Dil ve Felsefe İlişkisi: Anlam Nedir?

Son yazımızda, kavram dünyamızın temel unsuru olan dili ele aldık. Düşüncelerimizin, duygularımızın ya da olgusal bir durumun tasvirini aktarmada en temel aracı olarak kullandığımız dil, aynı zamanda bilgi, doğruluk ve hakikat kavramlarının tanımlarken en önemli ifade aracıdır. Bu sebeple, dil felsefesinde temel tartışmaların neler olduğunun çözümlenmesi yalnızca dile dair sorularımıza değil dahası başka temel felsefi sorulara da yanıt bulmamızı sağlayacaktır.

Dilbilim, dili her yönü ile ayrıntılı ve bilimsel bir şekilde incelemektedir. Bu inceleme dil her ne kadar dil felsefeci için zorunlu bir koşul olsa da tek başına kapsamlı bir dil felsefesi çalışması açısından yeterli değildir. Dil felsefesinde dil tek başına ve her şeyden soyutlanmış, ayrı bir konu olarak değil, daha çok varlık, bilgi, insan ve topluma dair temel bazı kavramlarla ilişkili olarak tartışılmaktadır. Bu nedenle bu yazıda dil felsefesindeki anlam kavramının temellerini ele alacağız.

Hiç kuşkusuz, dil felsefesinin temel tartışma konusu anlam kavramı etrafında şekillenmektedir. Dil üzerine felsefi bir incelemenin temel konusunu “Anlam nedir?” nedir sorusu oluşturacaktır. Bu bağlamda sorulabilecek sorular çeşitlendirilebilir:

  • Bir sözcüğün anlamının oluşmasındaki etkenler nedir?

  • Bir sözcüğün ya da cümlenin anlamı ne derece ortaklaşabilir?

  • Bir sözcük ya da cümle söylendiğinde bu sözcük veya cümle herkes tarafından aynı şekilde anlaşılır mı?

  • Anlamın oluşmasında kültürel, sosyal ve psikolojik etmenlerin katkısı nedir?

Dil felsefesinde anlama dair tartışmaları iki grupta toplayabiliriz. Birinci grupta anlamın ortaya çıkışında ve ortak bir anlam dünyamızın oluşmasında nesnel bir zeminin bulunduğunu ve bu nesnel zeminin biçimsel bir yapı içinde yer aldığını düşünenler bulunmaktadır. İkinci grupta ise anlamın oluşumunun kültürel ve sosyal dinamiklerle ilişkili olduğu ve bu dinamiklerin dönüşümüne bağlı olarak anlamın görelilik kazandığını düşünenler bulunmaktadır. İlk grubun görüşlerini Gottlob Frege (1848 – 1925) ve Bertrand Russell (1872 – 1970), ikinci grubun görüşlerini ise Ludwig Wittgenstein (1889 – 1951) temsil etmektedir.

Sezgisel olarak, dilsel bir ifadenin anlamının olmasının sebebi, bu ifadenin bir şey temsil etmesidir. Bu kurama göre dilsel ifadelerin anlamları o ifadelerin işaret ettikleri yani temsil ettikleri şeylerdir. Kelimeler dünyadaki şeylerin etiketleridir. Örneğin, “Teo Grünberg” adı Teo Grünberg’i işaret etmekte, “Kedi keçenin üzerinde oturuyor” cümlesi, kedinin keçe üzerinde oturmasına işaret etmektedir; bunu da “kedi” kelimesinin kediyi temsil etmesiyle, “keçe” kelimesinin keçeyi temsil etmesiyle ve “üzerinde oturuyor” ifadesinin de bir nesnenin başka bir nesne üzerinde oturma ilişkisini temsil etmesiyle yapar. Yani cümleler olgu durumlarını temsil etmekte ve bu yolla anlamlı kılmaktadır. Gönderimsel anlam kuralı, her ne kadar da sezgisel olarak sağduyularımıza uygun olsa da, dikkatlice incelendiğinde ciddi eleştirilere maruz kalmaktadır. Bu eleştirileri kısaca dört temel başlık altında toplayabiliriz.

İlk grup eleştiriler anlamlı cümlelerinin içinde geçen sözcüklerin neyi işaret ettiği ile ilgilidir. Örneğin “Zuko keçe üzerinde uyuyor” cümlesinde geçen “Zuko” adı gri tüylü bir ev kedisine işaret etmektedir. Gerçekten de olgusal bir bildirim cümlesi olan “Zuko keçe üzerinde uyuyor” içinde geçen “Zuko” adı gerçek dünya bir nesneye işaret etmektedir. Fakat her ad gerçekten bir nesneye işaret etmek zorunda değildir. Bazı adlar gerçekte yani bu dünyada var olmayan şeylere işaret edebilirler. Örneğin “Pegasus” adı bu dünyada var olan herhangi bir şeye işaret etmez, çünkü adın işaret edebileceği herhangi bir kanatlı at yoktur. Pegasus örneği bu kurama güzel bir karşı-örnektir.

