Çevreci Tüketim ve Duyarlılık: Lüks mü, Hobi mi, Zorunluluk mu?

Kim daha çevreci, kim daha sürdürülebilir davranışlar içinde?” sorusuna, çevreye yönelik duyarlılığa ve eylemlere dair çokça tekrarlanmış iddiaları yeniden düşünmemize neden olacak yanıtlar verilebilir. Bu yazıda, özellikle tüketim ve gündelik yaşama dair alışkanlıklar üzerinden bu tekrarları tartışacağız. Öte yandan, burada ifade edilecek gözlemler ve çıkarımlar, çarpıcı şeyler söyleme arzusuyla yazılmış değil. Yine de bu alanda ezber bozan bir yaklaşımın gerekliliği ifade edilmiş olacak.

Tüketim üzerinden konuşabileceğimiz çevreci davranışlar yeşil ürünler almak, bir ürünü yeniden ya da başka şekillerde kullanmak, geri dönüşüme yollamak, nihayetinde bir ürünü hiç almamak başlıkları altında toplanabilir. Su ve elektrik gibi diğer tüketim türleri içinse kullanımı azaltmak ve yüksek verimli araçlar kullanmak çevreci bir davranış olarak belirtilebilir. Yazıda sırayla bu başlıkları ele alacağım.

Yeşil Ürünlere Rağbet ve Çevre Duyarlılığı Lükstür” Ezberi

Yeşil ürünler” almak tartışmasına başlamadan önce yeşil, ekolojik, organik, bio, çevre dostu gibi etiketlerinin kullanımının bu konudaki standardizasyonun ve düzenlemelerin sıkı olmadığı ürün türlerinde ve ülkelerde suistimale oldukça açık olduğunu belirtmek gerekiyor. Üretim ve ürüne dair düzenlemelerin yanında, etiketlerin ve sınıflandırmanın özellikle tüketici tarafından yeterince anlaşılır olmasını da yanıltmadan ve haksız rekabetten korunmanın önemli bir gerekliliği olarak ifade etmeliyiz. Dolayısıyla bu etiketler konusunda hem gıda ve sağlıkla ilgili kurumların hem de rekabet kurumlarının uygulanabilir ve yaptırımı olan düzenlemeler hazırlamaları gerektiği söylenebilir.

Peki yeşil ürünlere dair bu hususu bir kenara bırakıp, bunların gerçekten ve tam anlamıyla güçlü sürdürülebilirliki ilkesine uygun olduğunu varsayıp, bu konuda tüketici odaklı araştırmalara baktığımızda karşımıza ne çıkıyor? Türkiye de dahil olmak üzere bu konu hakkındaki araştırmalar kapsamında yapılan anket ve görüşmelerin bize tekrar tekrar gösterdiği “gelir ve eğitim arttıkça yeşil ürünlere ilgi artıyor”. Ancak bu araştırma sonucundan yola çıkarak “çevresel duyarlılık-gelir/eğitim” arasında doğrusal bir ilişki kurulması yanıltıcı ve dikkatle yaklaşılması gereken bir söylem olarak karşımızda duruyor.

Bunun birkaç sebebi var: Öncelikle yeşil ürünlere erişilebilirliğe dair coğrafi ve ekonomik bariyerler göz ardı edilmiş oluyor.ii Her ne kadar anketlerde bu engellere değinen sorular olsa da, çıkarımlarda “yüksek gelirliler ve eğitimliler daha duyarlı” indirgemeciliği sık sık karşımıza çıkıyor. İkinci olarak, diğer başlıklarda da ortaya koyacağımız gibi, çevre duyarlılığının bir lüks olduğu ve temel gereksinimlerini karşılayamayanların bu konuda bir şey yapmadığı, zaten yapmasının da beklenemeyeceği ezberi tekrarlanıyor. Ayrıca, özellikle yeşil ürünlerin sadece toplumsal ve çevresel bir kaygıyla değil sağlık üzerinden bireysel kaygılarla da tercih edildiğini gözden kaçırmamak gerekiyor.

