Aşı, Covid-19 Aşısı, Toplumsal Sağlık ve Cumhuriyet

Hastalıklar ve salgınlar nereden?

İnsanda bakteriyel ve virütik hastalıklar hayvanların evcilleştirilmesiyle yaygınlaşmış, toplu yaşama düzeyinin yükselmesi, kentleşme ve toplumlar arası ilişkilerin yoğunlaşması (örneğin, ticaret, göç, savaş vb.) ile epidemiler ve giderek pandemiler ortaya çıkmıştır.

Çiçek, verem, grip, sıtma, veba, kızamık, kolera gibi birçok ölümcül hastalık, aslında hayvan hastalıklarıymış. Bunların virüs ve mikropları, insanlarda hastalık evrimleşmelerine yol açmış.1 Hayvan evcilleştirmelerinin insan sağlığı üzerinde böyle bilinmeyen olumsuz bir rolü var yani.

Kitlesel salgın hastalıklar da uygarlaşmaya bağlı bir evrimleşme geçirmiş, çoğalmış, çeşitlenmiş ve aynı zamanda sıklaşmıştır. Salgın yapan hastalıkların tarihi fazla eski değildir. Hatta tarım devriminin bulaşıcı hastalıkların evrimine yol açtığı kaydediliyor.2

İnsan nüfusunun artması ve insanî ilişkilerin sıkılaşması yüzünden tarihin en çok salgın yaşanan dönemleri 17.-19. yüzyıllardır. Yüzyıl başına düşen salgın sayısı olarak bu yüzyıllarda adeta patlama olmuştur.

Aşı nedir?

Aşı, mikroorganizmaların zararlarına karşı vücudun bağışıklık kazanmasının doğal olmayan şekilde sağlanmasıdır. Aslında bağışıklık kazanma doğal bir şekilde de gerçekleşmektedir. Bakterilerden arındırılmamış doğal ortamlarda yetişen ve yaşayan her canlı belirli ölçülerde doğal bağışıklık kazanmaktadır. Temizlik, bakım ve korunma konularındaki gelişme ve yeni anlayışlar sayesinde uygarlık bir yandan ilerlemekteyken, insan türünü (elbette insanın denetimi altındaki hayvan türlerini de) dikkate değer şekillerde zayıflatmıştır. Temizlik konusunda duyarlılıkları fazla ve refah düzeyinin yüksekliğinden dolayı imkanları olan ülkelerde doğal bağışıklık düzeyi daha düşüktür. “Apartman çocukları”nın sokak çocuklarına göre bağışıklık düzeylerinin aynı şekilde daha düşük olması gibi.

Çiçek Aşısı”nın hazin ve garip serüveni

Dünya aşıyla önceden belki çok karşılaşmış olmakla birlikte, ilk sistemli aşı uygulaması Türklerle başlamış olmalıdır, bilgiler o yönde. 17. yüzyılda Osmanlı topraklarında çocuklara yapılan çiçek aşısı, variolation yöntemiyle3 yapılmaktaydı, bütün çocuklar aşılanıyordu. Ülkenin doğusundaki başka ülkelerde ve bölgelerde belirli ölçülerde yayılmışken ve uygulanıyorken, Avrupa’da da öğrenilmesine ve bilinir olmasına rağmen yaygınlaşamıyordu. Gene de az olarak yapılıyordu, ama az yapılması yüzünden de çiçek salgınları durdurulamıyordu. Çünkü neredeyse her yerde yasaklanmıştı. Nedeni de Türk düşmanlığından ve önyargılardandı, Türklerin yaptıklarına güvenilmezdi! Türk karşıtlığı ve düşmanlığı Türklerden gelen aşı yöntemlerini reddetmeye hazırdır; hep “sonuç vermez” olduğu ileri sürülmüş, kullanımı reddedilmiştir.

