Kişisel Ontoloji II – Düşünen Hayvanlar

Geçen ayki yazımla başladığım yazı dizisine, bizim en temel anlamda ne olduğumuzla ilgili soruya verilen yanıtlardan birini inceleyerek devam edeceğim. Bu görüş hayvancılık veya animalizm (ing. Animalism) olarak adlandırılır. Hayvancılık, çağdaş analitik felsefede van Inwagen, David Wiggins ve Eric Olson gibi destekçiler buluyor olsa da felsefe tarihinde pek popüler bir görüş olarak öne çıkmamıştır. Görüşün bizim insan hayvanları olduğumuzu iddia ettiğini göz önünde bulundurursanız bu durumu çok şaşırtıcı bulabilirsiniz. Bizim insan hayvanları olduğumuz son derece açık, hatta bizim hayvan olduğumuzu önemli bir felsefi görüşmüş gibi ifade etmek anlamsız değil midir?

Olson, “An Argument for Animalism (Hayvancılık için bir Argüman) adlı makalesinde hayvancılık görüşünün felsefe tarihinde neden popüler olmadığını açıklar. Olson’a göre bu durumun sebebi, tarih boyunca kişisel özdeşlikle ilgili asıl felsefi sorunun kişilerin zaman içindeki devamlılığı hakkındaki sorun olarak görülmesidir. Bu soruna yanıt olarak sunulan en etkili görüş bizim bir tür psikolojik devamlılık sayesinde aynı kişi olmaya devam ettiğimizdir.   anında var olan a kişisi ile  anında var olan b kişisinin aynı kişi olması için gereken, a kişisi ile b kişisi arasında belirli bir zihinsel devamlılığın bulunmasıdır. Bu görüşü desteklemek için çeşitli düşünce deneyleri sunulabilir. Beynim alınıp boş bir kafatasına sahip olan başka bir bedene konulursa, sezgisel olarak benim de beynimle birlikte yeni bedene transfer olduğumu kabul edebiliriz. Benzer şekilde, Gregor Samsa’nın uyandığında tamamen başka bir organizmaya dönüşüp yine de Gregor Samsa olmaya devam edebileceğine kendimizi inandırabiliriz. Öldüğümüzde bu bedeni bırakıp yine de var olmaya devam edebileceğimizi iddia eden birçok dinî gelenek de psikolojik devamlılık görüşüyle uyumludur. Oysa eğer biz insan hayvanlarından ibaretsek, bu hayvan öldüğünde biz de yok oluruz. Beynimiz başka bir bedene taşındığında bütün organizma nakledilmediği için biz de beynimizle birlikte transfer olmaz, bir sabah uyandığımızda kendimizi dev bir böceğe dönüşmüş halde bulamayız.

Elbette bizim insan hayvanlarından ibaret oluşumuzun ne anlama geldiğini ifade etmek önemlidir. Olson bu noktayı şöyle açıklar: Biz hayvandan ibaret olamayız diyen bir kişi, bir komitenin yalnızca başkandan ibaret olmadığını ifade ederken söylediğimize benzer bir şey söylemeye çalışıyorsa (örneğin bizim hayvan bedenlerine ek olarak maddesel olmayan bir ruhtan oluştuğumuzu iddia ediyorsa), hayvancılığı savunan bir felsefeci buna karşı çıkacaktır. Oysa biz hayvandan ibaret değiliz diyerek, Descartes’ın bir felsefeciden ibaret olmadığını, çünkü onun aynı zamanda bir matematikçi, Katolik veya Fransız olduğunu söylemeye benzer bir şey söylemek istiyorsa, hayvancılığı savunanlar burada bir sorun görmeyecektir. İnsan hayvanı olmamız bizim aynı zamanda doktor, filozof, eş veya baba olamayacağımız anlamına gelmez.

Hayvancılığa karşı çıkan felsefecilerin birçoğu da hepimizin birer hayvanla son derece yakın bir ilişki içinde olduğunu reddetmez. Bazıları bizim (hayvan) bedenlerimize bir şekilde bağlanmış ruhlar olduğumuzu, bazıları bu hayvanlar tarafından teşkil edilen kişiler olduğumuzu, bazıları bu hayvanların düşünceleri ve deneyimleri olduğumuzu, bazılarıysa bu hayvanların zamansal parçaları olduğumuzu ifade eder. Ancak hayvancılık, bizim bahsi geçen hayvan organizmayla ilişkimizin özdeşlik olduğunu iddia eder. Su ve nasıl özdeşse, aynı şeyse, her birimiz birer hayvan organizmasıyla özdeşiz, der.

Olson bu noktada hayvancılık lehine (benim de son derece ikna edici bulduğum) bir argüman sunar: Düşünen Hayvan Argümanı (ing. Thinking Animal Argument). Bu argüman, son derece basit birkaç gözlemden hareket eder ve şu şekilde ifade edilebilir:

1. Şu an sizin oturduğunuz sandalyede oturan bir insan hayvanı vardır.

