Sembollerin Sembolik Olmayan Gücü Üzerine

Çoğu kez semboller ile düşünüyor, bazen de semboller ile konuşuyoruz. Sembol deyince hemen akla alengirli, üstü kapalı anlamlar gelmesin. Tuhaf bir çağda yaşadığımız için sembol kullanmaktan da çekiniyoruz, açık açık konuşmaktan da. İki türlü de ayıp. Biri “kafa açmak”, “caz yapmak”, “felsefe kasmak” oluyor, öteki ise “hödüklük” ve “yontulmamışlık”. Şimdi bir başka yazıda daha lügat paralayarak düşüncelerimi aktarmaya çalışacağım, “kırolukla” suçlanacağıma “kafa açmakla” ayıplanayım daha iyi, bari onu biz seçelim.

Tüm sembollerin anlamından sıyrıldığı bir çağda yaşıyoruz gibime geliyor. Düğünlerin kocaman birer altın gününe, dini bayramların “9’ar günlük tatillere”, milli bayramların da “sosyal medya paylaşım günlerine” dönüştüğü bir acayip zaman. İnsanlar “niye daha iyisine ulaşamadığımızı” sorgulayadursunlar, biz başka bir şeye kafa yoralım: Daha iyisi ne ola ki? Daha iyi bir gelecek, daha iyi bir dünya, daha rafine sanat, daha kültürlü sohbetler, daha farklı bakış açıları istiyoruz. Bu kadar aşkla, tutkuyla istememizin nedeni de bu hayallerin içinin biraz boş olması, insan tam bilmediğini, anlamadığını, müphem bulduğunu daha çok seviyor sanırım. Gerçi boş demek de doğru değil, kof desek daha iyi olacak. Bir kabuğu var çünkü bu hayallerin, hatta bir yaldızlı tarafı var göze çarpan. Onlarca dili bilmekle yanıp tutuşanlar, müzik aletleri çalmak isteyenler, çekilip çekilecek tüm filmleri izleyip hafızasına kazımaya hevesliler. Hepimiz tüketmek, üretmek ve bir karışıma dahil olmak istiyoruz fakat pek azımız bu işin kulisine, mutfağına meraklı. Tokyo Olimpiyatları bu durumu tekrar hatırlattı, bazı yanlışlarımı gördüm. “Aa, niçin bizim çok fazla sporcumuz yok?”, “Aa, neden sadece futbola para yatırıyoruz?” ve benzeri soruları dört senede bir sormak artık bir ata sporu haline geldi.

Halbuki sormak lazım, “Futboldan şikâyetçisiniz ama sizin çocukları hiç basket ya da tenis maçına götürdünüz mü?” diye. Tamam, körling için biraz erken belki ama son on senede bir kere olsun farklı bir spor dalını dostlarla izlemediysek, eleştiri hakkımız var mı gerçekten? Bir ülkenin aydını bile iki üç spor arasında gidip geliyorsa, paranın da aydının ayak izlerini takip etmesi doğal değil mi? Bereket, hâlâ farklı sporlara, dillere, kültürlere, sembollere cılız da olsa ilgi var. Yoksa hepten kupkuru kalacakmışız.

Bu farklı sembollere ve kültürlere olan açlığımız öyle artmış ki kendimize semboller arıyoruz aslında, farklı anlamlar ve ifadeler. Sembol denince ille yıldızlar, hilaller, haçlar ve harfler akla gelmemeli. Bakın mesela göğe çıkma sembolüne. Sümer’lerin Ziggurat’larından tutun, Şamanik ayinlerde şamanın ağaca çıkmasına kadar (bu ilginç bilgiye Mircea Eliade’nin Images et Symboles [İmgeler ve Simgeler] kitabında rastladım) hepsi bir göğe çıkma sembolizasyonu. Haksız da değiller, insanlığın derdi hep gökler olmuş. E şimdi, geçenlerde dünyanın sayılı zenginlerinden birinin uzaya çıkmasını sadece bir “teknolojik gelişme” olarak mı yorumlamak gerekir? Öyle olmadığı çok açık. Her gün ne keşifler yapılıyor, bilimsel topluluklar dışında çok az kişinin ilgisini çekiyor. Fakat konu “göklere” çıkmak olunca, herkes dikkat kesiliyor. Çünkü bugünün insanı da, tüm simgelerinden ve manevi değerlerinden zorla sıyrılmasına karşın, biliyor ki birilerinin “göğe çıkması” yüzeysel bir olay değil. “İstikbal göklerdedir” çünkü. İsterseniz müneccimler gibi yıldızları gözleyerek, fal bakarak gelenekselci, isterseniz de artan nüfus ve azalan kaynak dengesizliğini gözleyerek yenilikçi bir biçimde istikbalin göklerde olduğunu düşünebilirsiniz, herkes meşrebine göre. Fakat varacağınız yer sembolik olarak aynı. 21. yüzyılın Instagramlaşmış aklı, uzay yolculuklarını bir “teknolojik gelişme” sanabilir, halbuki sembolik düşünmek isteyen akıl her şeyi bambaşka yorumluyor.