Eskilerin Bir Bildiğini Hor Görmek

Bir ürünü yeniden aynı ya da farklı şekillerde kullanmak (değerlendirmek) ise yeşil ürün satın almaktan daha az konuşulan ama belki de çevre açısından daha fazla artısı olan bir sürdürülebilirlik davranışı olarak düşünülebilir. Şimdilerde ev ekonomisini ya da sürdürülebilir yaşam tüyolarını konu alan haberlerde, bloglarda ve sosyal medya kanallarında yeniden değerlendirme yöntemleri revaçta. Anlatılanlar, aslında bir kısmı eskilerin, kırsalda yaşayanların ve düşük gelirlilerin kendi kendine bulduğu ve alışkanlık haline getirdiği çözümler. Ancak bunlara gerçek hayatta -çevreci ve yeşil gibi etiketleri olmayınca- verilen tepkiler küçümseme dolu olabiliyor. İnsanlar aslında kendilerine de gayet mantıklı gelebilecek kimi çevreci davranışları eskilikle, köylülükle ya da yoksullukla bağdaştırıp reddedebiliyor.

Geri Dönüşüm Bilmecesi

Geri dönüşümünse, tutarlılık ve verimlilik yönünden yeşil ürünlerden daha da alengirli bir konu olduğu söylenebilir. Birinci mesele, ürün ve ambalajların büyük bir kısmının geri dönüştürülebilir olmaması. Ayrıca, üreticilere bu yönde getirilen zorunluluk ve teşvikler kayda değer değil. İkincisi, geri dönüşümün gerek hammaddeyi (atıkları) toplama gerekse bunlara dönüştürme anlamında ciddi bir altyapıya gereksinim duyması. Buna bir de ciddi enerji gerektiren işlemler olduğu gerçeği de eklenince astarı yüzünden pahalı bir durum ortaya çıkabiliyor. Elbette ki bu geri dönüşümü çevreci bir eylem saymamak anlamına gelmemeli ama bu konuda en öncü ülkelerin bile henüz ülkelerinde ortaya çıkan atıkların yüzde kırkından fazlasını geri dönüştüremediği gerçeği önümüzde.iii

Bunlara ek olarak bir de her geri dönüşümün çevreci olmadığı gerçeği var. Söz gelimi, çöp ithal etmenin geri dönüşüm paravanıyla yapılması. Bazı ülkeler bu konuda kısıtlama koymaya başlarken bizde halkın ve doğanın sağlığının hiçe sayılarak denetimsizce yapılan ithalatla Türkiye bu konuda dünyada endişe verici bir noktaya sürüklendi.iv Buna benzer bir başka örnek de atık yakılarak enerji eldesi. Son yıllarda pıtrak gibi çoğalan ve biyokütle santrali denen bu tesisler özellikle yanlış yer seçimiyle havamızı ve suyumuzu kirletti. Şimdi de bir torba yasada, lastik gibi son derece zararlı bileşenler içeren ve yakıldığında büyük miktarda parçacık bırakan ürünlerin yakılıp enerji elde edilmesi yenilenebilir enerji olarak kabul edilip biyokütle santrallerinde yakımı serbest bırakılmaya çalışılıyor.v

Hâl böyleyken geri dönüşüme hangi kesimden tüketicilerin daha fazla ilgi gösterdiğini tartışmak anlamsız gelebilir. Ama tıpkı yeşil ürünler tartışmasında olduğu gibi diğer yönleri ideal sayıp bunu da araştırmak faydalı olacaktır. Bu yazı için ya da öncesinde bu konuya dair bir literatür taramam olmadı ancak bir anekdot paylaşarak ezber bozmaya çalışacağım.

Sanırım Türkiye’deki çoğu kişi gibi ben de geri dönüşümle meşhur cam kumbaralarıyla tanıştım. Bu silindirik ve hayli hacimli kutular cam şişe geri dönüşümünü sağlamak için pek çok noktaya yerleştirilmişti. Bir süre sonra bu kumbaraları göremez olduk. Yıllar sonraysa yaşadığım mahallede plastik ve kâğıt da dahil olmak üzere geri dönüştürülebilme potansiyeli olan tüm ürünler için kutular yerleştirildi. Ancak Türkiye’nin en eğitimli ilçelerinden birinin en eğitimli diyebileceğim bu semtinde bu kutular pek ilgi görmedi. Hatta evindeki birikmiş gazete kağıtlarını alıp kutuya atabileceğimi söylediğim bir komşumuz “Ne gerek var, başkası zengin olacak diye biz bununla mı uğraşalım.” şeklinde bir tepki vermişti.