İngiltere’de de çiçek hastalığına karşı Türklerin variolation yöntemi tekil olarak uygulanıyordu. Fakat bazı olumsuz sonuçlar bahane edilerek yöntemin kullanımı yasal olamıyordu. İngiltere, çiçek hastalığının geriletilmesi ve aşısının serbest olması için ne yazık ki yüzyılın sonuna kadar boşuna bekleyecektir.

Kuzey Amerika’da bir doktor Avrupa’daki bu Türk aşısını duymuş, 1721 yılında variolation’u önce kendi oğluna uygulamış, olumlu sonuç almış, sonra halka yapmaya başlamış, ancak hemen yasaklanmıştı. Nedeni Türklerle ilgili kötülemelerdi. Türk düşmanlığı Amerika’ya gelmişti. Doktora da, aşı yaparsa insan öldürmeye teşebbüsten tutuklanacağı, yargılanacağı söylendi, buna karşın Dr. Zabdiel Boylston (1679-1766) 300 kişiye aşı yapacaktı (olumsuz sonuç sadece üçtür). Amerika’da Türk düşmanlığı din adamlarınca, dinsel bir kisve altında o dönemden başlayarak yürütülmüştür.

Çiçek hastalığı, tarihte bilinen hastalıklar arasında ilk sıralardadır, “Firavun V. Ramses de dahil olmak üzere birçok önemli şahsiyetin mumyasında çiçek hastalığı” belirlenmiştir.4

Lady Montagu’nun çiçek hastalığını yenmişken yenilmesi

İstanbul’a İngiltere’nin elçisi olarak gidecek olan Lord Edward Wortley Montagu’nun eşi Lady Mary Montagu, 1715 yılında çiçeğe yakalanmış, ölmemiş, ama güzelliği her yerde anlatılan yüzü “çiçeklenmiş” ve çopur hale gelmişti. Aynı günlerde erkek kardeşi de çiçeğe yakalanmış ve çiçekten ölmüştü. İki yıl sonra Türkiye’ye gittiklerinde Edirne’de çiçek hastalığını karşı aşılamanın yaygın olarak kullanıldığını ve çiçek hastalığının korkulacak bir bulaşıcı olmaktan çıktığını görmüştü. İstanbul da aynı şekilde çiçek aşısını uygulamaktaydı.

Lady Montagu daha ilk Edirne’de duyduğu ve gördüğü çiçek hastalığına karşı aşı yöntemini kendi çocuklarına uygulatmıştı. O zaman altı yaşındaki oğlu İstanbul’da aşılanmıştı. İstanbul’da doğan kızı ise İngiltere’de, ancak yasak olduğundan “gizlice”. Sonuçlar olumluydu. Böylece çiçeğe karşı kendi olduğu gibi, çocuklarıyla ilgili olarak da zafer kazanmıştı.

Lady Montagu İngiltere’ye döndüğünde kendine bir görev verir. 1720’li yıllarda ülkesinde yasağın kalkmasını savunacak ve yararını bilmeyenlere aşıyı anlatacak, tanıtacaktır. Böylece İngiltere de çiçek hastalığı belasından kurtulacaktır. Fakat, yöntem Türk adıyla anıldığından yasağın kalkmasını sağlaması mümkün değildir. Uğraşları bir işe yaramaz.

Lady Montagu kendisi çiçek hastalığını yenmiştir, yakın çevresini koruyamamıştır ama çocuklarını ve dostlarını çiçek hastalığından uzak tutabilmiştir, ama on yıllar boyunca aşılatarak halkını kurtaramamış, çiçek hastalığına karşı ülkesindeki gericiliğe ve önyargılara karşı yenik düşmüştür.

