Gıda fiyatlarındaki şiddetli artışlar özellikle kentlerde yaşayan insanların çoğunu çok kötü sarsıyor. Artık böyle bir gerçek olmadığını söyleyen pek kalmadı. Ancak nedenleri ve çözümler konusundaki düşünceler farklı.
Tüketicilerin ödediği fiyatların yüksek olmasını tek sorun olarak görmek yanlış. Ayrıca çiftçilerin eline geçen fiyatlar çok düşük. Bu da artan maliyetlerle birlikte çiftçiyi tarımdan vazgeçirtiyor. Tarım alanları giderek ekilmeden boş kalıyor. Üretimin düşmesi gıda fiyatlarının artmasına yol açıyor.
Gıda fiyatlarının yüksek oluşu ile ilgili nedenlerin bir kısmı yapısal, yıllardır süren nedenler. Bir kısmı ise konjonktürel, yani son yıllarda hatta son aylardaki aşırı artışlara neden olan gelişmeler.
Ülkemizde epeydir neoliberal bir düşünce hâkim. Bu düşünceye göre piyasaya devlet müdahalesi yanlıştır. Hâlbuki geçen yıl depoları basarak patates ve soğan fiyatlarını düşürme girişimleri bu düşünce ile taban tabana zıt. Gerçekte bu depolamaların çoğunluğunun arkasındaki amaç, stok yaparak rant sağlama değildi. Bu ürünlerin depolanmasından daha normal ne olabilir? Geçen yıl bu ürünlerdeki sorun üretimin yetersizliği idi.
Şüphesiz ileride zamlanır diye ürün depolayanlar da her zaman vardır. Gıdaların pazarlamasında güçlü şirketlerin, aracıların; her zaman çiftçileri ve tüketicileri sömürdüğü açıktır. Ancak neoliberal ideolojiye göre spekülasyon yanlış değildir. Hatta spekülasyonun fiyat istikrarı sağlamak yönünde yararlı olduğunu bile iddia ederler. Peki, aslında neoliberalizmin hatta liberalizmin düşündüğü gibi gerçekten “serbest piyasa” var mı? Şüphesiz “serbest piyasa” denilen şey liberal ekonomi ders kitaplarının dışında büyük ölçüde yoktur. Çiftçi malını az sayıda alıcıya satmak zorundadır. Fiyat büyük ölçüde ona dayatılır. Tüketici de benzer bir dayatma karşısındadır. Aracılar ise aradaki pazarlama marjı denilen büyük farkı ceplerine indirirler. Sebze ve meyveler çiftçiden tüketiciye gelinceye kadar iki, üç, dört kat fiyatlanır. Bu durum her dönemde yaşadığımız bir olaydır ve yapısal bir durumdur. Son dönemdeki hızlı fiyat artışlarının arkasında bu durum etkili değil. O her zaman vardı. Ancak ağırlığı son yıllardır giderek artmış görünüyor. Bu şüphesiz katlanmak zorunda olduğumuz bir durum değildir. Bu yapısal durumu değiştirmeden baskınlar yaparak fiyatları düşürmek çıkmaz yol olarak görülüyor.
Tarım ve Ormancılık Bakanlığı ile Ticaret Bakanlığına hâkim olan düşünce her ne kadar neoliberal düşünce olsa da, ideolojilerine ters düşerek uygulamada sonuç vermeyen polisiye tedbirlere de başvurduklarını görüyoruz. 28.5.2020 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan “Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulu” diye bir kurul oluşturuldu.1 “Haksız fiyat artışlarında” on bin liradan 100 bin liraya kadar ceza yazılabileceği görülüyor. Gazetelerdeki haberlere bakılırsa kurul az sayıda firmaya ortalaması 30 bin lira olan cezalar yazmış. Bunların pek bir etkisi olmadığı görülüyor.
Bir de kısaca “Gıda Komitesi” diye anılan “Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları İzleme ve Değerlendirme Komitesi” var. Şu anda komitenin sekreteryası Merkez Bankasındadır. Merkez Bankasında bu konudaki dokümanı incelediğimizde sadece tüketici fiyatlarından söz ediliyor, çiftçi eline geçen fiyatlar komiteyi ilgilendirmiyor gibi.2 Çiftçi eline geçen fiyat düşüşleri de sorun hâlbuki. Bir de erken uyarı sistemi denilen bir çalışma var. Bu konuda 2016 yılında da açıklamalar yapılıyordu. Değişik kongrelerde Tarım ve Ormancılık Bakanlığının yetkilileri “her gün binlerce verinin toplanacağı ve analiz edileceğini” söylediler. İyi de bu kuruluşların bir üründeki aşırı fiyat artışına karşı bildiği en önemli, nerede ise tek önlem gümrük vergisini sıfırlayarak ithalat yapmak oluyor. Başka bir şey yapıldığı pek yok. O zaman bu zahmet nedir? Niye bu kadar veri toplayıp işliyorsunuz?
