Ata’nın Son Cumhuriyet Bayramı

Atatürk’ün son günlerini, onu yatağı başında yoklayanlar arasında bulunan Afet İnan’ın (1908 Selanik, 1985 Ankara) ağzından dinleyelim: “Sene 1938…Atatürk hasta yatağında. Buna rağmen kazı çalışmaları ve Tarih Kurumu işleriyle alakadar olmaktan zevk duyardı. Bir gün, Trakya höyüklerinde son çıkan eserlerden bahsetmiştim. O kadar alakadar oldu ki: – O çıkan eserlerden bana getir göreyim, dedi. O sırada Londra Büyükelçimiz olan Fethi Okyar’la görüşüyordu. Getirdiğim eşyaları istedi. Hepsini birer birer gördü. – Devam ediniz, memleketimizin kültür ve tarihi zenginliğini daha çok bulacaksınız, diyordu. Onun en son gördüğü kitap da Belleten oldu. 15 Ekim 1938 Cumartesi akşamı idi. Saat 7 ile 8 arası beni çağırdı:- Bu akşam kendimi iyi hissediyorum, diyordu. Çok sevinmiştim. Yine Tarih Kurumu’nun çalışmaları hakkında bilgi almak istedi. Kendisini yormadan kısaca istediği bilgiyi verdim. Belleten’in yeni çıkan sayısını görmek istedi. Ertesi gün derginin, getirdiğim 5-6 sayılı baskılarını eline alarak yazılarını gözden geçirdi ve memnuniyetini beyan etti.” (Yurdakul, 2008:203-204).

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI

Prof. Dr. Y. Yurdakul, Atatürk’ün pek yakınlarından olan ve bütün hayatı boyunca sarsılmayan sevgisine mazhar olmuş bulunan büyük edip Ruşen Eşref Ünaydın’ın (1892-1959, İstanbul) 7. Türk Dil Kurultayı’ndaki söylevinden, ona dair eşsiz bir anıya şöyle değinir (2008: 199-201): “Atatürk’ün sezilerindeki olağanüstülüğün bir misaline tanıklık etmek için burada açıklıyacağım ki, Atatürk, o gün bana: -Bütün görevli elçiler vazifeleri başlarına döndüler, bir Fethi Okyar, bir de sen henüz dönmemişsiniz. Sen bu sene harp çıkmaz diyormuşsun. Başbakan (Celal Bayar) bana anlattı. O günlerde Atatürk hasta idi. Güneş bütün büyüklüğü ile olanca aydınlığı ve eşşiz sıcaklığı ile ufka yaklaşıyordu. Fakat yüzündeki bütün bu iyileşme izleri, bize hayatı söyeyen ve gelecek durumdan haber veren zekâsı, o Güneş’in, mavi sular ardına çekilmesine bu kadar az kalmış anında bile insana, aldatıcılık ve oyalayıcılık veriyordu. Onun o gün, artık bir nefes gibi hafif kalmış sesle tahmin etmiş olduğu üzere ertesi yıl dünya barıştan oldu; yakıcı savaşın alevi, cihanın ufuklarını sardı. (Birinci Dünya Savaşı sonrası 1919’dan itibaren Almanya’ya uygulanan ekonomik ambargo bunun başlıca nedenidir ve 1 Eylül 1939’da Alman orduları Polonya’yı işgal etmiştir.) O gün ondan ayrılamıyordum. Fethi Beyi son günlerde görmediğimi, Londra’ya ne zaman gideceğini bilmediğimi; fakat kendimin öbür gün vazifem başına döneceğimi arz ettim. Müsaadesini dileyerek bir iki defa kalmaya davrandım. Başı ile hafifçe işaret ederek: -Otur, otur; konuşuyoruz! Diye emretti. Sonra, çoğu vakit, yakın misafirlerine izin vereceği zamanki adeti üzerine – Haydi seni daha fazla yormayayım, (hafifçe) Güle Güle dedi… İşte bu son emrini tutamadım!” (2008:199-201).

29 EKİM 1938

İstanköy’de adasında 1883 yılında doğan ve 1959’da İstanbul’da vefat eden Atatürk’ün kurduğu meclis ve hükümetlerde Milletvekili, Ziraat, Dış İşleri ve İç İşleri Bakanlığı yapan Rüştü Kaya’dan Atatürk’ün son Cumhuriyet Bayramını dinleyelim: “ Cmhuriyet Bayramlarının günlerini ve gecelerini sabahlara kadar ayakta geçiren o zevkli, keyifli ve neşeli Atatürk, hayatının son Cumhuriyet Bayramı’nın gününü ve gecesini Dolmabahçe Sarayı’nın bir odasında ölüm döşeğinde geçiriyordu. Süzülmüş, takatsız ve solgundu. Artık günleri değil, saatleri sayılıydı. Kesik kesik konuşuyor, yanındakiler de onu oyalayacak laflar söylüyorlardı. Bir aralık pencereden bol bir ışık aksetti. Elektriklerle donanmış bir Boğaziçi vapuru, Saray’ın rıhtımına yanaşacak kadar yaklaşmıştı. Alkışlar, ölümün kanat gerdiği bu hüzünlü odanın matemli havasını dalgalandırdı. Üniversite gençleri bayram tebrikine gelmişler dediler. İşaret etti, kollarına girilip, pencere kenarındaki koltuğa oturtuldu. Ayağa kalkmak istedi, kaldırıldı eliyle vapurdakileri selamladı. Görüldü mü, sezildi mi bilmiyorum. Vapurda bir alkış tufanıdır koptu. Yaşa sesleri göklere yükselirken vapurda hareket etti. ‘Dağ başını duman almış’ın ilk nağmelerini işiten Atatürk yanındakilere döndü cansızdı fakat gözlerinde zekanın ve iradenin ışıkları parlıyordu. Korkusuz ve üzüntüsüz bir sesle gençlere işiteceklermiş gibi ‘Bu bayramlar ve yarınlar sizindir, güle güle’ dedi. Atatürk yatağına yatırıldı. Kılıç Ali’yi (Kuvayı Milliye Komutanı, Milletvekili, İstiklal Mahkemesi Üyesi) sert bir öksürük tutmuş dışarıya fırlamıştı. Ardından ben de çıktım. Kız kardeşi Makbule Hanım, yetiştirdiği kızları, arkadaşları ve yardımları; için için ağlıyordu. Ben de onların arasında idim (2008:202-203).

Kaynak: Prof. Dr. Yurdakul Yurdakul, 2008, Atatük’le Yaşanmış Bilinmeyen Anılar, 2. Baskı, www.truva yayinları.com, İstanbul.

Bunları da sevebilirsiniz