Al Al Nereye Kadar?

Tüketmiyorum”, “Satın almıyorum” gibi sloganları, son dönemde özellikle büyük tantanayla gelen indirim günlerinde bir karşı çıkış olarak duyuyoruz. Bunun yanında minimalizm, ihtiyacın kadar tüketmek ve fazlalıklardan kaçınmak gibi önerilerle karşılaşıyoruz. Öte yandan, ihtiyacın sınırları medeniyet kadar eski bir felsefi ve etik tartışma konusu olduğundan, bunu çevrecilik tartışmalarına ve sürdürülebilirlik başlıklarında net bir yere koymak kolay olmuyor. Yine de tüketmemenin, kaynak kullanımı ve atık azaltımında doğrudan karşılığı olan bir eylem olduğunu es geçemeyiz. Nasıl ki ideal toplum “yoksulların bile arabaya bindiği değil, zenginlerin bile toplu taşıma kullandığı” şeklinde kurgulanmaya başladıysa, bu bakış açısını ürünlerin tüketimine de bir dereceye kadar da olsa uyarlamamız gerekli.

Tasarruf: Ne Klişe Ne Nostalji!

Tasarruf etmek üzerine hem aile hem de okul ortamında pek çok nasihate maruz kalmışızdır. Ancak bana öyle geliyor ki, tasarruf da yeniden değerlendirme başlığına benzer şekilde, alım ve ödeme gücüne ters orantılı olarak toplumda ve hayatımızda yer buluyor. Yani ödeyecek paramız varsa kendimizi “ışıkları gereksizse söndürmek ya da suları boşa akıtmamak” zorunda hissetmiyoruz. Tabi Türkiye’de ağırlaşan ekonomik tabloyla beraber zorunda hissedenlerin sayısı gün be gün artıyor olabilir ancak böyle olmasa bile göz önünde bulundurmamız gereken başka gerçeklikler yok mu? Yağış rejimlerindeki düzensizliğe bağlı kuraklık ya da iklim değişikliğine bağlı olarak yağışlarda azalma, enerji üretiminin büyük bir çevresel maliyeti olması gibi olgular tasarrufa yönelmemiz için yeterli değil mi?

Tasarruf üzerine konuşurken geri dönüşümde paylaştığım anekdota benzer bir olayı paylaşmadan geçmeyeyim. Gayet eğitimli, mesleğindeki becerileriyle para kazanan ve aslında ülkede olan bitene de duyarlı bir tanıdığımdan gelen ve beni şaşırtan bir tepkiyi anlatacağım. Kendisi özellikle yazların bir hayli kurak geçtiği bir bölgedeki yazlık evinin yemyeşil çimlerini övünerek gösteren ve ne kadar güzel değil mi diye soran bu arkadaşıma “Güzel, emeğine sağlık ama çok su harcanmıyor mu?” diye sormuştum. Bana yanıtı sadece bir “Teşekkür ederim” oldu, harcanan suyu düşünerek canını sıkmak istemedi anlayacağınız.

Su, elektrik ve doğalgaz gibi tüketimlerde tasarrufun bir yolu da bildiğiniz gibi daha verimli araçlar kullanmak. Tasarruflu musluk, yüksek enerji sınıfı ampul ve beyaz eşyalar, yoğuşmalı kombiler gibi araçlar yani. Öte yandan, sistemin bir getirisi olarak bu tasarruflu/yüksek verimli araçlara erişebilmek de alım gücü daha yukarıda olanlar için mümkün olabiliyor. Bu tarz ürünlerin, piyasaya yapılacak bazı müdahaleler ve ayrıca vergi indirimleri gibi yöntemlerle teşvik edilmesi, aynı anda hem çevresel korumaya hem dar gelirlilere yönelik bir destek olarak düşünülüp ciddi olarak ele alınmalı.

Ezberler Bozulursa Çevre ve Toplum Kazanır

Tüketim üzerinden çevreciliğe dair tartıştığım bu başlıklardan sonra olabildiğince net şekilde bazı çıkarımları ve önerileri sıralayacağım:

-Çevre duyarlılığı ve sürdürülebilir tüketim; tali bir mesele, belli bir kesime özgü bir lüks ya da bir hobi değil, herkes için bir zorunluluktur. Ancak insanlar bilinçsizlikten dolayı ya da düpedüz çıkar için bunu böyle düşünüp yayabilir.