Önce patates ve soğan gibi tek yıllık bazı ürünlerde yıllardır sık sık ortaya çıkan bir sorun var, bunun üzerinde duralım. Patates ve soğanda önceki yıl fiyatlar aşırı yüksekti. Depoları basarak ve ithalat yaparak çözüm bulmaya çalıştılar ve pek bir şey olmadı. Bu yıl ise üretim fazla ve çiftçi 60 kuruşa patatesini satamıyor. Ürün tarlada çürümek üzere. Bu durum ziraat fakültelerinde ve iktisat fakültelerinde yıllardır okutulan örümcek ağı teorisi ile ilgili. Fiyat dalgalanmalarının grafiği örümcek ağına benzediği için teoriye bu ad verilmiş. Örneğin bitki hastalığı veya iklim nedeniyle üretim düştüğünde o yıl çiftçi eline geçen fiyatlar fırlıyor, ertesi yıl bütün çiftçiler bu ürüne yüklenince bu defa da aşırı düşüyor. Tüketicinin ödediği fiyat da düşüyor ama çiftçinin ki kadar değil. Çiftçi her iki durumda da kaybederken, tüketici ise bir yıl birazcık kazanıp, öteki yıl büyük kaybediyor, ama asıl kazananlar her zaman aracılar oluyor. Bunun çaresi bu üretimi planlamaya çalışmak. Bu yıl yapılması gereken; belediyelerin ve öncelikle devletin büyük miktarlarda patates alımı yaparak bunları yoksullara dağıtması, mümkünse bir kısmını depolayarak veya işleyerek daha dayanıklı ürünlere dönüştürmesi ve gelecek yılki aşırı fiyat artışının dizginlenmesi. Böylelikle bu yıl çiftçi eline geçen fiyatlardaki aşırı düşüşü önlemiş olursunuz. Gelecek yıl da aşırı artmamış olur. Çiftçi bu yıl zarar ederse gelecek yıl patates çok az ekilecek ve bu defa fiyatlar aşırı artacak. Bu önlemleri alarak fiyat istikrarı sağlanabilir ve aşırı fiyat dalgalanması azaltılabilir. Tek yıllık diğer ürünlerde de benzer uygulamalar yapılabilir. Ancak bakanlık bu yola gitmiyor. Nedeni ekonomi yönetiminin neoliberal bir ideolojik saplantı içinde bulunması olabilir mi? Bence olabilir.
Nitekim 2006 yılında yayınlanan Tarım Kanununun neoliberal bir anlayışla hazırlanmış olduğunu görüyoruz. Çoğu eleştirel bakan kişi ve kuruluşlar bu yasadan söz ederken madde 21’deki “bütçeden ayrılacak kaynak, gayrisafi millî hasılanın yüzde birinden az olamaz” ifadesini belirtir. Yıllardır bunun yaklaşık yarısı ayrılmaktadır ve bunun yetersiz olduğu açıktır. Ancak yasada bu desteğin nasıl olacağı belirlenerek, neoliberal anlayışın dışına çıkılmaması sağlanmaya çalışılmıştır. Bu durum desteğin miktarından bile daha önemlidir. Kanun tarım politikasının ilkelerini açıklarken; “piyasa mekanizmalarını bozmayacak destekleme araçlarının kullanımı” ve “özel sektörün rolünün artırılmasını” dikte etmiştir. Tarımsal desteklemenin ilkelerinde ise “üreticilerin piyasa koşullarında faaliyetlerini yürütmesi” temel alınmıştır. Bu kanunu yapanlar aslında rekabetçi ve düzgün işleyen, ne çiftçilerin ne de şirketlerin hegemonya kurmadığı bir dünyanın var olduğunu peşinen kabul etmişlerdir. Bu nedenle desteklemelerin çiftçinin eline geçen fiyatlar ve girdilere ödediği fiyatlar üzerinde bir etki yaratmayacak şekilde uygulanması istenilmiştir. Bu bütün dünyada IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşların dayattığı ve ülkelerin yasalarına yazılan bir olgudur. Şirketler bu tür bir destekleme politikasından çok memnundur. Güçlü şirketler hem çiftçilere hem de tüketicilere karşı fiyatları dayatabilmektedir. Bir çiftçi ürününü satarken çoğu zaman tek değilse, çok az sayıda ve aralarında çoğu zaman bölgeleri paylaşmış, alım fiyatlarını belirlemiş şirket veya kişilerle karşılaşır. Bu duruma gelinmesinde yıllardır yürütülen Tekel, SEK (Süt Endüstrisi Kurumu), YEMSAN (Yem Sanayii A.Ş.) , EBK (Et ve Balık Kurumu) gibi birçok kuruluşun özelleştirilmesi, henüz tam olarak özelleştirilmeyen TMO (Toprak Mahsulleri Ofisi) gibi kuruluşların ise etkilerinin azaltılması rol oynamıştır.
