Annem, Doğan Cüceloğlu, Leo Buscaglia, Ayşe Kulin, Adı Aylin ve Ülkede Kalmak!

Kutuplaşmayı Kırmak

Pandemi yüzünden ve sayesinde youtube’u daha çok kullanır olduk. Bunun güzel yanıysa tektipleşmiş, sıkıcılaşmış ve hayli politikleşmiş, başarısız bir propaganda makinesine dönüşen televizyon kanallarındansa alternatif mecralara uzanmamızın kolaylaşmış olması ve bu mecraların gün geçtikçe zenginleşmesi oldu. Youtube’da özellikle iki kanal bu bakımdan dikkat çekiyor: Coşkun Aral ve Armağan Çağlayan’ın kanalları. Armağan Çağlayan ”sadece kendi merak ettiklerini” sorduğu programı üzerinden ülkedeki kutuplaşmayı, ülkenin karartılmış Aydınlık geçmişini ve günümüzün parlatılan karanlığını gözler önüne seriyor. Dahası, kutuplaşmayı aşmak bakımından çok önemli bir işleve sahip. Farklı mahallelerin insanlarının en insani yanlarını adeta deşerek ortaya çıkarıyor, ”düşman” addedilenlerle ortaklık kurulmasını sağlıyor.

Kanalının müdavimiyim. Her biri ayrı bir öneme sahip pek çok program yaptı, yapıyor. Helal olsun! Fakat benim bu yazıda ele almak istediğim program geçenlerde Ayşe Kulin’in konuk olduğu program. Ayşe Kulin çoğunluğun ”bestseller yazarı” olarak gördüğü ama üzerine yeterince konuşmadığı bir yazar. Kendisi de bu imgeden biraz rahatsız görünüyor. Gerçekten de bu sıfata sığmayacak bir zenginliğe sahip yazdıkları. Kendisini çok iyi tanımasam da kitaplarını okumuştum. Armağan Çağlayan sayesinde insan Ayşe Kulin’i biraz daha tanıma şansını buldum.

Annemden Kitap Tavsiyeleri

Kendisiyle tanışmam 1997 yılına gidiyor. Annemin düşünsel anlamda bana kattığı belki de en önemli üç yazardan biriydi kendisi. Diğerleri Leo Buscaglia ve Doğan Cüceloğlu. (Annemin başka önerileri de oldu elbette. Ama onları Annem olmasaydı da bulurdum sanıyorum. Mesela Aziz Nesin ya da Muzaffer İzgü. İkincisiyle tanışmıştım. Aziz Nesin’le tanışamamış olsam da üzerimde bıraktığı izleri yazmaya kalksam bu yazı asla bitmeyeceğinden geçiyorum.) Leo Buscaglia’yı Sevgili Babam adlı kitabı sayesinde okumayı gerçekten sevmiştim. Yanılmıyorsam ilkokul 4’teyken okumuştum bu güzel kitabı. Aile üzerine çok çarpıcı bir kitaptı. Doğan Cüceloğlu’nu ise bir cuma günü ÇYDD’nin Eskişehir şubesinin bir etkinliğinde tanımıştım. Yanılmıyorsam 9 yaşındaydım. Annem ”seni hocamla tanıştıracağım” demişti. Evet, Doğan Hoca annemin Hacettepe’den hocasıydı. Bu onurda payım varmışçasına ben de o etkinliğe götürülmüştüm ve ilk defa bir seminerdeydim. Anlattıkları hala aklımda. Doğan Cüceloğlu sayesinde insanları dış görünüşleriyle yargılamamam gerektiğini ama insanların birbirini böyle yargılaması nedeniyle dış görünüşümüze, özellikle de iletişim biçimlerimize dikkat etmemiz gerektiğini öğrenmiştim. Kürsü hakimiyeti, teatral yeteneği ve o sevimli Silifke şivesi aklımdan çıkmıyor. O gün bugündür okurum kitaplarını. Onsuz çok eksiğiz.