İngiltere, 1796 yılında Edward Jenner’in (1749-1823) deneylerine kadar hastalıktan kırılacak, halk aşıdan büyük ölçüde mahrum kalacak, çiçek aşısı ancak ondan sonra halka uygulanabilecektir.5 Bu aşının “aklanması” için zorluklar vardır. Aslında Doktor Jenner ilk uygulamayı kendi çocuklarına yapmıştır, ayrıca tanınmış bir doktor olarak bilimsel çalışmalar yapmış olduğu da bilinmektedir, güvenilir durumdadır, ama gene de aşı kabul görmemiştir. Aşının benimsenmesi ve yasallaşması için onun da önemli bir mücadele verdiği biliniyor, ancak ondan sonra aşılanmanın gerçekleşebilmesi mümkün olmuştur. 1798 yılında Çiçek Aşısı, Nedenleri ve Etkileri başlıklı tıbbi kitabı dünya çapında ilgi görecektir. (Kitap, Türkçeye beklenmedik bir hızla 1801 yılında çevrilmiş ve yayınlaşmıştır.)6

Başta İngiltere ve Fransa olmak üzere neredeyse bütün Avrupa’da Türk düşmanlığı nedeniyle siyasal nedenlerle karşı çıkılan çiçek aşısı, Amerika’da dinsel bir kisveyle yürütülmüş, aşı yöntemiyle korunma, papazların ve Kilisenin sistemli çabalarıyla önlenmiştir.

Aşı ve bilim

Mikrobiyolojinin tıbbi uygulamaları Fransa’da Louis Pasteur (1822-1895) ve Almanya’da Robert Koch (1843-1910) tarafından yapılmıştır. Onlar sayesinde tüberkuloz, kolera, kuduz gibi hastalıklardan korunma yolu açılmıştır. Yöntem, canlı bedeni dışında yetiştirilen bakterilerin inaktif olduklarının keşfine dayanmaktaydı. Bu sağlıklı insanlara verildiğinde hastalık ortaya çıkmıyor, yani bağışıklık kazanılmış oluyordu.

Yalnız bu noktaya böyle yazıldığı gibi kolay gelindiği sanılmasın. Düşünün ki, Pasteur bu püf noktayı 1870’lerde bulup açıklayana kadar bulaşıcı hastalıklara gözle görülemeyen yaratıkların yol açtığı bilinmiyordu!

Ve Pasteur günün birinde, bir kaynağın yazdığı üzere tamamıyla rastlantı eseri olarak, bir mikrobun başka bir mikrobu öldürdüğünü gözleyince onun kafasında “birden kafasında ‘aşı’ fikri” doğmuştur. Aslında çiçek aşısını çoktandır bilimsel bir yöntemle “bulmuş olan Jenner’den bu yana bu hastalığı önlemek için aşılama yapılmaktadır, ama aşının ne olduğu bilinmemektedir”.7

O sancılı günlerden, yıllardan sonra gene bilim kazanacaktır. Çiçek aşılaması tam ve kesin sonuç vermiş, hastalık bugün tamamen yok edilmiştir. Virüs tecrit edilmiş, son salgın 1972-73’te 90 bin kişinin etkilendiği Belgaldeş’de olmuştur. Bundan sonra bir kaza sonucu Birmington Üniversitesi Tıp Fakültesinin laboratuvarından 1978 yılında infekte olan kişi ölmüştür (kazadan sorumlu olan hekim intihar etmişti). “Bugün çiçek virüsü yeryüzünde iki merkezde saklanarak imhasını beklemektedir.”8 Mutlak imhasının yanlış olacağı yolunda bilimsel görüşler vardır.

Çocuk felci, difteri, boğmaca, kızıl, kızamık, kızamıkçık, veba, grip, tifo, tifüs, tetanos, kabakulak, sarı humma vb. aşıyla birçok coğrafyada tamamen ortadan kaldırılan hastalıklardandır.

En yeni umut: Pandemiye aşı

Covid-19 aşıları, bugünlerde bütün dünyayı meşgul eden konulardan biri. Birçok ülkede, birçok firma bünyesinde aşılar üretildiği ilan edildi. Ancak, haberlerde inandırıcı olmayan şeyler olduğu gibi, hem bilgi eksiklikleri, hem de dezenformasyonlar bulunuyor. Bu yüzden aşıların güvenilirliği konusunda çok yerde kaygılar ve tereddütler ortaya çıkmış. Farklı ülkelerdeki çalışmaların hepsi aynı zaman diliminde sonuçlandığı gibi, deneme süreleri olarak gerekli-zorunlu zamanı da geçirmemişler, tamamlamamışlardır. Yani bir yarış vardı, bunun altında da aşıcıların vurgun peşinde koşması, bunun için öncelik almak yatıyordu.