Ayçiçeği yağı gibi ithal edilen birçok üründe tüketici fiyatlarındaki artışın ise konjonktürel başka nedenleri de var. Şimdi artık nerede ise ithal etmediğimiz tarım ürünü kalmadı. Ama çok uzun yıllardır, hatta tarımda kendi kendine yeterli olduğumuz yıllarda da bitkisel yağ ithal ediyorduk. Covit-19 nedeniyle ihracatçı ülkelerin ihracatta kısıtlamaya gitmiş olmaları gibi nedenlerle dünyada ayçiçeği yağı fiyatları arttı. Başka ithal ettiğimiz ürünlerde de benzer bir durum ortaya çıktı. Yanlış politikalar sonucu ülkemizde döviz kurları yükselince iki etki birleşti ve TL bazında ayçiçeği fiyatları roket gibi yükseldi. Türkiye’de bitkisel yağda kendimize yetmek için ciddi bir şekilde çalışılmadı. Yetmedi ülke birçok başka tarım ürününde de ithalatçı oldu. Nerede ise ithal etmediğimiz gıda maddesi kalmadı. Bu nedenle şimdi ithal ettiğimiz birçok üründe hızlı fiyat artışları yaşıyoruz. Bunun nedeni kötü finans yönetimi ve kendi kendimize yeterli olmayı amaçlayan bir tarım politikası izlemememiz.
Çiftçinin eline geçen fiyat ile tüketicinin ödediği fiyat arasındaki büyük fark her zaman vardı. Ancak son yıllarda bu daha da kötüleşti. Bunun nedenleri arasında tarım ürünlerini etkileyen taban fiyatı vb. destekleme politikalarının kaldırılarak fiyatları etkilemeyen bir destekleme politikasına geçilmesi de vardır. Diğer bir neden SEK, EBK, Tekel gibi kuruluşların özelleştirilmesidir. Diğer bir neden de hâl kanunundaki açıklardan yararlanarak; zincir marketlerin, yasa dışı olarak pazarcı esnafına toptan mal satan tüccarların gerek çiftçi eline geçen gerekse de toptan ve perakende fiyatlar üzerinde bir hegemonya kurmuş olmalarındandır. Bu durum son yıllarda giderek ağırlaşmıştır. Toptan sebze, meyve satışı kooperatiflerce yapılmalıdır. Hâllerde kooperatiflerin hâkim olmasına çalışılmalıdır. Son hâl yasasının çıkarılmasında da yetkililer sebze ve meyve fiyatlarının ucuzlayacağını müjdelemişlerdi. Ancak zincir marketlerin ve tüccarların artan hegemonyası ve yukarıda saydığımız konjonktürel nedenlerle tam tersi bir durumla karşılaştık. Bu yetmezmiş gibi yeni bir hâl kanunu çalışması ile hâllerin yönetimi tamamen anonim şirketlere bırakılmak istenilmektedir. Bu artık çiftçi ve tüketici üzerindeki hegemonyanın tam olarak oluşturulmasından başka bir şey değildir.
Gıda fiyatları sorununda ne yapacağız? Aslında sadece tüketiciler için sorun yok, çiftçiler için de sorun var. Çiftçilerin eline geçen fiyatlar çok düşük.