Biraz daha büyüyünce okuma zevkim değişmişti. Ne var ki, ortaokulun birinci yılını bitirdikten sonraki yaz annemle kitap almaya gitmiştik. Eve Adı Aylin‘le dönmüştük. Kitabı bir çırpıda bitirmiştim. Beni çok etkilemişti. Okulda Türkçe derslerinden kopmama da vesile olmuştu. Okulun tam bir vakit kaybı olduğu düşüncesi bu kitapla birlikte aklıma kazınmıştı. Aylin ilginç bir karakterdi. O kadar güçlüydü ki o günden beri ne zaman başım sıkışsa, ne zaman bir çıkmazda bulsam kendimi garip bir şekilde Aylin’den (bazen de Anne Frank’tan. Annemin önerisiyle okuduğum bir başka kitabın yazarı, daha doğrusu kendi trajik yaşamının vakanüvisti.) güç almıştım. Aylin’in inişli çıkışlı hayatını ve trajik, bir o kadar da gizemli ölümünü büyük bir heyecanla okumuştum. Aylin bana bir şeylerden vazgeçme ve hayata sıfırdan başlama cesaretini kazandırmıştı. Biraz fazla kaçtı galiba. Onun sayesinde ve yüzünden Tıp fakültesini bırakıp felsefe okudum. Ey Anneler Babalar! Demek ki çocuklara ne okuttuğunuza dikkat etmelisiniz. Bu da kulağımıza küpe olsun.

Her neyse, çocuk aklımla önüme konan kitabı okuyup geçmiştim. Oysa esas gizem, kitabın yazarının bakış açısında yatıyor. Her geçen gün biraz daha ikna oluyorum ki bu ülkenin harcını karan o güzel insanlar sandığımızdan çok daha bilge, çok daha güçlülermiş. Ayşe Kulin hem o harcın bir ürünü hem de varoluşuyla ve ailesiyle o harcın karılmasına katkı koymuş birisi. Balkan Müslümanlığı, Cumhuriyet Ankarası, İstanbul Türkçesi, Balkanların komşuluk anlayışı, İstanbul zerafeti Ayşe Kulin’in varoluşunda harmanlanmış. Buna tanık olan bizler için harikulade bir sonuç bu. Ama içinden geçtiğimiz bugünlere Ayşe Kulin olarak bakmak ister miydim, emin değilim. Bu harmandan çıkan birinin nazarında günümüzde olan bitenlerin korkunç bir ıstırap kaynağı olduğu muhakkak. İşte bu yüzden Ayşe Kulin’in Armağan Çağlayan’ın soruları karşısında verdiği yanıtlar daha da önem kazanıyor: ”Beni çarşafa da kapatsalar bu ülkeden gitmem!” Bu sözlerin ardında, ilk bakışta hissedilen mücadeleci bir inat yok aslında. Bu ülkeye sevdadan kaynaklı bir bağlanma iradesi var sanki; yoksa ”bu memleketi onlara bırakmayacağız” tarzında bir meydan okuma yok, ya da en azından ben göremedim. İster bir meydan okuma olsun ister memlekette kök salma ve toprağından kopmama isteği olsun bu ülkede kalma inadı günümüzde çok anlamlı. Ayşe Kulin kişisel tanıklıklarıyla, eserlerini ortaya koymak için giriştiği araştırmalarıyla ve ürettikleriyle bu toprakta kalma inadının ötesinde bu toprağın mayasını yaşatan bir yazarımız. İyi ki var! Ve iyi ki Armağan Çağlayan’ın sorularını yanıtlamış. Eski ve güzel bir hatırayı anımsar gibi Türkiye’yi anımsadım kendisiyle. Çocukluğumun, ailemin ve atalarımın Türkiyesini… Ankara’da küllerinden yeniden doğan milleti, İmparatorluğun uzaklarından Anadolu’nun sinesine sığınan canları ve kadim bir sırrı saklar gibi ibadetini yapan, yaşarken yaşatan bir gönül anlayışını anımsadım.

Bu kadar şeyi anımsamışken memlekette kalmak yetmez. Memleketi yeniden kazanmak gerek. Geçmişten dersler çıkararak, kini düşman bilerek ve içimizde unuttuklarımızı hatırlayıp başkalarına hatırlatarak… Genç cumhuriyetin yaktığı meşalenin ışığı yetmese bile yanıyor bir yerlerde. Bunu unutmamak lazım.

Bunları da sevebilirsiniz