İyice uçuk kaçık şeyler söylediğimi düşünebilirsiniz, hemen yere ineyim. Sembolizm bir haritayla da olabilir. Üniversitede “Kentsel Siyaset” dersinde görmüştük, tarihini pek de bilmediğimiz bir ülkenin daha önce sömürülüp sömürülmediğini anlamak için yapılacak ilk şey o ülkeye ait demiryolu ağını incelemektir. Batı ülkelerinin çoğunluğunda tren rayları büyük şehirleri birbirine bağlar, sonra bu büyük şehirlerden daha küçüklerine de yollar gider ve bir damar sistemi gibi demiryolu ağı ülkeye yayılır. Fakat sömürge ülkelerinin demiryolu ağı tuhaftır. Siyasi harita üzerinden incelendiğinde anlamsız, basit fiziki harita üzerinden incelendiğinde ise verimsizdir. Biraz daha derinlemesine bakınca fark edilir ki demiryolu ağır şehirlerarası değil, o ülkenin limanları, madenleri, sömürgeci garnizonları ve benzeri stratejik noktaları arasında döşenmiştir. Kimse sömürdüğü toprağın halkı daha rahat seyahat etsin diye bir yerden bir yere demiryolu çekmez. Öyleyse, demiryolu haritası bir semboldür ve dolayısıyla “Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan” sözü hareketli bir marşın akılda kalıcı sözü veya bir TCDD sloganı olmaktan daha fazlası diyebiliriz. Bir sembolizmi ifade ediyor. İnanmayanlar son dönem Osmanlı demiryolu haritası ve yapılması planlanan hatların listesi ile erken dönem cumhuriyetinkini karşılaştırabilir. Sömürü karşıtlığının da sembolizmi var demek ki, keşke daha da fazlasını araştırabilsek, bilebilsek.

Kendi çağımızın sembolleri ne olmalı? Geçmişten geleceğe neleri taşımalıyız? Yüzlerce irili ufaklı medeniyetin yaşadığı, işlediği, eskittiği, yenilediği, doğduğu ve öldüğü bir toprakta yaşıyoruz. Elbet kendimize ait simgelerimiz ve imgelerimiz olacak. Çünkü geriye de o sembolizmler kalıyor. 1920’ler ABD’sinde caz dışında müzik dinleniyordu belki fakat biz o dönemi “Caz Çağı” diye hatırlıyoruz. 1930’lar Almanya’sında herkes Nazi değildi ama biz bugün geriye bakıp Nazi Almanyası diyoruz. Erken Cumhuriyet dönemini belirli bir değerler kümesi ile hatırlıyorsak ya da dünyanın dinlerini, dillerini, kültürlerini bir biçimde kodladıysak kafamıza bunun nedeni hep medya ya da resmi tarih değil sanki. Kuşkusuz onların da etkisi var fakat simgelerin üzerimizdeki etkisini reddetmeye çalışmak yersiz bir çaba. İnanıyorum ki 21. yüzyıl insanı ve daha özelinde bu toprakların insanı kendisine ait simgeleri ve imgeleri yeniden keşfettikçe geleceğe çok daha güvenle bakacaktır. O simgelerin ne olduğunu ben bilemem, ne yaşım ne de aklım yeter, hem zaten galiba herkesin simgesi biraz da kendine. Sembollerin gücünün sembolik olmadığını unutmayalım yeter.

Bunları da sevebilirsiniz