Örneğin, bir termik santral yapılırken ya da maden ocağı açılırken, bu “İnsanların önce işe ihtiyacı var, bu işletme sayesinde şu kadar kişi evine ekmek götürecek” diye kabul ettirilmeye çalışılır. Halbuki termik santral yapılmak istenen o bölgede yeterince destek gören bir tarımsal üretimle insanlar kendini gayet güzel geçindirebilir. Bunun yanında, işe alınacak kişi sayıları çoğu zaman abartılı olduğu gibi aynı insanların soluyacağı havanın, içeceği suyun, kendisine sürdürülebilir ve kaliteli bir yaşam sunabilecek toprağının ne kadar kirletileceği gerçeği üzerine konuşulması engellenmiş olur.

Bunun kadar çarpıcı olmasa da yine hayli sinsi diyebileceğimiz bir diğer durumsa yeşil ürün ya da daha genel anlamıyla çevreci bir yaşam pazarlanmasında (yeşil pazarlama) ortaya çıkar. En basit yaşamsal ürünlerden en lüks hizmet alanlarına kadar görülebilen bu pazarlama iddiaları, çevreci ve kaliteli ürünlerin yaygın hâle gelmesi ve daha erişilebilir olması durumunda ilgi azalması tehlikesiyle karşılaşır. Bu sebeple, yeşil pazarlamacılar çevreci ürün tüketiminin kişilerin kendilerini farklı hissetmeleri üzerinden devam etmesi gereken bir yaşam tarzı olarak anlaşılması ve tabiri caizse anaakım olmaması için çaba gösterebilirler. Çevreci ürün ya da hizmetlerini bir lüks veya farklı bir yaşam tarzı gibi pazarlayanlar aslında bundan çıkar sağladıkları için bunu topluma ezberletirler.

-Çevreci tüketim, sadece yüksek teknoloji ve pahalı ürünlerle sağlanmaz. Kimi zaman ucuz ve eskide kalmış yöntemler, belli tüketimler ve ihtiyaçlar için en net ve basit uygulamaları ve sürdürülebilir çözümleri barındırır.

-Yöneticilerin ve sistemin güven vermesi ve iyi örnek olması, her şey için olduğu gibi çevresel duyarlılığın eyleme geçmesi için de şarttır.

Yukarıda aktardığım anekdotlardaki bireylerin davranışlarının duyarsızlık ya da eğitimsizlikten değil, bu konuda tutarlı bir yöneliş görememelerinden kaynaklı olduğunu söyleyebiliriz. Bizim gibi çoğu şeyi devletten bekleyen ve önderlerden işaretle harekete geçen bir toplumda bu daha da elzemdir. Devletin; çevreyi kirleten büyük şirketlere hak ettiği cezaları uygulamadığı, hatta bazılarını teşvik ettiği izlenimi oluştuğu göz önünde bulundurulursa, bireylerin bu davranışlarının zihinsel arka planı daha iyi anlaşılacaktır.

i

? Güçlü sürdürülebilirliğin kısa bir tanımı için Temmuz yazıma bakabilirsiniz. https://dagarcikturkiye.com/2020/07/01/uretim-cilginligi-hizmet-anlayisi-ve-surdurulebilirlik/

ii

? Bununla beraber, yeşil ürünlerin daha pahalı olmak zorunda olmadığını da belirtmeliyiz. Ancak üretim maliyeti geleneksel endüstriyel bir üründen daha az ya da böyle bir ürünle aynı olsa bile yeşil ürünler daha pahalıya satılabilir. Burada pazarlamanın gücü kullanılır veya müşterilerin yeşil ürün için biraz daha yüksek bir ödeme yapmayı kabullenmesi -tabiri caizse- suiistimal edilir.

iii

? https://eeb.org/publications/83/waste-and-recycling/84241/report-on-global-recycling-rates.pdf

v

? https://ekolojibirligi.org/torba-lastik-erbaa-ozer-akdemir/

Bunları da sevebilirsiniz