Aşı üretiminin en az beş yıllık bir sürede imalat ve güvenilirliğinin sağlanabileceği biliniyordu. Denemeler için dört yıllık bir süre ayrılmalı, gözlenmesi-izlenmesi yapılmalıydı. Bunun gerekli olmasına rağmen dünyada ilk kez bu kadar hızlı aşı üretimi yapılmıştır.

Üretici şirketlerin aşıları hakkında yeterli ve doyurucu bilgi vermemesi, bilgi kirliliği, denek sayıları sahtekarlığı, kısa sürede aşı imalatının gerçekleştirilmesi, güvenilirliğin sağlandığı safsatası vb. artık herkesin bilgisi dahilindedir. Aşıların güvenilirliği konusunda verilen oranların uydurma olduğu ortaya çıkmıştır. Çünkü hepsi yüzde 90 üzeri bir güvenilirlik garantisinden söz etmektedir. Oysa bu arada güvenilirlik sağlanabilmesi için yeterli zamanın da geçmemiş olduğunu düşünürsek kuşkuların yerindeliği farkedilebilir. Ayrıca bilimciler yüzde 90’lı rakamların gerçekçi bir etkinlik oranı olmadığından da sez etmektedir.

Bunlar yüzünden aşıların güvenilirliği ve propagandaların gerçekliği tartışmalıdır.

Adaletsiz aşılama yapılması söz konusudur. Aşılar çıkmadan önce insanlar ve toplumlar arasında adaletsizlik olmadan dağıtım ve uygulama yapılacağı ileri sürülmüştü, ancak aşı çıkınca herkesin kendi ülkesinin aşılanması öncelik kazanıverdi, hatta AB içinde bile zengin ülkeler önde yapıldı, imtiyazlı oldular.

Aşılar henüz bir yıl bile geçmeden üretilmiş, piyasaya sürülmüştür. Üstelik üreticilerin hepsinin eşzamanlı olarak üretmiş olması imkansızdır. Bu yüzden bazı aşıların gerçekten aşı olup olmadıkları akla gelmektedir.

Bilim insanlarının belirttiğine göre aşı çalışması yapılan yerler arasında, geleneksel denenmiş yöntemlerin kullanılması ve RNA ile DNA’larla oynanmamış olması dolayısıyla Çin’deki bilimsel aşı üretme merkezi güvenilirliği en yüksek olan yerdir. Kaldı ki, Çin üretimi aşı, para kazanma hırsı ve vurgun vurma anlayışları dışında yapılan bilimsel çalışmalardan ortaya çıkmıştır.

Çin aşısı karşıtlığı, siyasal nedenlidir.

Aşı, tıbbi ve bilimsel bir yöntemdir, yüzyıllar için birçok hastalığın yok olmasını sağlamıştır. Bu yüzden insanlık aşıdan yanadır, yana olmak zorundadır. Ancak kitlelerin kandırılması, aşıların bütün insanlar için adaletli bir şekilde kullanılmayacak olması, söylenenlerin birbirini tutmaz oluşu, aşının büyük vurgun aracı haline getirilmesi, bütün bunlar çalışmaları gölgelemiş, tereddütler uyandırmıştır.

Aşının uygulanmasının çok yerde başladığı bugünlerde aşıyı savunmak, aşıdan yana olmak ve sistemli-adil uygulanmasını sağlamak gerekir.

Cumhuriyet Türkiye’sinde aşı

Türkiye Cumhuriyeti’nin aşıya verdiği önem Hıfzıssıhha Enstitüsünün (sonradan Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü Başkanlığı) 27 Mayıs 1928 tarihinde kurulması ile ortaya çıkmıştır. Bandırma vapurunda Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Samsun’a gitmiş olan Dr. Refik Saydam Meclis Hükümetinin ilk Sağlık Vekilidir ve tifüs aşısını geliştirdiği ve yaygın kullanımını sağladığı için tıp literatürüne geçmiş bir bilim insanımızdır.9

1931 yılında BCG ve karma aşı üretildi ve bütün Türkiye’de uygulandı.