İkinci grup eleştiri kavramların kendileriyle ilgilidir. Örneğin “Ayşe iyidir” cümlesindeki “Ayşe” sözcüğü bir kişiye işaret etmekte ancak “iyidir” sözcüğünün neye işaret ettiği felsefe tarihi kadar eski bir tartışmanın konusudur. Ayşe’ye işaret etmediği açıktır, çünkü onu betimler. O zaman “iyi” sözcüğü soyut bir şeye işaret ediyor denilebilir. Buradan yola çıkarak tüm sıfatların kavram özelliklerine işaret ettiği genellemesi yapılabilir. “İyi” sözcüğü kavramsal olarak iyiliğe işaret ediyor denilebilir. “Ayşe iyidir” cümlesi de Ayşe’nin iyilik özelliğini örneklediğini ifade etmektedir. Bu görüşe göre, “iyi olmak”, “iyiliğe sahip olmak” anlamına gelir. Ama eğer özne-yüklem anlamını, bir bireyin adıyla bir özelliği “-dır” yüklemiyle bağ kullanarak birleştirmek olarak düşünürsek, o zaman da “-dır” kelimesinin işaret edeceği ikinci bir soyut nesneye ihtiyacımız olacaktır. Buradaki en belirgin ilişki “sahip olmak” ilişkisidir. O zaman cümle “Ayşe iyiliğe sahip olma ilişkisini taşır” şeklinde ifade edilebilir. Ne var ki bu sefer “taşır” ilişkisinin işaret edeceği yeni bir soyut nesne gerekmektedir ve bu durum böylece sonsuza kadar götürülebilir.

Gönderimsel Anlam Kuramı’na yöneltilen üçüncü grup eleştiriye göre, cümleler bir sözcük listesi olarak ele alınabilir. Ancak tek başına sözcüklerin listesi anlama dair hiçbir şey söylemez. Örneğin “Platon Gödel Pamuk” adlarının sıralaması herhangi bir şey ifade etmez. Ama “Ayşe iyilik” ifadesindeki gibi ad ve bir özellik, her ne kadar bu ifade sözdizimsel olarak düzgün bir yapıda olmasa da kurallı bir şekilde birleştirildiğine “Ayşe iyidir” anlamını vereceği söylenebilir. Fakat doğal dillerde bu kurallı yapıyı neyin kurduğu açık değildir. Dahası farklı dillerdeki sözdizimsel çeşitliliği bütünsel bir biçimde açıklayacak bir açıklama henüz öne sürülmemiştir.

Son grup eleştiri öncekilerin yanı sıra dil felsefesinde Gönderimsel Anlam Kuramı’na yöneltilen en ciddi eleştiridir. Bu eleştiri şu şekilde ifade edilebilir: İşaret ettiği ya da gönderimde buluna şeylerin aynı olduğu halde eş-anlamlı olmayan sözcükler vardır. Örnek olarak “Sabah Yıldızı” ve “Akşam Yıldızı” sözcüklerini ele alalım. Astronomik gözlemler sonucu her iki adın gönderimde bulunduğu veya işaret ettiği nesne Venüs gezegenidir. (Tabi bu adlandırma antik çağdan kalan ancak günümüzde de kullanılan bir adlandırmadır. Bu noktada “yıldız” sözcüğünün farklı kullanımı da ayrı bir sorundur.) “Sabah yıldızı” olgusal olarak adından da anlaşılacağı üzere, gerçek dünyada sabah gök yüzünde beliren en parlak cisim olarak tanımlanır. Benzer şekilde “Akşam Yıldızı” da olgusal olarak, gerçek dünyada gök yüzünde akşam beliren en parlak cisim olarak tanımlanır. Böylece görülmektedir ki işaret ettikleri nesnenin aynı olduğu ancak anlamların farklı olduğu iki sözcük vardır. O halde gönderim tek başına anlamı ifade etmek için yeterli değildir.

Bu eleştiriler ışığında felsefede mantıksal çözümlemenin anlam ve ilişkili doğruluk kavramını açıklayıcı kapsamlı kuramlar ortaya konmuştur. Bu kuramların başat olan iki tanesi, yani Frege’nin Anlam Kuramı ve Russell’ın Betimlemeler Kuramı önümüzdeki ayın yazının inceleme konusu olacaktır.

Bunları da sevebilirsiniz