2. Şu an sandalyenizde oturan insan hayvanı düşünmektedir.

3. Şu an sandalyenizde oturan ve düşünen tek şey sizsiniz.

4. Öyleyse, bahsi geçen insan hayvanı sizsiniz.

Argüman komik olma derecesinde basit görünür. Onu ikna edici kılan şeyse öncüllerinden herhangi birini reddetmenin çok zor olmasıdır.

İlk öncülü ele alalım. Şu an sizin oturduğunuz sandalyede oturan bir insan hayvanı olduğunu reddetmek için nasıl bir gerekçemiz olabilir? Belki hiçbir insan hayvanının var olmadığı fikrini değerlendirebiliriz. Örneğin, maddesel şeylerin varlığını reddeden idealistler, hayvanlar da maddesel varlıklar olacağından bu fikri destekleyebilirler. Veya iki parçanın asla bir araya gelip yeni bir şey oluşturamayacağını destekleyen mereolojik nihilistler, ortada bir insan hayvanı olmadığını, yalnızca hayvan şeklinde düzenlenmiş mikrofiziksel parçacıkların var olduğunu iddia edebilirler. Ancak bu görüşler epeyce radikaldir ve bizim insan hayvanı olduğumuzu reddeden filozofları motive eden fikirler bunlar değildir.

İkinci öncüle bakalım. Olson’a göre şu an sandalyenizde oturan insan hayvanının düşündüğünü reddetmek için tek sebep, hayvanların düşünebileceğini reddetmektir. Descartes gibi zihin-beden düalistleri aslında buna benzer şeyler savunmuştur. Descartes’e göre bizim düşünebiliyor olmamız, esas olarak birer zihin olmamızdan kaynaklıdır. Zihnin bağlantılı olduğu beden aslında düşünmez. Hatta Descartes’e göre, bu şekilde zihinlere (ruhlara) sahip olmadıklarından, insan olmayan hayvanların gerçekten bilinçli durumları yoktur. Köpeğe araba çarptığında köpek ağlayabilir ve belli davranışlar sergileyebilir. Ancak bu arabadan çıkan gürültüye benzer; köpek de yalnızca mekanik bir varlıktır. Acı çekmez, düşünmez, hissetmez. Ancak günümüzde düalizmi ciddiye almak epey zorlaşmıştır. Bunun sebebi kuşkusuz beynin düşünce ve hissetmede ne kadar etkili olduğunu bilimsel olarak keşfetmemizdir. İkinci öncülü reddetmek isteyen, (insan veya insan olmayan) hayvanların düşünemeyeceğini savunan birine şu soru yöneltilebilir: Eğer hayvanlar düşünemiyorsa, bu son derece karmaşık, inanılmaz miktarda enerji ve kaynak tüketen beyin organı ne işe yarar?

Üçüncü öncülü düşünelim. Sandalyede oturuyor ve düşünüyor olduğunuz kesindir. Aynı sandalyede oturan ve düşünmekte olan bir de insan hayvanı vardır. Peki, aynı anda sandalyede oturan ve düşünen birden fazla şey olabilir mi? Tahmin ederim bu soruya olumlu yanıt vermek birçoğumuza pek çekici gelmeyecektir. Bu görüşü kabul edersek, hiçbir zaman tam anlamıyla yalnız olmadığımızı, bize her zaman eşlik eden bir insan hayvanı olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bizimle tam olarak örtüşen bu hayvan, kendi düşüncelerine bile sahiptir. Olson, eşiyle olan ilişkisinin aslında dörtlü bir ilişki (Eric Olson, eşi, Eric Olson’la örtüşen insan hayvanı ve eşiyle örtüşen insan hayvanı) olduğu ortaya çıksa durumun ne kadar komik olacağına dikkat çeker. Tam olarak aynı yeri kaplayan iki farklı düşünen şeyin var olamayacağını düşünüyorsak bu öncülü de onaylamamız gerekir.

Sonuçsa öncüllerden geçerli bir biçimde türetilebilir. Bence öncüllere itiraz etmenin zorluğu argümanı epeyce güçlü kılmaktadır ancak elbette bu argümana farklı itirazlar da yöneltilmiştir. Kendi fikrimse, reddetmesi en kolay olan öncülün ikinci öncül olduğudur. Bence hayvanların düşünmediğini, düşünme eylemini gerçekleştiren şeyin aslında hayvanın yalnızca belirli bir parçası (örneğin beyni veya merkezî sinir sistemi) olduğunu öne sürebiliriz. Bir de hayvancılık, yazının başında bahsettiğim üzere, zaman içindeki devamlılığımız hakkında sezgilerimizle uyuşmayan sonuçlar doğurur. Bunlar gibi sebeplerden dolayı, bizim en temel anlamda ne olduğumuzla ilgili soruya verilen başka yanıtları incelemek yararlı olabilir. Önümüzdeki aylarda bu soruya verilmiş yanıtları incelemeye devam edeceğim.

Bunları da sevebilirsiniz