1932’de Avrupa ülkelerinden aşı ithalatı durduruldu.

1933’te aşılar çeşitlendirildi ve bütün topluma yeter hale getirildi.

1940’lara doğru, ülkemiz dünyada aşı üreten çok az sayıdaki ülkeleden biri olmuştur.

Bu tarihsel sıralama, Devrimci Cumhuriyeti’in ne kadar bilime önem veren, halkçı, çağdaş ve ileri erimli olduğunu göstermektedir.

Aşı karşıtlığı, aşı muhalifliği

Aşı karşıtlarının belki büyük bir kısmı, aşı karşıtı olmanın seçilebilir ve tercih edilebilir bir davranış olduğunu zannetmektedir. Yani aşıya karşı olmak, hiç aşı yaptırmamak, vegetaryan veya vegan olmak gibi şeydir. Oysa aşıyla ilgili sorumluluk yalnız kişinin kendisiyle ilgili bir konu değildir, aynı zamanda toplumsal bir görev ve yükümlülük durumundadır.

Aşıya insanların “muhalif” olmasını kolaylaştıran o kadar medyatik ve “bilimsel” etken vardır ki, aşı dolayısıyla karşı çıkılacak şeyler doğruların içine karışmıştır. Büyük ilaç üreticilerinin kazanç için hasta ve hastalık istismarları çağımızın gerçeğidir. Böyle olmakla birlikte sağlığın kişisel bir konu olarak algılanmasına da karşı çıkılmalıdır.

Covit-19 aşısı günümüzün en önemli konusudur.

Sürü bağışıklığı: Sürü bağışıklığı için nüfusun yüzde 60’ının aşılanması gereklidir.

Almanya devleti araştırma çalışmalarına 750 milyon Euro ayırdı. Bunun yanı sıra bütün toplum için sorumluluk taşıdığını açıkladı. Ancak Almanya’da Covit-19 aşısı için toplumun üçte biri aşı isterken, üçte biri kararsız, son üçte biri de karşıt durumdadır.

NOTLAR

1 Jared Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik / İnsan Topluluklarının Yazgıları, TÜBİTAK, Ankara 2002, s. 253.

2 Aynı eser, s. 264.

3 Çiçekli bir insandan alınan cerahati belirli şartlarda saklamaya ve sonra bir çizikle deriye sürme.

4 A.T. Sandison, Diseases in Antiquity, Charles C. Thomas, 1967, ; akt. Metin Özbek, “Eski Çağlarda İnsan Sağlılığı”, Dünden Bugüne İnsan, İmge Kitabevi, Ankara 2000, s, 383.

5 Prof.Dr. Zeki Tez, Tıbbın Gizemli Tarihi / Semboller, Büyüler ve Ritüeller Eşliğinde “Şifa”, hayykitap, İstanbul 2010, s. 219-222, 233.

6 Tolga Ersoy, “Çiçek, Bir Virüsün Etik Dersleri”, Tıp Tarih Metafor, Öteki Yayınevi, Ankara 1996, s. 119.

7 Hüseyin Batuhan, Bilim ve Şarlatanlık, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1995, s. 85.

8 Ersoy, aynı eser, s. 120.

9 O dönemlerde neredeyse bütün Osmanlı coğrafyasında tifüs salgını vardı ve dönem savaşlarında yaralanıp ölenlerden neredeyse daha fazlası tifüsten ölmekteydi. (Diamond ayrıca şu bilgiyi veriyor: “II. Dünya Savaşı’na kadar savaşlarda ölenlerin çoğu savaş yaralarından değil savaşla taşınan hastalıklardan ölüyordu.” Tüfek, Mikrop, Çelik, s. 253.)

Bunları da sevebilirsiniz