Çözümler kısa, orta ve uzun vade içinde düşünülebilir. Öncelikle hem gıda maddelerinde hem de tarımsal girdilerde ve onların hammaddelerinde büyük ithalatçı olduğumuz dikkate alınarak döviz kurunda artık artış olmaması sağlanmalıdır. Çünkü artışlar hem tarım ürünleri maliyetini arttırıyor hem de doğrudan gıda maddelerinin fiyatlarını arttırıyor. Her fiyat artışında hemen ithalata gidilmemelidir. Türkiye’nin tekrar birçok üründe kendine yetmesi için çalışmalar başlamalıdır. Hayvansal ürünlerde hem maliyetleri düşürmek hem de yem katkı maddeleri ithali ile oluşan fiyat artışları ve döviz sıkıntısı problemlerini aşmak için agroekolojik ilkelere göre hayvancılık yapılmalı, hayvancılık bitkisel üretime entegre edilmeli, meraların ve yem üretiminin geliştirilmesi amacıyla çalışmalara başlanılmalıdır. Bir kaç yıl için gübre, mazot gibi endüstriyel girdilerin vergilerinde indirim yaparak fiyatlarının azaltılması yoluyla, ekim alanlarının arttırması sağlanabilir. Bu sadece taktik bir politika önermesi olabilir. Ancak endüstriyel girdilerin fiyatlarının bu tür yöntemlerle indirilmesi orta ve uzun dönemde çıkmaz yoldur. Endüstriyel girdiler hem maliyetleri arttırıyor, hem de toprakların bozulmasına, suların ve gıdaların kirlenmesine yol açan ekolojik ve halk sağlığı problemleri yaratıyor. Temel hedef bu endüstriyel girdilerden tamamen kurtulmaya yönelik olarak agroekolojik tarımın benimsenmesi için çalışmaktır. Bu şüphesiz bir plan içinde yıllarca uğraşarak gerçekleştirilebilir. Halen bu yolun tam tersi bir yönde politikalar izleniyor. Her ne kadar agroekoloji ilkeleri açısından yetersiz ve sorunlu olsa da, organik tarımda, iki yıl destek alanların üçüncü yıl desteklerin kesilmesi buna bir örnektir.
Tarımsal destekleme politikası neoliberal saplantılardan kurtulmalıdır. Tarım kanununa rağmen tarım ürünlerini ve bazı girdilerin fiyatlarını etkileyecek ve çiftçinin daha çok kazanmasını ve üretime yönelmesini sağlayacak bir politika izlenebilir. Bu yasayı farklı yorumlamakla sağlanabilir. Yöneticiler “yasalar ve uluslararası anlaşmalar elimizi kolumuzu bağlıyor, serbest piyasanın dışına çıkamayız” demesinler. Çünkü zaten serbest bir piyasa yok. Çoğu piyasa tekelci bir yapıda.
TMO, Et ve Süt Kurumu gibi kurumlar eliyle destekleme alımları yapılmasından çekinilmemelidir. Devlet sorumluluk vererek kooperatiflerin alım yapması, stoklama ve ürün işleme kapasiteleri yaratmasına yardım etmelidir.
Tüketici fiyatlarının her artışında gümrük vergilerini indirerek ithalat yoluna gidilmemelidir. Merkez Bankasınca yayınlanan bir araştırmada “ithalatın yurt içi üretime oranının fiyat marjı üzerinde gerek meyveler gerekse sebzeler için belirleyici olduğu” ortaya konmuştur.3 Fiyat marjı, tüketici fiyatının çiftçinin eline geçen fiyata oranı olarak hesaplanmıştır. İthalat arttıkça tüketicilerin ödediği fiyat çiftçi eline geçen fiyatın daha yüksek bir katı olmaktadır. Kısacası ithalattan daha çok aracılar kazanmaktadır.
Çiftçi ürünlerini doğrudan ve kooperatifleri eliyle tüketim kooperatiflerine, gıda gruplarına, topluluk destekli tarım gruplarına, köylü pazarlarına veya tüketicilere satabilmelidir. Süpermarketlerin, aracıların hegemonyası kırılmalıdır.
1 https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2020/05/20200528-8.htm
2https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TR/TCMB+TR/Main+Menu/Temel+Faaliyetler/Para+Politikasi/Fiyat+Istikrari+ve+Enflasyon/Gida
3 Okan Eren, Süleyman Hilmi Kal, Mustafa Utku Özmen,(2020) Sebze ve Meyvede Tarladan Tüketiciye Fiyat Farkını Belirleyen Faktörler- Ekonomi Notları, Sayı: 2020 – 16, 12 Kasım 2020. Merkez Bankası, https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/df4b8db9-8f22-4a03-87fb-7d166e999a0a/en2016.pdf?MOD=AJPERES&CACHE=NONE&CONTENTCACHE=NONE