklarının mücadelelerine de işaret ediyor. Neticede Türkiye uluslararası siyasetteki aktörler bakımından mevcut iktidarıyla gelecek planları yapılabilecek bir aktör olmaktan uzak ve yalnızlaşmış durumda.

  4. Dünyada sağ popülist iktidarların güç kaybettiği bir evreye girdik. ABD’de Trump ve İsrail’de Netenyahu’nun iktidarı kaybetmesi sonrası Çekya’da, Hırvatistan’da ve Macaristan’da aşırı sağ liderlere karşı sol ittifaklar veya sol destekli demokratik ittifakların güçlenmeye başladığını görüyoruz. Brezilya’nın aşırı sağcı lideri Bolsonaro’nun birkaç ay sonra yapılacak seçimleri kaybetmesine kesin gözüyle bakılıyor. Latin Amerika’da sosyal politikaların güçlenmesini savunan adaylar iktidara geliyor. Pandeminin gelir adaletsizliğini ve sosyal politikaların önemini öne çıkarması özellikle Batı’da sosyal demokrasinin güçlenmesinde etkili oldu. Almanya’da Sosyal Demokrat Parti’nin başını çektiği koalisyonun iktidarı kazanması da AB’de bir eksen değişimini teşvik edebilir. Aşırı sağın uluslararası dayanışmasının zayıflaması Türkiye’de de otoriterliğin zayıflamasını hızlandırma ihtimali yüksek. Toplamda ise neoliberalizmin küresel olarak sorgulandığı ve sürdürülemez olduğunun kabul edilmeye başlandığı bir dönem açıldığı görüşlerini paylaşıyorum.1

  5. Kuşaklar arasındaki kültürel farklar iktidarın desteğini zayıflatıyor. İktidarın seçmen profili demografik olarak giderek daha yaşlı, üretken olmayan, kırsal bir nüfusa doğru sıkışma eğiliminde ama Türkiye nüfusu artık büyük ölçüde kentlerde yaşıyor. Liyakatsizlik, hukuksuzluk, emeğinin karşılığını alamama, adaletsizlik gibi sorunlar farklı ideolojik ve kültürel eğilimleri iktidarın karşısında birleştiriyor. Kentli muhafazakârlar ve AKP döneminde maddi ve kültürel olarak sınıf atlamış dindar seçmen, doğrudan iktidarın rant kaynaklarıyla beslenmiyorsa AKP’nin yarattığı hukuksuzluk, eğitimde niteliksizleşme, emeğinin karşılığını alamama gibi nedenlerle AKP’ye mesafeli durmayı tercih ediyor.

  6. İktidarın kendi içindeki parçalı görüntüsü, Erdoğan’ın bir dönem daha iktidarda kalacak fiziki kudrete sahip olup olmadığı konusundaki şüpheler, muhalefetin güçlenmesi, devlet içindeki hukuksuzlukların ifşa olması gibi olgular karşısında bürokrasinin de bir değişim için konum almaya başladığını gösteren işaretler var. Bürokrasinin, iktidarın işlediği ve işleyeceği suçlara dâhil olma konusunda daha gönülsüz davranacağı bir döneme girdik. Yargı bürokrasisinde yeni dönemi bekleyen, buna göre konum alan çevrelerin varlığına ilişkin duyumlar var. Genel olarak söz konusu zaaflar ve belirsizlikler nedeniyle Erdoğan’ın devlete hükmedebilme kapasitesi giderek azalıyor.

Cumhuriyetimizin 100. yılının arifesinde Türkiye’nin hem devlet olarak hem de toplum olarak dünyada hak ettiği yeri alabilmesi için gerekli koşullar oluşuyor. İkinci yüzyılda daha özgür, daha adil, daha demokratik, daha zengin, bağımsız ve güçlü bir Türkiye’de yaşayacağımıza inancım tam.

1 Bu konuda daha geniş bir değerlendirme için Stanford Üniversitesi’nden tarihçi Ali Yaycıoğlu’nun Gazete Oksijen’de yayınlanan makalesini öneriyorum: https://gazeteoksijen.com/yazarlar/neoliberalizm-cokerken/

Bunları da sevebilirsiniz